Eğer bu bir masal olsaydı şöyle başlardı:
Küçük, köhne, ışığın ne sabah ne akşam uğramadığı, tahta barakasında parlak dans ayakkabıları yaparmış İsmail Usta.
Ama bu bir masal değildi.
Mekân tarihi Ulus semti.
-Tevhid Et lokantasına sırtını ver, karşıya geç, demişti telefondaki ses.
Geçtim. Karşımda Güvercin sokak.Tek güvercini yok. Aklıma güvercin gagaları geliyor, hani suyu ürkütmeyen.
Yan yana dizilmiş dükkânlara bakarken Aydoğdu Kundura yazısını arıyor gözlerim. Bulamıyorum.
Soruyorum, gösteriyorlar.
Sadece iki metrekarelik bir alanda buluyorum kendimi. Raflar boyu meşin, raflar boyu balmumu ve çiriş kokusu.
Solda, biraz yukarda küçük, sessiz, yüzü ters dönmüş tahta bir kapı farkediyorum. Biraz zorlansam da açıyorum. Kapının çıkardığı çığlık, nefesim, ve ben yan yana.
Karşımda boyu eninden yüksek tahta merdivenler. İnsana dair tek bir yaşam izi yok. Yavaşca ilerliyorum. Bir tahta kapı daha.
Son kapı da açılınca karşımda gördüğüm;
Tezgâhının başında, gözlüklerinin üzerinden gözleriyle gülümseyen bir adam.
Ben hayatımda öyle sevgiyle bakan bir yüzü en son ne zaman gördüm, anımsamıyorum. Sanki bin yıldır orada oturuyor, sanki bin yıldır kimse uğramamış, sanki bin yıldır hiç dokunulmamış.
Dans eden ayakların, ustasıydı nasırlı elleri. Küçük adımların büyük önemleri arasına sıkışmış. Gülümseyen bir sızı gibi.
İplikler, kesilmiş deriler, sarısı, kırmızısı yan yana duran tek ayakkabılar arasından;
-Buyur kızım.
-İsmail Usta. Diyebildim. Bu yüze, bu duruşa nasıl buyurulabilir ki!
Üç beş model arasından bana uygun olan modeli belirledik.
Ölçtü.
-Rengi, dedi. Söyledim.
-Cumadan sonra gel al.
-Cumartesi mi.(!)
-Yok, cumadan sonra.
-Peki.
Zaman yayılmış, söz kısalmıştı sanki.
Gittim.
Ve bir masalı olsun diye, o gün bütün renklerimi İsmail Usta’ya verdim.
Kayıt Tarihi : 31.7.2012 16:52:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

* 10 Antoloji Yıldızı *
Kaleminize sağlık sayın Türkan Böcü...
TÜM YORUMLAR (7)