Birçok üniversite mezununun yazamadığı, okuyamadığı, okusa da anlayamadığı şiirleri kalpten kalbe bir asma köprü edâsında yazmayı hayat felsefesi edinmiş bir Ortaöğretim mezunu.
Sonbaharı, yerde sürüklenen kuru yaprakları, denizin uğultusunu, martıların sesini, soğuk rüzgârları, iç çekip yürünecek uzun, ince yolları.
Pişmanlığı, kırgınlığı, aldanmışlığı, adanmışlığı, harcanmışlığı, yalnızlığı, geçmiş yılları, çocukluğu, özlemi..
Derinlerimde ne saklı ise sanki zorla o vuruyor dışarı.
O var sanki, göğsümü patlatır kuvvette her şeyime hükmeden.
Aman yarabbi.
Ben nereden bilebilirdim bunun büyüdükçe kalp zarımı yırtarak delecek bir mermi olacağını.
Biri aldatır, mülkiyeti şahanedir.
Öteki aldanır, kalbi acizhane.
Tam desem ki ruhum ayaklarının altında kölen,
Zehirli bir Aşekâ içime, yok mu buna bir çare?
Ey benim sevgilim.
Karlı bir çam ormanında nefes almanın bahtiyarlığına benzer seni sevmek.
Sevmek diye adlandırılan bu naçiz kelimenin ne mucize, ne büyük, ne mücessem bir manâsı var değil mi divanların içinde.
Kays ibn'î mülevvâh, bir uçurumda bulmuştu kendini.
O uçurumun aşağısı bedenine cehennem, ruhuna Cennetti.
Görüyordu ama ses de edemiyordu.
Uzun zaman önce, kapım baharın haşarı rüzgârıyla yalandığında içeride miskin, bezmiş bir nefes gibi tutuyordum kendimi.
Sen de bilirsin öyle halleri, mahpustum kendi lojmanıma.
Birilerinin insani olmayan halleri beni insanlığımdan alıp götürmüştü. Beni resmen süpürmüştü.
İçinde askeri zamanlarım; bilimum el bombası, patlamaya hazır fünyelerim, acılı g-3’lerim, paslanmaz silahlarım vardı. Her an savaşa hazır ışıldayan demirlerim.
Başkası yoktu. Canıma kıyacak kadar caniydim.
Sokakta bıraktığım muhlis hırkanın içindeki adam giremiyordu uykularıma.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!