İSLAM SİYASET FELSEFESİNDE KIRILMA NOKTASI OLARAK KUREYŞİLİK VE EHLİ BEYT KAVRAMI
İslam siyaset felsefesi,kavramsal yönetim bilinci oluşmadan Emeviler tarafından saltanata dönüştürüldüğünden bu alanda Kuranın öngördüğü sistematik ve kurumsal bir siyaset anlayışı ve felsefesi oluşamamıştır.Cahiliye döneminde Mekke’nin yönetimi Kureyş’in iki kabilesi olan Haşimilerle Emeviler arasında bir rekabet konusu idi,bu iki kabile arasındaki rekabet Kabe’nin hakimiyeti ve söz sahipliği noktasında idi ve dönem dönem aralarında bu hakimiyet uğruna savaşlar dahi çıkmakta idi.Hz.Peygamberin Rısaletle görevlendirildiği sırada bu hakimiyet Emevi Sülalesinin (Ümeyye oğulları) elinde olup reisleri ise Ebu.Süfyan idi.Ümeyye oğullarının Hz.Peygambere İmanlarını olumsuz etkileyen önemli faktörlerin başında da yine bu kabilecilik zihniyeti etkin bir rol oynamakta idi çünkü Peygamberi kabul etmeleri halinde bu hakimiyet Haşim oğullarına –Haşim oğullarının reisi bu sırada Ebu Taliptir.- geçecekti. Cahiliye döneminde bu Kabe hakimiyeti Ehli Beyt kavramı ile ifade edilmekte ve Allah’ın evinin hakimi ve putların ve onlara ziyaret için gelenlerin hizmetlerini icra eden otorite ve şerefli kabile anlamına gelmekte idi.Hz.Peygamber döneminde hiçbir siyasi ve dini anlamı bulunmayan bu kavram cahiliye döneminden kaynaklanan Emevi,Haşimi hesaplaşmasına alet edilerek Şiiler tarafından dini bir anlam zeminine kaydırılarak günümüze değin devam edecek olan bir bölünmenin ve ayrışmanın aracı haline getirildi.Hz.Peygamberin vefatından hemen sonra ilk olarak Müslümanların emirinin kim olacağı ve bu kişinin karizması konusunda kısa bir tartışma yaşandıysa da –Ki Medineli Ensar devlet merkezi Medine olacağından ve kendilerini Hz. Peygambere yardım etmelerinden dolayı bu işin hak edeni olarak görmekte idiler- sonradan formilize edilecek olan ve asla Kurandan referans bulması mümkün olamayan Kureyşilik(Halife Kureyştendir rivayeti) kavramıyla bu iş kısa bir süre için halledilmiş gibi gözükse de Hz.Ebu Bekir ve Ömer’in dirayetli ve kabiliyetli İmamlığından(Emir) sonra Hz. Osman’ın Müslümanların emiri olası kendisinin yumuşak huyluluğundan, yönetim kabiliyetinin eksikliğinden ve Ümeyye oğullarından olması hasebiyle akrabalarının devlet kademelerinde kadrolaşması,Hz. Ebu Bekir ve Ömer’in sahabenin ileri gelenlerini yakınında meşveret için tutarken Hz.Osman’ın bunu sağlayamayışı bu dönemde bir çok sahabenin Medineyi değişik sebeplerle terk edişi Ebu Zer,Ammar b.Yasir,Selman-i Farisi gibi saygın sahabelerin Hz. Osman’ın icraatlarını eleştirmesi halkta hem Hz.Osman’a hem de yönetime karşı bir güvensizlik ve içten içe muhalefet kanadı oluşturdu ve nihayet bu muhalefet Hz.Osman’ın öldürülmesine varan ve yeniden Ümeyye, Haşim oğulları mücadelesine sahne olacak fitne olaylarının ortaya çıkmasına sebep oldu.Hz. Alinin Müslümanların emiri olması ile birlikte bu aşıret kavgası daha da büyütüldü artık ümeyye oğullarının bu kavga için bir mazeretleri de vardı bu mazeret Hz. Peygamberin kaldırdığı ve cahiliyye adeti dediği kan davası idi.Çünkü Hz. Osman Ümeyye sülalesinden idi ve Şam valisi Muaviye kendini onun kanının varisi ilan etmişti,sonunda Hz. Alinin suikast sonucu öldürülmesi ile Müslümanların emirliğini ele geçirdi ve artık Kuranın ekseninden tamamen uzaklaşan bir devlet yönetim yapısı(Siyasi sistem) şekillendi.Bu gayri meşru yapının karşısında olay meşru iktidarı suikastla bitirilen Hz.Alinin şahsında Haşim oğullarının hem intikam ve hem de aşiret mücedelesine döndürüldü burada meşruiyet gerekçesi olarak ta Ehli Beyt kavramı öne çıkarıldı.yukarıda da ifade ettiğimiz gibi aslında siyasi ve itikadi bir içeriği olmayan ve İslam öncesi Ebu Süfyan ki bu şahıs Muaviye’nin babasıdır ile Hz. Alinin Babası olan Ebu Talip arasında olan iktidar çatışması bu kavramla yeni bir hüviyet kazanarak İslam literatürüne taşınmış oldu. Bu kavram tevil ve uydurma rivayetlerle(Mübahale olayı ile ilgili rivayetler Mübahale ayeti için Bk:Aliİmran:61,Zil Kurba kavramı Bk:Şura:23) de daha sonraki süreçte beslendi ve Hz. Hüseyin ve Hasanın evlilik sebebiyle akrabası olan İranlı Müslümanların geçmiş kültürlerinden kaynaklanan(Zerdüşlük) yönetici İlah kral anlayışının da etkisiyle bu kavrama Allah tarafından üstün özellikler yüklenmiş seçkin sülale anlamında Velayet-i Evladü Resül anlamı kazandırıldı bu yeni anlamla beraber artık Ehli Beyt hem siyasi hem de dini bir anlam içeriği kazanmış oldu.Bu anlayışa göre aslında yönetme hakkı Peygamberin Hz.Fatma’dan olan evlatlarının ve neslinindir ve bu hak Ehli Beyt kavramı çerçevesinde Nasla (Ayet ve Hadis) belirlenmiştir.(Ashab-u Aba ve Ashab-u Kisa ve Sakaleyn hadisleri) Artık ümmet yönetim erki konusunda biri bu işi Kureyşe tahsis edip Ümmet ve İnsan cinsinin ortak vazifesi ve hakkı olan Hilafeti kavramını bir sülaleye tahsis ederken Ki Sünni kelam kitapları Kureyş’li olmayan bir Müslüman’ın Kureyş’li bir Müslüman’a denk(Küfüv) olmadığı gibi İslam’a aykırı ifadeler içerir.Sünniler bu olayı nas olarak algıladıkları için Abbasilerden ve Şii Büveyhilerden sonra Hilafet(İmamet) sembolik bir kurum haline gelmiş ve kurumsal yapısını kaybetmiştir çünkü artık güçlü bir Ehli Beyt devleti yoktur ve güçlü olan devlet reisleri(Selçuklu,Memlük,Osmanlı) bu sülaleden gelmediği için bu ünvanı temsil edememiştir.diğeri(Şia) bu hakkı dini ve siyasi bir içerik kazandırarak bir aileye hasretmiştir. tartışma bu çerçevede kalınca da maalesef Kuranın öngördüğü siyaset felsefesi daha doğmadan tartışma dışı bırakılmıştır gerçi Hariciler bu hakka vurgu yapmışlarsa da diğer rijit fikirlerinden dolayı bu fikirleri de kale alınmamıştır.Ehli Beyt kavramının Kurandaki müradifleri (Eşanlamlı) ile birlikte kullanımları dikkate alındığında kelimenin siyasi erk anlamında bir içeriğinin olmadığı açıkça görülecektir.Bu kavram Ehli Beyt ifadesi ile Kuranda kullanımı şu ayetlerde geçmekte Bk: Hüd:73, Kasas:12, Ahzab: 33, birinci ayette İbrahim(a.s) ‘in ev halkı kastedilmekte, İkinci ayette Musa(a.s) süt anneliği yapacak aile(anne) ,üçüncü verdiğimiz ayete Hz.Peygamberin kendisi ve eşleri kastedilmektedir.Bu kelimeye Kuranda eş anlamlı olarak kullanılan (Al) kavramı ise kimi zaman aile kimi zaman ise mensubiyet anlamında kullanılmakta,Kamer:41,Mümin:28 ve 46 ayetlerinde kavim anlamına,Kamer:34,Hicr:58-60 ve 61 de ev halkı,Aliİmran:33 ve 34. ayetlerinde ise soy ve zürriyet anlamında kullanılmaktadır.Ta-Ha:29-32 de kardeş(Hz.Harun) ,Kasas:12 de Anne (Hz.Musanın annesi) ,Kasas:8 de aile (Fravn ve eşi) ,Şura:214te yakın akraba,Hud:46 da ise Nuh (a.s) iman etmeyen oğlundan bahsedilirken O senin Al-inden değildir denilerek mensubiyetin inançla alakalı olduğuna işaret edilmiştir.Ankebut:33. Ayetinde de Hz.Lut’un hanımından aynı kapsamda bahsedilmektedir. Al-i Davut:Sebe:13, Al-i Musa,Al-i Harun Bakara:248,Al-i İbrahim Nisa:54,Al-i Fravn:Bakara:49 ayetlerinde ise aileden çok kavim, halk ve tabiler kastedilmekte. Bu kavramlardan(Ehli Beyt kavramıyla alakalı) biride (Ehl) olup Kuranda on yerde farklı anlamlarda kullanılmaktadır.
Araf:97: Bir ülkenin sahipleri
Ali İmran:64,65,70:İncil ve Tevrat okuyanlar.
Nisa:58: Mal sahibi ve mülkü elinde bulunduranlar.
Kasas:29:Aile ve evlat:yani eş ve çocuk.
Nisa:35:Kavim ve Yakın akraba.
Fetih:26:Layık ve münasip.
Meryem:55:Millet ve ümmet.
Müddesir:56:Bir şeye müstahak ve hak eden.
Ta-Ha:132:İtre,aşiret,evlat, eşler,zürriyet
Hüd:73:El Halil(İbrahim) evladı.
Bütün bu yakın anlamların istismar edilelerek Ehli Beyti Talibiler(Ebu Talibin Ali den devam eden nesli) anlamında siyasi erk haline getirmek en azından Kuran-i anlamda mümkün değildir.Hem Abbasilerin(Peygamberimizin amcası olan Abasın soyu) bu kapsamın dışında bırakılması kendi içinde bir tutarsızlıktır ve Abbasiler daha sonra bunu Talibilerle aralarında problem etmişlerdir.Hz.Alinin sıhriyetten(Hz.Fatıma ile evliliğinden dolayı) Ehli Beyt sayılırken Peygamberin iki kızıyla evli olan Hz.Osman’ın kapsam dışı bırakılması yine kızlarını Peygambere veren Hz.Ebu Bekir ve Ömer’in Ehli Beytten sayılmaması da bu teorinin başlangıçtan beri tutarsızlıklarla dolu olduğunun diğer bir ispatı niteliğindedir.Kuran’ın tesis ettiği akrabalık inanç akrabalığı iken(Bk:Hüd:46) bunun dışında ayrıcalıklı (siyasi içerikli) bir yapı anlamına gelen ve Peygamberden sonrada devam edecek olan böyle bir tanımlama mümkün değildir. Namazlarda okuduğumuz Salli,Barik dualarında açık olarak Al-i Muhammet ten bütün Müslümanların kastedildiği açıktır.Birde özellikle Şiilerin ve aslında Şiilikten esinlenen Tasavvuf ehlinin süreç içerisinde İslam-i literatüre kattığı kavramlar vardır.Al-i Resül, Al-i Beyt,İtret-ür Resül,Al-i Aba,Ashab-ı Kisa, Seyit ve Şerif bu kavramların tümü İslam’ın ruhuna uzak İdeolojik kavramsal yapıyı desteklemek için türetilmiş ve siyasallaştırılmış kavramlardır.Peygambere ve onun nesline saygı duymak ayrı şey onlara ümmetten ayrı bir siyasi iman-i paye vermek ayrı şeydir.Bu çerçevede Ahzap:33 te Allah sizi temizlemek ister ifadesinden hareketle Şiiler tarafından günahsız bir nesil üretilmesi ve imamlara masumiyet atfedilmesi söz konusudur ki bu başlı başına bir sorun dur. Sadece şunu söylemek yeterli olur ki Allah Maide:6 da Allah bütün müminleri temizlemek istemektedir buyurmaktadır. O zaman bütün müminlerin İsmet sıfatı söz konusudur denilemeyeceği gibi bu meseleyi de Allah sizin günah işlememeye dikkat etmenizi irade etmektedir şeklinde algılamak lazımdır.Tarih boyu bu kavramlar(Ehli Beyt) istismar edilmiş ve siyasi imtiyaz olarak kullanılmıştır.Her asırda yüzlerce sahte Seyit(Hz.Hüseyin’in soyu) ve Şerif(Hz. Hasan’ın soyu) türemiş bu unvanı kullanarak etrafına insan toplamış ve kendi emelini gerçekleştirmek için bu kavramları istismar etmiştir.Şu anda Arap ülkelerinde küresel emperyalizme uşaklık eden bir sürü seyit ve şerif mevcuttur.Peygamber sülalesinden gelmek ayrıcalıksa hiçbir insan bundan müstesna değildir çünkü nihayetinde herkes ilk peygamber olan Adem (a.s) ’in soyundan türemiştir.İslam itikadında üstünlük soy sop la değil,takva iledir.(Bk:Hücürat:13) Esasen tarihi ve siyasi sebeplerle kurumsal olarak gerçekleşemeyen İslam siyaset felsefesinin Temel dayanaklarını ve evrensel genel kaidelerini Kuranda ve Hz. Peygamberin sahih Sünnetinde bulmak mümkündür.Şunu da ifade etmek gerekir ki bu konu üzerinde düşünürken yaptığımız tespit şudur,Arap toplumu Kurana rağmen siyasal gelenek olarak kabileci ve nesebe dayalı bir yönetim geleneğinden gelmelerinden dolayı Kuranın öngördüğü siyasal sistemi anlayamamıştır gerçi Hz. Ebu Bekir,Ömer,Osman ve Ali’nin(R.a) İmam olarak seçilmelerinde Kuranın öngördüğü siyasal anlayış bütün olumsuzluklara rağmen gerçekleşmişse de onlardan sonra yukarıdan beri bahsettiğimiz cahiliye yönetim anlayışı İslam-i kılıfa sokularak yeniden geri getirilmiştir.Gerek Şiilerin Ehli Beyt kaynaklı imamet anlayışı gerekse de Sünnilerin Kureyşilik merkezli Hilafet anlayışı bu söylediğimiz olumsuzluğun yansımasıdır.Maalesef tarih boyu bir çok konuda olduğu gibi siyaset felsefesine temel olma anlamında da Kuran göz ardı edilmiştir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla bu çerçevedeki temel Kuran-i kaideleri şu ana kavramlar çerçevesinde sistematize etmek mümkündür.
Hilafet ve İmamet: bu erk genelde insan özde ise ümmetle alakalı bir haktır.ümmetin her bireyi,soy aşiret, ekonomik güç ve ırk ayrımı yapılmaksızın bu hakka sahiptir,insan cinsinin genel yaradılış gayesi olup(Bk:Bakara:29,Enam:165) şahsa hasredilemez yani bu Müslümanların yöneticisine isim olarak verilemez.İmam ise ümmetin İstişare ve seçimle yönetme erkini kanunlara bağlı kalma koşuluyla verdiği yöneticinin ümmet adına bu erki vekaleten yerine getirmesidir.Geçmişte bu iki kavram yöneticiler tarafından ümmetin yönetime katılma hakkı elinden alınarak yöneticilere isim olarak verilmiştir.Oysa asrı sadette kullanılan kavram Emir -el Müminindir.
Emanet ve Ehliyet(liyakat) : İslam inancında bütün evrene olduğu gibi yönetim erkine de emanet felsefesiyle bakmak esastır.Ehliyet ise bu emaneti (Yönetme erki) taşıyabilecek maddi ve manevi yeterliliğe haiz olmaktır.(Bk:Nisa:58) Bu ise saltanat sistemlerinde ve diğer totaliter siyasi sistemlerde olduğu gibi doğuştan bir takım sınıfsal ayrıcalıklar dolayısı ile elde edilemez.
Şura ve Meşveret: siyasi erkin ve ümmetin tüm umumi işlerinin danışma seçim ve istişare yoluyla halledilmesi İslam’ın temel prensibi olup bu hak bir sınıfa devredilemez.Her türlü fikre açık ve paylaşımcı bir siyaset felsefesi Şuranın olmazsa olmaz şartıdır.(Bk:Şura:38)
Hukuk Devleti: İslam yönetim sisteminde hiç kimsenin bir ayrıcalığı ve dokunulmazlığı yoktur.yönetilenler yöneticilere değil kanunlara (Şeriat) karşı sorumludur.
Bey’at ve İtaat: her fert kanunlara uyma ve ümmetin menfaatlerini gerçekleştirme şartına bağlı olarak yöneticilere bir sözleşme akdi ile yetki verir.İtaat ancak bu sözleşmenin gerçekleşmesi şartı ile mukayyettir.(Bk:Nisa:59)
Ümmet Bilinci: Bütün Müslümanların yönetme ve yönetilme anlamında eşit hak ve ödevlere sahip evrensel kardeş oldukları inancı,bu inanç zenci bir köleyi Müslümanlara komutan yapan ulvi değer sisteminin siyasi göstergesidir.Bu bilinçte ne Kureyşli olmaya ne de Peygamber sülalesinden olmaya bir paye yoktur.Bu anlayışta siyasetin temelinde millet yada ulus değil ümmet(Evrensel Müslüman kardeşliği) vardır.(Bk: Hücürat:10,Enbiya:92)
Adalet:İslam’ın bütün hükümlerinden maksat yer yüzünde adil ve kalıcı bir hukuk sistemi oluşturmaktır.oluşturulacak Kuran temelli evrensel bir siyaset felsefesi bunun sağlanması için şarttır.(Bk:Nisa:58)
Takva: İslam da hiçbir insanın akrabalık yahut başka bir bağdan dolayı üstünlük ve ayrıcalık elde etmesi söz konusu olamaz.İslam da üstünlüğün yegane ölçüsü vardır o da ilim ve takvadır.(Hücürat:13)
Sonuç olarak şunu ifade etmek lazımdır ki Kuran ve Sahih sünnete dayalı siyasal yapı asrı saadet sonrası içeriği geçmişten kalma cahiliye kültürüyle doldurulan ve süreç içerisinde dini bir anlamda kazandırılan kavramlarla daha oluşmadan tarihteki yerine terkedilmiştir.İslam hiçbir ferde siyasi,dini yahut hukuki ayrıcalık tanımaz. Bu kişi peygamber evladı olsa bile,kaldı ki; bize güre şu asırda Ehli Beyt Resule uyanlardır.Müslümanlara düşen bu anlamda gelenekte fazilet ve menkıbe arama yerine yeniden Kuran ve Sahih sünnet eksenli bir siyaset felsefesi tesis etmektir,bu ümmetin yeniden dirilişi için elzem olan en mühim husustur.
YUSUF AYGÜN/ İLAHİYATÇI
Kayıt Tarihi : 21.4.2008 15:50:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!