İşkencede susabilen bir hayvanmış bedenimiz.
Elbet korkmasına korkmadık ya adüvden
Birinci şube ikliminde geçerken ocak, şubat, mart.
Boğazımızdan aceleyle uçup giderken binlerce kuş,
Meğer işkencede susabilen bir hayvanmış bedenimiz.
Kaçıyorum kendi tabutumu taşımaktan bütün cinayetlere,
Bütün bahçelerde nevrozlu güller açar bu mevsim,
Özgürlük alnımızı okşayan hain bir mermi olmasın
Ah keşke yakabilsem bu şehrin günahlarını nar içinde
Kekik kokan dağlardan, ışığa benzeyen sağanaktan
Bir gemiden düşer gibi, erguvanlara takılmadan
Bitten pireden, sakallarıma ceset doldurmadan
Peşimizde ambülâns, peşimizde yaban eşekleri, yel değirmenleri
Allah’a emanet gidişimiz, sular dökülmeden arkamıza
Düşüyoruz dipsiz kuyuya, burası Yusuf’’un düştüğü kuyumudur?
Bu zebanilerde kim, kuyunun içinde seyahat
Pis kokular geliyor, burada İstanbul yok,
İstanbul uzaklaştırılmış saçlarımızın renginden
Kefen sarıyoruz günlere, bak şu kol bacak kıranlara
Cesur martı sesleri geliyor dışarıdan, burada kemik sesleri
Adres bulamayan çığlıklar yükseliyor yakınlardan
Dünyaya meydan okuyoruz akrep yuvasında gözlerimiz kapalı
Beyaz yelkenliler geçiyor karanlığın en koyusunda
Artık ölebilirim kendimi yaşatmak için güz çocuklarına
Ah bir bilseniz ne anlatmaya çalışıyorum asıl, farkında mısınız?
Bu yılanlar kuyusundan geçtik sarılıp gövdesine türkülerin
O yılanlı kuyular hala kanlı gömleğinde Yusuf’un,
YUSUFLAR BEKLER.
Kayıt Tarihi : 20.2.2008 23:23:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!