Bülbülü zar eden gülün sesine
Sevmeyi bilmeyen kusur bilir mi
Boyun büker sevda bilmem nesine
Varlığı zer eden zerre bilir mi
Kaçırır gözünü kirpiği telaş
Mendillerim var abiler ablalar
Allısı pullusu
Üç beş kuruşa satıp ekmek alacağım
Anam hasta benim babam yok ki
Yüreğim yasta benim bilmezsiniz.
Kış erken çaldı kapımızı
Dağlar sarmış gönlü Ferhat değilim
Yürek tükendiyse şirin ne yapsın
Bağbozumu sanmış mezar ölüyü
Ruh sadık canana seven ne yapsın.
Hazan eder zalim güler geçermiş
Şiir kokan dudaklarına başımı yasladım
Gri bir tebessüm bulutuna küs
Avuç dolusu kırlangıçlar gibi
Pencere camından süzülüyordu yağmur.
Nasılda acemi ve ürkekti
Varam dedim dağlar aşıp bağlara
Dağ oldum dağları bir itemedim
Gönül od’a düştü aşkım çığlara
Buz tutmuş sevdayı eritemedim
Bahar geliyor Sümeyye
Ayak sesinden tanırım yağmuru
Bir karınca su taşır yoluna
Bulutu bol olur hicranın
Yeni bardaktır her şey
Yüzünde gelecek günler için
Sıcak ve soğuk
Küçük odalı
Eski karton kutuların/Yırtık ağızlı köşesinde
Zamanın çınlattığı bir çizginin
Ayrı yerlerinde kesişen umarsızlık
Eşkâli yok küfrün, kimliğini kim bilir
Dağılır eski bir keder gibi
Paslı mazgallardan hüznü
Avuç içi kadar tanıdık yolları bilendik
Dağların
Eteklerine dolanan
Bir rüzgârdı sesim
Kanadına güç vermek için
Kırlangıcın.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!