İnsanlar…
Canavarlar…
Ne daha dün başladı…
Ne de hemen yarın bitecek…
Binyıllardır yazılan tüm hikayeler…
Efsaneler…
Canavarlara karşı savaşan insanlar…
Kahramanlaşanlar…
Şimdilerde ise gözümüzden kaçan…
Yeni hikayelerdeki canavarlar…
Bizleriz…
Kendi annesini…
Kendi bebeğini öldüren…
Kendi ırkını yoketmekten korkmayan…
Oynanan sahneler şaşırtıcı değil…
Kendi keşfettiği mertlik bozan bir alet…
100 metreden öldürülen bir kaplan...
Sahte cesaret…
Korkaklık temsilcisi…
Simsiyah isle kaplanıp zehirlenmiş kalpler…
Satılığa çıkartılan ruhlar…
Senaryoları yazarlar…
Ve oyunu oynarlar…
Evrenin en mükemmel eseri olarak yaratılan…
Ama hep böyle kalacağına dair söz verilmeyen…
Cehennem ateşini tadacak…
Bu ateşi hakeden…
Tek canlı…
Hayvanları et ve aksesuar olarak gören…
Kendisinin de etten-kemikten olduğunu unutan…
Markalaşacak ürünlerin yapılabileceğini derisinden …
Tadanların etini çok lezzetli bulduklarını hiç düşünmeyen…
Halt etmiş Descartes’a katılan…
Dünyasını yokeden…
Özbenliğini kaybeden…
Ruhsuz makinelere dönen…
Canavarlar…
İnsanlar…
(İstanbul, Ocak 2005)
Not: Sivas belediye hayvan barınağı bilinmeyen kişiler tarafından basılır. Yavrulu annelere ve yavrularına tecavüz edilir. Yavrular parçalanır. Etrafta bira şişeleri saçılır. Ertesi sabah anneleri gelenleri yavrularına götürür, ölülerini gösterir. Bugün vücudunda kendine “insan” diyenlerin artıkları, vücudunda sızılar, ruhunda acılar… Fakat ne yazık ki “köpek annenin” acısını kimse anlamaz.
Şu anda hepimiz yaptığımız işlerin tümünü bıraksak ve her birimiz çocuklarımıza yaşadığımız dünyaya ve onun üzerinde yaşayan tüm canlılara sahip çıkma ve koruma duygusunu aşılasak… Tek işimiz bu olsa… 50 yıl sonra dünya nasıl olurdu acaba?
Kayıt Tarihi : 28.1.2005 15:27:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)