İnsanların bilir olmaları ve ahlaki davranışları, çok büyük oranda inanma eğilimlidirler. Nedenine de yukarıda kısmen değindim. Bir şey için çok büyük orandadır, demek; o şey, %50’nin üstüdür demek. Elliden sonraki niceliği kesir olarak, binde birlik olarak anlarsak; söz gelimi %50,001 yüzde elli nokta, binde birlik bir oran; 51 den küçüktür, ama 50’den de çok büyüktür. Bu tür değerleme nicelikler, çok büyük olama oranın, hem başıdırlar, hem de çok büyük bir değer oluşturmasının kendisidirler.
Çok büyük değerler, ekseriyetler; %50,001’den başlar %99,999’a değin sürer. Sistem %100 olmasa da sistemler nicel birikmeler sonunda, nitelik değiştirir. Sistemlerde kuantik özelliklerden dolayı 0,001’lik tek bir tekillik mutlaka kalır. Söz gelimi bir klanın %99,999’u yılandan korkuyor olabilir Ama %0,001’lik kişileri, yılandan korkmuyor olabilecektir. Yine bir klanın üyelerinin yine %99,999’u, bir kapıları varsa, kapının üst eşiğine (süveye) kafasını mutlaka vurarak içeri geçiyor ise, buna rağmen %0,001lik bir tekil kişiler oranı da yine kafasını üst kasaya vurmadan, geçiyor olacaktır.
Bunun terside olasıdır. Yani nüfusun ekseri büyük oranda çoğunluğu %99,999’u kafasını süveye (kapı kasasına) çarpmaz iken ve yılana dokunmaktan korkmaz iken, mutlaka yine %0,001lik bir tekillik olarak, kafasını kasaya çarparak girecektir. Ve yine yılana dokunmaktan korkan, %0,001 bir kişi oranı daima var bulunacaktır. Bu şu demek, siz halkı olanca öz veri ile okuryazar, ehil yapsanız bile; okuryazar ve ehil olmayan en az %0,001’lik bir kesim mutlaka olacaktır. Bunlar patolojik geriliklerden de olabilir. Ama bu durumlar mutlaka ve zorunlu olarak olacaktır.
Ekseriden olma kuramımız, ekseriden olmamayı da zorunlu olarak içerdiği, hiç unutulmamalıdır. Olayları, olguları, gelişmeleri, anlamanın kökeninde bunlar ekseriyet olma vardır ve ekseriyetin içinde de, ekseriyet olamama durumu vardır. Bunlar, daima zamanla yer değiştiren egemenliklerdir.
İnsanlar ahlakını, sosyal ve toplumsal yapısından alıp öğrenecekti. Bunlar geçmiş zamanların, nesiller boyu aktardığı, birikme tecrübe nakillerdir. Zaman içinde az az biriktirerek kurallaştırıldılar.
Biz bu sosyal yaşamlara bakarken, bunların asla bilmedikleri, bizim olan kavram anlamalarla bunların yaşamına bakıp onları anlamaya çalışmamalıyız. Biyolojisel yaklaşım onlarla ortak ve temelken ahlaki yaklaşım onlarla ortak değildir. Ancak sosyal davranış olarak bizi çekimleyen ve etrafında eksen kılan bir ahlaki anlamalar duygu ve sağduyu değerleri oluşması ortaktır. Bu çekimleyici alana doldurulacak çekimlemeler oldukça öznel ve sübjektiflikler ve farklılıklar içerebilmektedir. Bu nedenledir ki bizim zina ahlak kavramımız sosyal birlik üyelerinde yoktur. Tek eşlilik yine başlangıcın sosyal birlik klanel üyelerinde yoktur. Ana duygusu çocuğun en yakınsak iletişme ve duygu enformelleri içinde zorunlu varken, bir baba algısı yoktur. Böyle olunca bugünkü gözlüğümüzle ve ana baba ilişkileri gözümüzle, eski sosyal birlik üyelerine bakmamalıyız. Ta ki M.Ö’ ki 2000’li yıllara değin. Çünkü ancak bu yıllarda aile ve soy şecereci, zina gibi kavrayış, yavaş yavaş oluşturulmuştur. Ve ilişkileme kurumsallaşmaların hala yola konması, epey bir gel git hareketleri ile sürmüştür ve sürmektedir.
Bir insan ahlaken, neden iyi olmalıyım? Ya da insan neden iyi olmak zorunda? Böyle bir soruyu ele aldığınızda epey terlersiniz. Benim alttaki yazıyı okumadan önce, bir iyice cevap vermeye çalışınız. Fantezilere kaçmadan eğip bükmeden cevaplayım.
Bu tür soyut ve absürt soruya; neye göre; hangi geçmişe göre; iyi olmalıyım? İyilik ne? Sanki insanlar zorunlu bir iyilikte anlaşmışlar, ya da mutlak bir türlü bir iyilik varmış gibi! Önyargıların sorusudur bu.
Bu soru terstir ve iler tutar yanı olmayan bir sorudur. Siz bu soruyu bu günkü gelişmişlik öğrenmişlik şartlanmışlık ve ezberlenmişlikler mantığı ışığı altında soruyorsunuz. Elbette cevabı da fantastik ve gerçek dışı olacaktır. Binlerce yılın girişmesi ile olgulaşan olaylar, bizde ego düzlemine göre; haz ve elem duygusu uyandırmıştır. Biz hazlara eğilimleşip onları hoş ve iyi görmüşüzdür. Elem veren karşılaşmalardan kaçınıp, onları kötü görmüşüzdür. Bir başka yandan da, bizim iyimiz diğer insanlara ve doğa işleyişine aykırı ve ters olmaktadır.
Sanki bunlar yokmuş da, salt bir iyi (ahlak) varmış gibi, bir ön kabul temelinde insanları ipnotize ediyoruz. Bundan 50 000 yıl öncesi insanı; Ay’a nasıl gitmeliyim? Diye bir soruyu önüne koyamaz ise, yine 20 000 yıl öncesinin insanı da neden iyi olmalıyım! Gibi bir soruyu ortaya koyamazdı. İçinde yaşadığı olağanlığın dışında, kötülüğü düşünüp bilmiyordu. Örneğin esrar satmıyor, gazoza uyku ilacı koymuyorlardı. Banka soymayıp, sadaka vermiyor, kapkaç yapmıyordu. Tüm bunlar akıllarının ucunda dahi geçirmediği bilinmezlerdi. Bu sorunun yanıtı, “neden kötü olmalıyım? ' sorusu cevabında da sezilir.
İnsanın bırakın neden iyi olması gerektiği gibi bir fantastik absürt ve bu günün koşullarında sorulmuş mantıksız soruyu; insanın iyi olması şöyle dursun, bir birine yamyamlık edip, bir birini yiyordu. Siz bu ortamda insanın iyiliği hayal, edip, iyiliği günlük bir meselesi gibi ele aldığını düşünüyorsanız şaşarım. Bu durumda iyiliği hayal ettiğini bir yana bırakın, bugünkü anlayışa uygun kırıntı bir ahlak, bile ortaya çıkaramazsınız. Toplumsal olmadan ahlaklı olamazsınız.
Başlangıcın sosyal insanı; iyi olmak gibi bir durum ve sorunu, asla; ne önüne almıştır, nede ortaya koymuştur. Nede doğa, böylesi bir sorunsal görevi insana; hiçbir zaman yüklememiştir de. İyilik ve kötülüğü bilmeden bunların ego yansımalarını sizin hoşnutluk (haz) hoşnutsuzluk ve acı (elem) olarak yansıttığınız bir tepki koyuş vardı. Karnınızı doyurmak için, yaşamak için, güvende olmak için, daima bir savunma mekanizması ego düzlemi ile öldürmek zorunda ve davranışlar tepkisi içindeydiniz o kadar.
Sürecek
Bayram KayaKayıt Tarihi : 10.2.2010 13:31:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!