Bu gün karnı tok insanın, kendi açlığına rağmen belki iyiliği vardır. Bunun nedeni, karnı doymuş insanın, öğrenme yolu ile soyutlama gücünün bir insani değer olarak kendini aitleştirme ulviliğidir. Ve ölüm oruçları ile de bu insanilik çok azda olsa bir oluşlar alanı, tikel davranışlarıdır. Ve bu tutum, genellikle solcu gençlerin, tarihte ilk kez kurulu düzene muhalif olmaları ve haksızlıklar görmelerine istinaden, genelin inancı gibi inancı olmayanların, inanç değerlenmesidir. Tabiidir ki şimdi bu eylem sağ ve sol grupların baskılar ve yasal haklar karşısında ki eylem koyuşlarının bir düsturu olmuştur. Üstelik ahlakın temelini, Tanrı inancına bağlayanlara bu davranışlar ithaf olunur. Tanrı konusu apayrı bir ulvi ayırt ediciliktir. Bu başka bir yazı çalışmasının konusu olabilir.
O günün koşullarında “neden iyi olmalıyım? ” gibi bir soru; o insanlara sorulsa idi, o insanların bırakın sizi insanca düşünür olarak anlamalarını, eğer bunu ifade edebiliyorlarsa idiler, sizi zavallı bir sapık olarak göreceklerdir.
Aslında bu tür sorular, tek cevap almak için sorulur. Hatta bu soruyu şöyle de sorabilirsiniz. Niçin ahlaklıyız? denildiğinde: Allah’a hesap vereceğimiz için, Allah olduğu için, demeniz istenir. Baştan söylediğim gibi, bu tür mantıksal işlerlikler edinmek çogu sorunsallar karşısında, bilgisizlik ve beyni pasifte çalıştırma yatkınlığı olmaktadır. Yani aklı işletememenin kusuru, nakli işleterek inanmayla, bilme ihtiyacınız kapatılmış olur. Oysa iyilik yapma edimi, bir çok toplumsal girişmenizin, yine sizin üzerinize, güvenlik algısı olarak yansımasının, bir karşılanmasıdır.
Bir atasözü var: “”aç it, fırın yıkar”” diye. İşte iyilikleriniz de bu toplumsal girişmelerin sonucunda, yine kendinizin güvenliği için vardır. Yani fırınınızı yıktırmamak için vardır. Yıkılan fırınlarınızın altında kalmamanız için iyilik vardır. Yani detaya girmiyorum. Toplumda açların varlığı, sizin üzerinize hırsızlık, yağma, darp olma, gasp edilme, hatta canınıza mal olma gibi yansıyacağından, bunun tedbiri olarak iyilik vardır denebilir. Eşitlikler arasında, iyilik vuku bulmaz. yardımlaşma vardır. Çoğu yardımlaşmalarda iyilik değildir.Bu eşitler olgusu, bedensel gücü, maddi gücü ve zihinsel gücü içerir.
İnsanlığın henüz tam bir toplumsal girişme yapmadığı, çapul ve yağma döneminde çapulcu gruplar, ele geçirdiği esirleri esir olarak tutmazdılar. Çünkü bunun haklı bir gerekçesi vardı. Esir demek, onun için fazladan bir karnın doyurulması demekti. Esir kaçmasın diye, kendisin de, esir başında, tıpkı bir esir gibi beklemesi demekti. Kendisi yağmacı olan birileri, bunları; sırf ” iyilik olsun” diye esir almayı düşünmezlerdi bile! Aksine iyiliği ve kötülüğü düşünmeden, esir etmeden, öldürürdüler.
Ne zaman ki toplumlar ittifakı iyice oturan bir girişmeler yaptı; ne zaman köle emeği ortaya çıktı, artık esirler merhamet gereği(!) iyilik olsun diye (!) öldürülmediler! Köle edildiler. Köleler de sağ olsunlar! Canlarının karşılığında; 'bari bizler de tarlada, işte, güçte, çalışalım da, sizlere can borcumuzu ödeyelim' dediler! Esirler böylece iyilik olsun diye, canlarının karşılığını da ödediler! Böyle bir soruya, böyle bir istihza şart oldu.
Her şey gibi ahlak da toplumsal girişmelerin, izafi yansımalarından kurallaşır. Eski Tevrat yazmalarında göre insanlar, hiç esir almadan, yağmalamayı Tanrı emri olarak yerine getirirlerdi. İsrail dışında, kimseye merhamet de yoktur. İyilikte yoktur. Köle emeği bir değer olarak ortaya çıkınca, tanrıda fikir değiştirip, merhamet etmiş, artık işe yararlar hiç değilse esir edilmişti. İşe yaramazlar yine feleğin sillesini yemiştirler. İslamcın Tanrı’sı da esirleri; ' eğer uysallıkla baş eğer ve cizye verirlerse' öldürülmemelerini söyler. Değilse ölürlerdi. Bundan tabi ne olurdu ki.
Diğer dinlerde benzer yolda yürümüşlerdir. Köle emeğini ve köleciliği meşru kılmışlardı. Hem köle emeğini meşru kılmışlar, hem de kölelere ilişkin yaşamsal sorunları insancıl öğüt ve telkinlerle önlemeye çalışan, ahlaki varlaştırmalar yapmışlardır.Toplumunuzun ilişki düzeni ve yaşantılaşması ne ise; ahlakınız, inançlarınız ve bunların meşruiyet olumlaması da öyle olmak zorunda idi.
Bugünkü mücadeleler gibi köleler de isyanlar edip az buçuk haklarını aldıkça, bu hakların derli toplu kural ve kurumlaşmasına da, dinler eli ile kavuşuyorlardı. Hala dinler nesnel oluşun yerini doldurabiliyor ve bu kurumsallığını yerine getirebiliyordu. İşte dinler büyük bir yenilik yapmış gibi, bu elde edilen hakları onaylayıp, olumlamasını yapıp, bunlardan kutsallık mucizeleri ortaya atıyorlardı.
Oysa olup biten; nesnel, objektif, toplumsal gelişmelerin, güne denk düşen çelişmelerini, yanlış (aksayan) ve doğrularını (işleyenlerini) , ilişkileyip, kural ve kaidelere bağlayan yaşamsallardı. Ve bu yüzden sık sık değiştirilip düzenlenmesi gerekiyordu. 1700'lü yılların sonuna doğru gelindiğinde, ekseri anlayışın ufkunda kölelik, artık bir insanlık suçu sayılacaktı!
Nedeni, ne merhametti, ne de; kölelere iyilik yapma istekleri idi. Ne de Allah korkusu idi. Sanayi ortaya çıkmaya başlamıştı. Toplumun (sermaye sahiplerinin) hem emek gücüne, hem de ucuz insan emeğine ihtiyaçları vardı. Bunu da ancak zorunlu olarak köleleri, toprak köleliğinden özgürleştirerek yapabilirlerdi. Tarım kölelerini insanlık sosu adına, insan hakları adına! Serbest kılarak, köleciliği yasaklayarak, köleliği insanlık ayıbı sayarak sağlayabilirlerdi.
Sürecek
Bayram KayaKayıt Tarihi : 31.1.2010 13:13:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Gönül pınarınızdan kana kana içtim
Yazan yüreğiniz hiç susmasın
saygılar kaleminize
TÜM YORUMLAR (2)