İnsanın Tutumlarındaki Evirilim 01

Bayram Kaya
2924

ŞİİR


13

TAKİPÇİ

İnsanın Tutumlarındaki Evirilim 01

Geçmişteki insanlığın gelişmesini bilemeyenler, geleceği de bilip, gelecekte de, ne şekil yol alınacağını bilemezler. Böylesi bilmezdi insanlar, bir kadercilik telakkisi ile yol sürprizlerini bekleşirken, sağlıklı bir gelişmişlikle yolu alamazlar. Böyle insanlar, bilme ihtiyaçlarının yerine, inancını koyarak ikna olmuşturlar.

Yaşantısal ve doğal ilişkilenmeleri içinde akılı ve mantığı çıkaramayan anlayışlar, aklın ve bilmenin yerine inancı koyarak güdük ve küt anlamalarla da olsa, kendilerini bu günkü seviyenin düzeyine doğru geliştirmişlerdir.Zaman akışının ve zamanın değişmesinin içinde, pek pek kalıcı olan bir şey bilinmemektedir. İnançlar da laikleşme ile toplumdan ayrılacaktı.

İnançların temelindeki dünya anlayışlarda; kendi içinde geliştikleri her bir etnik kabileci sosyolojik dünyanın, geçmişten beridir hep öyle oldukları; hep kendi yayıldıkları zaman düzleminin eksenindeki gibi durum içinde olduklarının kuruntu sanılarıyla dünyayı bilip, anlamışlardır.

Ve olan her değişmeyi; bir bozulup sapmanın, bir sapıklığın kendileri ile düzeltilmesi olarak telkin etmişlerdir. Sözün gelişi, Âdem’le Havva; her şeyin adını öğrenirken, sanki bir ellerinde çapa, diğer ellerinde kazma, ayaklarında da çarık, üzerlerinden de igs den elbise varmıştı gibi biçimlenir ve böylece her şeyin adını öğrenirler!

Çünkü dinlerin oluştuğu toplumsal yapılar ve sosyal yapılar; sınırlı bir nesnel kullanımla ve o hep o aynı nesneleri tanıma ve bilmeyle dayalı eş koşuldu. Bununlarında adını öğrenmek, hemem hemen her dönemde aynı kullanımlardı olması gerekenlerdi. Bu ilkten beri durup durduğu sanılan şeylerin yanılgısıyla Ademe her şeyin adı öğretilmişti.

Örneğin bu mantıkla Adem, hiç bir zaman bilemeyeceği bir BMW'nin adını da öğrenmişti! aslında bunun tarihsel çözümü, tarihsel gerçeğin ifadesidir. Ama burası konunun yeri değildir.

Böyle bir gerçeklik yoktu. Bırakın kazmayı, kürek gibi teknik oluşmayı, bugünkü gibisine ana baba kardeş anlayışı dahi yoktu o dönemler. Eğer ilk sosyolojik oluşmayı, bugünkü kalıplarla ve mutlaka bugünkü soy sop aitleşmesi ile tanılayacaksak; ana babalar yok, yerine benzer rol türden klan babalar, klan analar ve klan kardeşler var. Yani aile, o sosyal klanın kendisi idi.

Komün kendi aç olanından sorumlu idi. Şimdi yeni oluşan toplumla açlık, bir anlamda olması gereken, bir hizmet etme durumuydu. Hatta açlık giderek sınıfsal ayrışmaların yorumlanış mantığına göre; fakirlikti tembel olmanın bir anlatımsal yorumlanmasıydı da. Çok çok sonradan da, inanç eğilimleri sistemleştikçe de, açlık Tanrı'nın rızıkları eşitsiz dağıtmasının ve insan sabrını sınava çekmenin bir başka yorumlanmasının yansır olması,olacaktı.

Bir kez, özel mülkiyetin özel becerileri ile,çalışma ve yetenek ve mal edinmedeki farklardan kaynaklı tutumlaşışlarla eşitsizlik ortaya konmuştu. Tüm devinimler örgütlü yapılarda şebeke ağ ilişkisi bağı kurar. Özelleşme zorunlu bir eşitsiz gelişme ve eşitsiz ahlak (tutum) edinme girişmesiydi. Bu eşitsizleşmenin çatışkılarından giriştirilen zorunlu ve farklı ahlaki üremeler olacaktı.

İnançların temelinde, sosyolojik dünyayı, geçmişten beri hep kendi yayıldıkları zaman düzleminin eksenindeki gibi bilip, anlamışlardır. Ve olan her değişmeyi; bir bozulup sapmanın, kendileri ile düzeltilmesi olarak telkin etmişlerdir. Sözün gelişi, Âdem'le Havva; her şeyin adını öğrenirken, sanki bir ellerinde çapa, diğer ellerinde kazma, ayaklarında da çarık, üzerlerinden de igs den elbise vardı!

Sosyal birlikler döneminde böyle bir gerçeklik yoktu. Bırakın kazmayı, kürek gibi teknik oluşmayı, bugünkü gibisine ana baba kardeş anlayışı dahi yoktur. Eğer ilk sosyolojik oluşmayı, bugünkü kalıplarla ve mutlaka soy sop aitleşmesi ile tanılayacaksak; bir doğuran kadın varsa da, ana babalar yoktu. Yerine benzer rol türden klan babalar, klan analar ve klan kardeşler vardı.

Bu klan analar, babalar, kardeşler de, bugünkü gibi bir ana, baba, kardeş hiç değillerdi. İlişkinin belki bir düzenleşilmesi varsa da, bu kuşak farkı, ve anne, baba, kardeş olma gibi bir anlayışı bilmek değildi. Herkesin herkesle serbest olduğu, bir totem soy sop birliği meşruluğudur görünen. Yani bugünkü mantıkla bakıp anladığımız bir dönem değildir. Daha beyaz kadın ticareti, henüz olanaksızdır. İtaat etmeyen kadına, kırbaç cezası daha akıldan bile geçmez.

Aidiyetleşmenin, yaptırım gücünün nedenlerinden birisi de, grup üyelerinin ya da o toplumun, her bir üyelerinin; bir şeyleri, bir sağlayış ilişkilerini, bir kullanımı (yol, hastane gibi) hep birlikte paylaşıyorlar olması gerekir. Bunlar ekonomik ilişkiler gibi güvenlik ilişkileri gibi, normatif ilişkilerdirler. Başlangıcın bütünsel davranışlarında, bu türden ilgi ve ilişkilerin paylaşılmaları, gerekli ve zorunluydu.

Böylesi bir aidilikte, toptan algılı tanımlılık söz konusuydu. Bu paylaşımlar ne kadar genelleşirse, grup aidiyet bağlılıkları da o denli şiddetleniyordu. Özgecilik savunuşlarınız büyüyordu. Büyüyen özgecilik duygularınız, kısmen kişi egosunun üzerine yükseliyordu. Bu nedenledir ki kişi ya da kişiler özgeciliğe feda olmanın, özgeciliğe kurban edilmenin bilincini taşıyıp sahipleniyorlardı.

Sağlayışlar ne kadarı da bireyselleşirse; birlikçi yapısal anlayışlardan, ayrılışla kopmalar ve sağlayışların tamahları, daha bir özel tutuma kayar olurdu. Hele de, özellikle de, ekonomik yönden, ne kadar özelleştirilirseniz, bencilliğiniz o kadar hırs ve sahibiyetlikle artardı. Yalnızlaşma başlar. Grup aitliğiniz ve kardeşliğiniz ve özgecil oluşunuz zayıflardı. Geleceğin inşası olan kapitalizm buradan inşa olacaktı.

Özgecilik dönemi ahlakınız; toptan üretmenin, toptan paylaşılması ve toptan klan zenginliği esası üzerine idi. Bencillik dönemi ahlakınız ise bireysel sahip oluşların, bireysel tüketim zenginliği üzerine olacaktır. Bu iki ahlak tipi birbirine hiç benzemeyecektir. Sonraki dönemlerde dinler içinde de bu iki yaşantılaşmanın ahlakına ilişkin uyuşmaz ahlak öğeleri, gelenekle sahip çıkılıp, korunur olacaklardı.

Gelecek içinde, sosyal birlikçi özgecil yapı ortada yoktu, ama onun ahlakı öğeleri kutsal bir yasa olaraktan dinlerin içinde, yorumlanamaz bir abuk sabuk düşünceymiş gibi durup duruyor olacaklardı. Yorumculara ekmek kapısı çıksın diye değildi ama maalesef öyle olacaktı! Yorumcular gerçeği yorumlar olmanın değil, fanteziler ve şaşkınlıklar yapıcı yorumlamanın becerikliliği olacaktı!

Bizim ahlak namus diye biçimlediğimiz bu günkü anlayış, o zamanlar hiç bilinir düşünülür, bir şey yargı değildir. Belki biraz kur, biraz erkeksi, kadınsı düellolar, ama kuytularda her birinin birbiri ile serbestlik anlayışı ile münasebet ettiği sıradan bir haldi. Doğuranın, doğan üzerinde fazladan bir bağ hakkı daha henüz hemen hemen hiç yoktur. Hatta 'aşk düzenleyici' biri, daha sosyal bir yaşamı olan klanlar da, günlük seyir içinde, kimin kimle aşksal birliktelik yapacaklarını, bildirip, belirleyip iznini veriyordu.

Çünkü ortalık yerde analık hakkını icap ettirecek, özelleşen bir sigorta ya da miras sistemi daha yoktu. Bütün ilerideki gelişmenin şimdiden bilinmesine ihtiyaç da duyulmuyordu. Çünkü klanın kendisi kişiye sigorta idi. Klan bireylerin gelecek kaygısını ve savunmasını, topluca birlik içinde üslenmişti.

Eğer inekler de özelleşen bir üretim sistemi içinde olsalar idi, danalara zor günleri için, analık hakkı yükleyeceklerine emindim. İnekler buna gerek duymazlar. Çünkü gereksinmeleri hemen ayağının altında, nimeti ayağı ile çiğneyip içine ederek, salınırlar. Yiyeceklerini yeme zahmetinden gayrı, her şeyleri zahmetsizce gibidirler.

Doğurtan ise, zaten bellisizdi. Kişilerde bir analık duygu bağı oluşacağı pekin bilgi ise de babalık tüm klan erkek birey ilişkilerinin ve yaklaşımlarının, tattırdığı bir duygu idi. Bugünkü ahlak anlayışınızla o güne bakarsanız, olayı ne anlayabilirsiniz, nede yorumlayabilirsiniz. Zaten böyle bir bakış açısı, bizim o günleri anlar olmamızı önleyen engelsel sınırlılıklarımızdırlar. Ve böylelikle, bu engeller kıt kafalı oluşumuzun kendi resmidir.

Akraba gibi anlayış bağları olmayıp, sadece duygusal klan aidiyet bağlılık ilişkilenmesidir. Aile yoktur. Eğer aile tasarlayacaksak, klanın tümü ve tüm ilişkileri ailedir. Kişiler, gözünü dünyaya açtığı anda, bir sosyal çevrenin, aynı kişilerinin, yaşama ilişkisi yansıması ile karşılaşmıştır. Yansıyan bu sosyal çevre, onda bilinir olanın alışma güvenini ve alışmanın bağlılığını güçlendirmiştir.

İşte bütün ana baba kardeş değer yargısı, bu alışma, yardımlaşma bağ değer duygusu birliğidir. Bu duyguyu da sadece kendi klanı içinde görebilir. Başka klanlar kendisine saldırgancadırlar. Aksi halde özel bir durum değildir. İlk aile bağı, anne baba kardeşlerden olmayıp, grup, ya da klan duygu birlik bağılı, tümelci anlayış ilişkisidir.

Takriben 750 milyon yıl önce karaya çıkan canlılık, sıcakkanlılığın ve pek çok gelişmenin evrimleri sonunda, 500 milyon yıl önce üst beyinin bulanık yansımaları ile ancak baş başa idiler. Beyinle zekâyı karıştırmayınız. Bu evreye değin, zaten arkaik zekâları vardır. Beyinleri olmasa dahi organiklerde ve doğada, zaten bir zekâ vardır. Buraya girip de konuyu uzatmayayım.

Bir tek hücrenin, kendi başının çaresine bakar olması bile, zekânın temellerinin nasıl bir süreçlerle ve seçme, ayıklama ilkelerinden, oluştuğu meydana çıkar.

Organiklerin, hücredeki organ eller düzlemindeki ilişkilenmesi, yine organikler bazında, dışta kolinize ya da sürü yaşamalarının bir egoizmidir, İnsanların sosyal yaşamları da bu egoizmin mantığı üzerinde, devinerek geliştiği, temel yapıdırlar. Gerideki bu hücre içi organ el ilişki düzeni, aynı temel düzlemden hareketle, sosyal yaşamlarda da benzeri davranışlaştırılarak davranılmıştır. Bu nedenle hücre düzeni ve organizma dışı koloniye yaşam, Simbiyoz yaşam, sosyal yaşam, hatta toplumsal yaşamdaki andırış benzerlikler, kaçınılmaz olmuştur. Tıpkı, diğer kimi canlılarla, bizim vücut kimyalarımızın aynı olması gibi.

Metabolizmalarımızın çok çok büyük oranda birbirinin aynı olması gibidir. Ve yine, humoral sistemlerimizin çok çok büyük oranda aynı düzlem eksen ve yapılaşmalar esası üzerinde devinmesi gibidir. Ve tüm bunlar onlardan, kısmen ayrıldığı, bir zemin ilişkiselliktir. Ahlakımızın gelişmesi bu görece bağıntıda tecelli bulacaktır. Sonuçta, ahlakımız da ego dürtüsünün sosyal ve toplumsal yaşantılaşma sağlayış şekli ilişkilenmesi ile gelişecektir. Sosyal ve toplumsal yapımız ve beynin işe karışmasıyla ruhsallaşacaktı.

Hiçbir oluşumlar, tam bir ideallik, yani mükemmellik taşımazlar. Daima devindiren karşıt çelişmesi ile kaimdir. Bu uçlar, tekil, tikel durumlarla kaos ve felaketler durumunu yaratırlar. Tümelleşmeye giden durumlarla ne tam tümelleşmiş, nede tümelleşmemiş durumdadır. Sistem tam da tümelleşmenin özelliğini verir iken, sistemler nitelik sıçramaları yaparlar. Yani sistem ve oluşumları %100 verimliliğe gitmezler.

Sürecek

Bayram Kaya
Kayıt Tarihi : 26.1.2010 02:35:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Bayram Kaya