İnsanın en güzeli Atilla İlhan'a

Suna Aras
133

ŞİİR


7

TAKİPÇİ

İnsanın en güzeli Atilla İlhan'a

Kaç gündür yüreğimde bir boşluğun ateşi körüklenip duruyor. Kaç gündür açıp açıp kapatıyorum bilgisayarı. Daha dün, tabutuna titreyen ellerimle dokunsam da, bir demet karanfille güle güle desem de bu gerçek değişmiyor. Sanki gördüğüm bu kötü rüya, tuşlara dokunduğum an gerçek olacak. O an gelecek ve şiir beyi, o sonsuzluktan bir daha hiç dönmeyecek. Felaketi olacak şiirin, aşkların, dizinin dibinde umut çoğaltan gençlerin felaketi. Elimizde sadece bir demet hüzün kalacak. Adı mıh gibi çakılıp kalsa da aklımıza, hüzün hep kalacak. Bütün ayrılıklar sevdaya dâhil olacak. Bir daha kimse yüzümüze sevginin ve inanmanın o derin ışıltısıyla bakmayacak. Anılar ağlaşacak…

Anılar dedim de…
Neden hemen, şimdi size bir mektup yazmıyorum ki?
Boynuma borç bildiğim bu yazıyı, bir mektup gibi yazabilirsem tamamlayabilirim ancak.
Sevgili öğretenim, öğretmenim benim.
Başka türlü olmaz. Başka türlüsünü içim kaldırmıyor, kaldıramaz!
Kötü haberi aldığım o günden beri anılar demliyorum usta. Tavşankanı çay misali ve geçiyorum her ayrıntının başına, hüzünle yudumluyorum her anı. Her ayrıntıyı bir daha içiyorum. Anılarla her deme oturduğumda bir daha minnet duyuyorum şiire, Muhlise ve Abdurahman Aydın kardeşlere. Her üçüne de gönül borcum var. Her üçüne de teşekkür ediyorum.
Sizinle tanışmama neden oldukları için.
Şiir olmasa, Muhlise şiirleri okuyacağım bahanesiyle ağabeyi Abdurahman beye götürmeyecekti. Abdurahman beyde şiirlerden etkilendiği için size göndermeyecekti.
Sizde Abdurahman beyi defalarca arayarak, ısrarla benimle görüşmek istediğinizi söylemeyecektiniz.
Ve ben size gelmemiş olacaktım.
Ve en kötüsü sizin gibi eşsiz bir insanı tanımamış olacaktım.
Tanışmamış olacaktım sizinle.
Bu benim için müthiş bir kayıp olurdu.
Ne mutlu bana şiir beyi…
Ne mutlu ki bana sizi tanımışım.

Yıl bin dokuz yüz seksen dört.“Sanat Olayı” dergisinin bulunduğu binaya dizlerim titreyerek giriyorum. Çekingen ve ürkek adımlarımdan olacak, üstüme gözler çevriliyor. Üstüme çevrilen gözlerden sizin odanızı soruyorum. Kapınızı yüreğim ağzımda çalıyorum. Bir masanın arkasında oturuyorsunuz. Önünüzde dergiler, kitaplar, kâğıtlar.
Şapkanız başınızda, atkınız boynunuzda.

“Buyurun” diyorsunuz gülen gözlerle. “Buyurun şu sandalyeye oturun kızım.” Oturuyorum…
Ama elimi, ayağımı nereye saklayacağımı bir türlü bilemiyorum. Yüzüme dikkatle bakarak, ışıklı gözlerinizle “Hiç tanışmadık galiba” diyorsun. Adımı söylüyorum. Adımı söylerken içimden “ Gözleri ne kadar güzel bakıyor” diye geçiriyorum. Adımı çıkarmaya çalıştığını yüzünden anlıyorum. “Abdurahman Aydın’a benimle görüşmek istediğinizi söylemişsiniz.” Bir an düşünüyorsunuz ve müthiş bir kahkaha atıyorsunuz.
Çok şaşırıyorum. Gülmeniz konuşmanızı bir süre engelliyor. Ne yapacağımı şaşırmış durumdayım. Kendimce bu kadar uzun gülmenize bir neden bulamıyorum. Ben oradan kaçmaya hazırlanırken “Hay Allah iyiliğinizi versin. Ben sizi erkek sanmıştım. Kusura bakmayın. Ne diye bu kadar bağırıyorsunuz. Bak benden söylemesi, bu gidişle başınızı belaya sokacaksınız. Biraz sakin olun yavrum.
Biraz sakin olun.”

Doğrusu söylediklerinizden ilk anda hiçbir şey anlayamamıştım. Neden bahsettiğinizi bilemiyordum. “Herhalde birisiyle karıştırdı” diye düşünüyordum.
Çekinerek “Anlayamadım efendim” diyorum. “Nasıl yani.”
“Şiirleriniz” diyorsunuz. Çekmeceden bir deste kâğıt çıkarıp önünüze koyuyorsunuz.
“Önce şunu söyleyeyim acemi değilsiniz. Şiirleriniz oturmuş. Yani kendi temelinizi oluşturmuşsunuz. Temeliniz sağlam görünüyor. Neden güldüğüme gelince. Şiirlerinizde yüksek sesle bağırdığınız için, vallahi sizi kadın adıyla şiir yazan bir erkek sandım yavrum.
Ama şu an karşımda hoş bir bayanın oturduğuna seviniyorum.”
Yedi sekiz tane şiiri bir daha okuyorsunuz. Gözlerimin içine bakarak gülümsüyorsunuz.
Şiirin sizde kara sevdaya dönüştüğünü bu şiirler anlatıyor. Ama.”

Sözünüzü bitirmeden bana çay kendinize su istiyorsunuz.
“Ama” sözcüğü bir taş gibi oturuyor yüreğime.
Çay ve su geliyor. Sudan bir yudum alıp konuşmaya başlıyorsunuz.
“Bakın sizi bir petrol kuyusuna benzetiyorum. Gökyüzüne doğru patlamış bir petrol kuyusuna. Önünü almanız gerekiyor bu patlamanın. Bu coşku dikkatimi çekti. Bu coşku çok güzel, çok önemli, herkese nasip olmaz. Ama biraz bastıracaksınız. Demlendireceksiniz.
Bulanık suyu bir kap içinde dinlendirir gibi dinlendireceksin sözleri. Sonra süzerek en berrak yerinden oluşturacaksınız şiiri. Bunu yaparken de, coşkunuzu ve heyecanınızı yok etmeyeceksiniz. Bu çok önemli.”

O kadar kaptırmıştım ki kendimi anlattığınız şeylere. Uyarınız üzerine çayımı içiyorum.
Sohbet gittikçe koyulaşıyor. Ben şiir serüvenimi birkaç utangaç sözcükle anlatıyorum size. Siz bilgeliğinizi, o derin deryanızı açıyorsunuz benim önüme. Okuduğum ve okumam gereken kitaplara kadar ilgileniyorsunuz. Gittikçe sıkılganlığım azalıyor, içim kıvançla doluyor. Kanatlarım olsa uçacağım. “Her hafta bu gün bu saatlerde buraya gelin. Sizinle daha çok konuşacağımız şeyler var. ” dediğinizde neredeyse sevinçten bayılacaktım.
Hiç unutmuyorum o gün tam üç saat on beş dakika hiç kıpırdamadan oturmuştum karşınızda.
Bu zaman süresi içinde ağzınızdan akıttığınız balla beslenip gönenmiştim.
O sarhoşluk içinde çocukları bile unutmuşum.
Öyle ya iki çocuk bekliyordu evde…

Gitmek için ayağa kalktığımda “ha unutmadan. Haftaya geldiğinizde bana birkaç tane ilk şiirlerinizden getirin” demiştiniz. O an her şeyin bittiğini düşünerek sendelemiştim.
Şaşkınlık sırası sizdeydi. “Otur kızım başın mı döndü? ” diyerek telaşlanmıştınız.
“Yok ki” demiştim korkuyla. “Ne yok evladım.” Şiir yok efendim.
Yani son bir senenin şiirleri var. Daha öncekiler yok.”
“Neden çocuğum, on senelik emeğini yırtıp attın mı yoksa? ”
“Hayır efendim. Yaktılar...”

Bir süre sessizce yüzüme bakıyorsunuz. Ben süt dökmüş bir kedinin suçluluğu içinde duruyorum karşınızda. Bana öyle geliyor ki o an her şey bitecek. Benimle bir daha görüşme gereği duymayacaksınız. Ama öyle bir şey olmuyor tabii ki.
“Anlıyorum çocuğum.” diyorsunuz.
“Üzülmeyin. Öyle anlaşılıyor ki bu olay sizi yılgınlığa götürmemiş.
Hatta kamçılamış şiire doğru. Bu güzel… O zaman bittiğini düşündüğünüz şiirlerden getirin.” “ Olur, getiririm efendim.” diyerek, bir tüy hafifliğinde yanınızdan ayrılmıştım.

Ama içimde kocaman bir burukluk oluşmuştu.
Çünkü…
Üzüldüğünüzü ta yüreğimde hissetmiştim. Şiir adına üzülmüştünüz.
İnsan adına üzülmüştünüz.
Kadına yapılan baskı ve haksızlık adına üzülmüştünüz.
O an sizi üzdüğüme üzülmekten başka ne yapabilirdim ki?
Bağışlayın beni…

Evet, dile kolay. Bin dokuz yüz seksen dörtten, seksen sekize kadar, dört yıl boyunca her hafta üç dört saatinizi ayırdınız şiir serüvenime. Bu süreç içinde, durmadan şiir taşıdım size. Bıkmadan, ilenmeden, zerre kadar rahatsızlık hissettirmeden konuştunuz benimle.
Sevgiyle, coşkuyla konuştunuz.
Büyük bir sabırla işlediniz bu şiir sevdalısını.
Büyük bir dikkatle her söylediğinizi bir küpe gibi taktım kulağıma.
Şiirlerimi “Sanat Olayı” dergisinde yayımladınız.
Edebiyat dünyasına bu ilk merhabayı bile size borçluyum.
İlk aşkın unutulmaz tadı içinde ki o ilk sevinci hiç unutamadım.
Bir daha sizin gibi birine edebiyat çevresinde hiç rastlamadım.
Rastlayabileceğimi de düşünmüyorum.
Siz kimin gözlerinde, yüreğinde, düşlerinde ışık gördüyseniz, o ışığı karartmaya değil, parlatmaya çalıştınız büyük bir özveriyle.

“Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk
Gece trenlerine binme, kaybolursun
Sokaklarda mızıka çalma çocuk
Vurulursun.”

Vurulmasın diye sokaklarda mızıka çalan çocuklar.
Şiirden oluşturduğunuz kentlerinizde, şiir tutkunu çocuklar mızıka çalmaya devam edecekler.
Koynuna yıldız dolsun şiir beyi.
Yıldızlar içinde uyu…

14 Ekim 2005
sunaaras@yahoo.com

Bu yazı “ortakhaber.com “ dan alındı.

Suna Aras
Kayıt Tarihi : 24.10.2005 20:03:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • İsa Tekin
    İsa Tekin

    Duygularınızı paylaşıyorum.yüreğinize sağlık.bu matem ancak yazılarak.onların izinden giderek hafifletebiliriz.ruhun şadolsun büyük ustad.
    isa tekin

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Suna Aras