Bir hikâye başladı bu yaşamda… Sabahlara aç gözlerle uyanan, sabahların ilk ışığında ağlamayı deneyen, sonra bir hikâye daha başladı bu hayatta, özleme açık yollarda koşturma ile fırlayan, sonra bir hikâye daha başladı bu hayatın yaşamında, özlemeyi öğrenen, bekleyen, arsız düşüncelerden uzak kalarak, daha sonra bir hikâye daha yazıldı yaşama dair, biraz sevinç, biraz gülümseme, biraz doygunluk, biraz da engebeli, daha sonra mı ne oldu diye sordum yaşamdaki hikâye yazgısına, mutluluğu tanıdı bu yaşam hikâyesi dendi, hem de iç huzurla, işte böyle devam ediyor iç huzur ile yaşam hikâyesi, daha bitmedi bu hikâyedeki cümleler, hepsi sıra sıra beklemede kuytuluklarda...
İnsan kendisi ile sessiz seslerle anlaşır, bazen de yüz mimikleri ile aynada sorgular kendini, çoğu zaman bu sorgulanışta yürek yara alır ve tek soruya cevap veremez, kendi kendine tekrar eder o soruyu, "neden sevdin ki "sorusu hep cevapsız kalır ama tek gerçek vardır sevgi engellenemez ne başı vardır ne de sonraları bellidir, bu yüzden hayatta cevabı olmayan sorulardan biridir "neden sevdin ki" işte çaresizliğin başladığı bu anlar ki hayatın mimiklerle verdiği cevapları içinde saklıyordu...
Sen ve ben sevgili, merkezinde bulunduğumuz yaşantının müşterek yaşantımızın, şimdiler iki ayrı uzakta olmamızla, içimizde kopan hırsların, özlemlerin, yan yana gelme imkânının hiç imkânının olmadığı. Bir nefes alışlarımızın içinde kalan düşüncelerle, ayrı ayrı mutluluklarımızı bile isteyemememizin verdiği uzun soluklu acıları içimizde hissederken, sadece kaybolmuş tüm sevinçlerimizin arkasından akan yürek titreyişlerimizle, bu yalnızlık yaşamında nefesler alırken, uzaklara bakan gözlerimizin karasındaki bekleyiş ve de yan yana oluş arzularını gördükçe, şimdilerde acılarımız kendi çevresinde katlanmakta…
Biz sevmenin masumluğunu kaybettik belki de, kendimizi anlatan cümlelerde eksik kaldık belki de veya kendimizden korktuğumuz kadar birbirimizden korkmadık hataların çemberinde kaldığımız zamanlarda, şimdi masumluğun savunucusu olmamızın da belki hiç anlamı yok, sadece bu garip yaşamda kaldığımız müddetçe hep hatırlayacağız göz göze geldiğimiz anları, belki de bir melodinin uzatmalı tınısında kıvranırken…
Biz belki de hayata karşı savunamadık kendimizi, belki de hayatın kolay imkânlarında kaybolmak veya yaşamak istedik, bolluğa alışmış bir bedenin açlıkla çırpınması gibi olayların karşısında kendimizi hafife aldık, savunmalarımızı belki de hep tek yönlü yaptık, birbirimizin haklarını gözetirken, belki de şah damarımıza bastık zorlandık nefes almalarda ve işte yavaş yavaş hayatta en çok sevdiğimiz birbirimizden ilk kopuşlarımız belki de bu sebepten oldu, sadece yorulduk titremelerle, sadece bedenimiz eğrildi duruşlarımızın bozukluğundan, belki de gözlerimizin kararması, başımızın dönmesi bu sebeplerle tetiklendi acıya karşı, gün geldi serildik yerlere, gün geldi, bakışamadık bir doğrusuna, dürüstlüğüne bir birimize, şimdilerde kendimizi analiz ederken var olan benliğimizdeki bencil çatlakları gördük, sinsi gülüşleri gördük, hesaplı yapılmış hataları anladık, gene de dönemedik bu ayrılık düşüşünden…
Belki de gözleri bağlanmış bir arenada ki iki rakiptik son günlerimizde ve acımasızlıkla vuruyorduk birbirimize, sonu nerede ve nasıl biterdi bilmek istemezdik ve umarsızca bir birimizin önünü çukurlaştırırken acımasızca düşüşlerimizi seyrettik, belki de bu insanın doğasında olan bir var oluş benliği idi, hiç acımadan hiç gülmeye fırsat vermeden vurdukça vurduk birbirimize…
Şimdilerde dönmüş bir birimize ben seni çok sevmiştim diyoruz garip bir tanım bu, nedeni, niçini olmayan çok yaşam zamanının üstüne bastıkça acılanacağımızı hesaplayamadık belki de ki şimdilerde hâlâ sevmiştim diye biliyoruz gel de inan buna…
Bence biz bir birimizi o ilk halimizle sevdik ve kapıldık gittik bu heyecanın arkasından…
Oysa kendimize ait olan kendi değerlerimiz vardı, kendi anlayış şeklimiz vardı hayattaki yaşama dair, rüyalara sahip olamadığımızı çok iyi biliyorduk, hayal peşinden koşulamayacağını anladığımızda da aslında çok geç kalmamıştık, ihaneti asla aklımızın ucundan geçirmezdik, dayanılası acıların içinde yaşadıkça şükretmesini biliyorduk, acıların paylaşımında ise ortaklığımız adildi, en çok yalnızlığımızda birleşirdik, aynı şarkıların tınısında birleşip, beraberce ah çekerdik aynı cümlelere, biz önceleri kendimizde kimsesizdik sonraları birbirimizde tamlandık ve hayatı birliktelikte paylaşmadan zevk almıştık, güçlerimizi çözemeyeceğimiz olaylara karşı birleştirdik, baş edemeyeceğimiz hayatın tek cümlesi yoktu, karda ve de çok sıcak günlerde biz sırt sırta idik, hayatın bir çakışma noktası varmış ki biz onu tasarlayamadık ve savaş iç savaşlar kişilik savaşlarımıza dönüştü ve kopuşlar art arda geldikçe domino taşları gibi çözülerek an be an yığıldık…
İşte yaşam buymuş sevgili, şimdilerde faydasız cümlelerle uğraş da artık bir sonuç değil sadece acılanmadan başka…
Ben seni cidden çok sevmiştim, belki o sevgi şimdilerde aynı düzeyde yüzüyor ama sular artık çok derinleşti acılar denizi çok acı ve yığılmamız artık durdurulamaz…
Şimdilerde büyük bir tutkuyla geçmişime bağlı kalarak, hayatın tüm çaprazlarında dik kalmaya çalışıyordum, sevmenin lüksünü yaşarken acılarını da dolamak artık bence şarttı ve de şikâyetsiz olmalıydı…
Şimdilerde çok uzakta, uzakların da uzağında yaşam şartlarını kendime has özelleştirerek ve de kolaylaştırarak nefes almaya uğraştıkça, içimde kalan ezilmişlik duyguları ile baş etmeye çalışırken, pişmanlıksız bir yaşamda var olmak için verdiğim tüm uğraşlar sadece içimde var olan, gün gün güçlenen ve de yılların ardına uzanan çok sevme duygusuydu belki de beni bu günlere taşıyan…
Kaç zaman kalmıştı geride, kaç özlem yılını kutlamıştım yalnızlık çerçevelerinde kalacak fotoğraflarla, daha kaç nefes yılı olacaktı ki o da bilinmezin içinde kaldıkça, ara sıra dilimden düşen bir şarkının tınısıydı belki de teselli kaynağım ve ya acıya dayanma gücümü veren kuvvet ki geriye bakıldığında belki de elde kalan tek düşünce bu oluyordu…
Ve elde kalmış olan tek fotoğraf belki de buydu…
Yaşanacak çok güzel günler vardı daha gülmelerle geçecek, hayat insanı dar zamanlarında vurur ki benlik buna alışınca yavaş yavaş beden düzgünleşir, bana acının tarifini anlatmaya kalkma benimki seninkinden fazla demek de gerekmez…
Bak kadın, “adamım” dediğine son bir kez daha bak, sıralanmış tüm yaşam anılarının biriktiği, acıların peş peşe yaşandığı, gülmelerin diplere saklandığı, son sözünü söyleyememiş, adamına son bir kez bak, düşündüklerini, kusmaya çalıştığı an zamanlarını son bir kere daha gör gözlerinde “adamım” dediğinin…
Öksüzlükle geçecek zamanlar bırakıyor sana, bir öksüzün burukluğunu, çaresizliğini, dermansızlığını, son anlara adım atışındaki yorgunluğu, alnından akan terlerle birleştirdiği, bakışları ile anlatmaya çalışıyor sana…
Yangın yerinden bir taş alıp, atmaya çalışıyor yanık bedeninin camdaki aksine…
Kaç zamanın titreyişlerinin hesaplaşması bu, kaç kahır zamanlarını içine sindirmiş bir bedenin çaresiz gülüşlerini anlatıyor sana, zavallılaşmış bakışları…
Sorguladığı hayatının son anlarının pişmanlıksız yaşam kerelerindeki tekliğini, sana bulaştığı, ellerini ilk tuttuğu, ilk merhabasının ardından irdelediği hayatının pişmanlıklarını, anlatıyor sana…
İlk sevmelere uzanan zamanların karanlıklarındaki bocalamalarından, senin tutarsız tavırlarına kadar irdelediği hayatının titrek zamanlarını, anlatıyor sana o öksüzleşmiş bakışlar…
Sevmelerin tutarsız zamanlarındaki senin pervasızlığından, gidişine kadar sende saklı gizemleri çözmek için uğraştığı zamanlardaki çaresizliklerini anlatmaya çalışıyor sana…
Bak kadın “adamım, rüzgâr gözlüm, rüzgârın yeşili, mavisi karışımı bakışlım” dediğin adamın yoksullaşmış, güçsüzleşmiş, haline bak, yılların ardında kalmış esintisiz hayatının kâbuslarına bak…
Bu sonsuzluk değil, bu boş vermişlik değil, bu menevişleşmiş bir kızgın demiri avuçlamak bu çaresizliğin son sesleri ile dağlanmış yüreğin bitiminin aksettiği yüzdeki bu bakış..
Bu bitirdiğin bir ömrün saniyelerini geri almaya çalışan bir adamın farkındasızlıkla uğraşları bu…
Unutulmuş cümleleri art arda toplamaya çalışarak sana bakışlarındaki mana ile ulaştırmaya çalışan adamın bakışlarındaki çaresizliği bunlar…
Haklılığın verdiği tüm kesitlerde bulantılar bunlar, sevmenin ters düştüğü zamanlardaki çaresizlikler bunlar…
Hayatının çoğunun dağlandığı anlardaki bulantılar bitmeyesiye bastıran duyguların bastırılamadığı anlar bunlar…
Sonu nereye varacaksa oradaki kırmızı ışığı bekleyiş zamanları bunlar…
Aşık olunca ağlamak gerekiyordu belkisiz bu kaçınılmazdı…
Önceleri kendi kendine, kendin için ağlıyordun, bu aşka sahip olduktan sonra baş edemezsem diye, sonraları da aşık olduğun kişiye bakarak için için ağlıyordun içine…
Adına çok sevmek diyordun,çoğu zaman onun görmesini istemeden tek başınalıkla, aracındaki dikiz aynasına ağlıyordun yalnızlığın eşsiz sırları ile… Zangırdayan çeneni avucunla bastırıyordun ki gözyaşların gırtlağına süzülüyordu, göz yuvalarından sonra da ona tekrar ağlıyordun seni özlüyorum, “aklımdan çıkmıyorsun” derken
galiba aşk kendine ağlamayı seviyordu ve sonraları da vedalardan sonra durmayasıya karşılıklı sessiz sessizlikle boğulurcasına kendi kendilerine kendiliğinden ağlıyordu insan…
Ağlamak mutluluktan sonra gelen dar nefeslerle ortaya çıkıyordu…
Ağlamak sevmenin içinde kalan vaz geçilemez anların içinde saklanırdı aslında…
Bazen sorulurdu kim daha çok ağlar, kadın mı, erkek mi, diye, bence bunun ölçüsü an zamanlarına göre değişirdi ki emanet ağlamalar, sahip değişirdi…
Çoğumuz aslında ağlamaların içinde büyüyen, hayatın, gözü yaştan eksik olmayan çocuklarıydık…
Kalemin sessizce yazmaya başlayıp son nefesi tükenecek hâle gelecek bir yazma serüveni bu, kaybedecek çok şeylerimizin olmasına rağmen direnmekteyiz hayata ve de kendimize, gün ışığı vurmuş bir dam oluğundan sızan ışık gibi dağılıyoruz kalemin akıttığı cümlelerin ardından, belki son nefesin son sözlerini yazamayacağız ama alışacağız o güne kadar son nefes sözlerine, biz hayatı tuttukça hayat bizi sollasa da ardımıza aldığımız düşünceler yorgunluğu ile varacağız yine de varacağımız yere ki orası sevgi merdiveninin ilk basamağı olmayacak sonlara doğru uzamış olacağız ki sevgi uğruna hayatı tanıdıkça hayatta güçleneceğiz...
Tam da zamanı şimdi kendi kendini terk etmeli insan, tam da zamanı şimdi hüzün sokağından hızla uzaklaşmaya, tam zamanı şimdi güneşe veda edip karanlıklara göğüs germeye ve tam zamanı dediğimiz bu anlarda, hayatı zorlamalı insan, bir sen bir de ben varken nefes aldığımız anlarda, şimdi tek nefeslik yetmez oldu bedenimize, şimdi tam da zamanı eskileri silip atıp, yeni yaşama merhaba demeye, bir ben bir sen, bir de birbirimizde öteleşmek yetmez artık bedene, ben senin sevdanda kaldım yar, nefessizlik vız gelir bana artık…
Bu acılara kapı açmış olan yaşam şartlarında uğraşlar içinde nefes aldıkça, yavaş yavaş soğuk terler akıtarak var kalmaya çalışmak belki de sevginin de son arzusu idi ama şartlarımızdı bizi bu hâle getiren derken bile haksızlık etmiştik kendimize, aslında bu yaşam kesitlerinin tüm karelerini şüphesiz bana ait olanlarını en iyi bilendim, yılların acımasız tahriplerinde bu günlere yıpranmadan tazeliğini koruyan bu düşünceleri muhafaza etmekteki bence en önemli düşüncem, sevgim dediğim ve çoğu zaman mutluluklarını yaşadığım, çoğu zaman da sarsıla sarsıla haykırarak ağladığım sevgiye saygımdandı... Uzak bir kentin rüzgarında şimdi sesim...
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 3.6.2013 22:30:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!