İnsan Şiiri - Abdulkadir Çelik 2

Abdulkadir Çelik 2
127

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

İnsan

Tanrı birçok kitabında insanı balçıktan yani su ve toprak karışımından oluşan çamurdan yarattığını ve ona kendi nurundan üflediğini beyan etmektedir. ilk insan Adem Aleyhisselam ı balçıktan yaratmış ve ona Kendi nurundan üflemiştir. O halde insan oğlu tanrının yeryüzündeki halifesi temsilcisi olma özelliğine sahip bir varlıktır. Görünüş ve fiziksel olarak et ve kemikten oluşan beden yapımız bu evrende oluşmuş her nesne gibi toprak hava su ve ateşten meydana gelmiştir. Bu bilimsel olarak da kanıtlanmış ve kabul edilmiştir. Ancak fiziksel bedenimizin arkasında görünmeyen bir ruhsal bedenimiz olduğu da bir gerçektir ruhsal bedenimize hüküm ve hareket veren beyin kalp ve ruh yapımızın yani ruhumuz hem aklımıza hem de kalbimize hüküm vermektedir Böylelikle hem sosyal yaşantımızı hem de bedenimizin ihtiyaç duyduğu yeme,içme üreme gibi şeyleri planlamak ve uygulamak için bedenimizi yönlendirebilmektedir.
İnsan oğlu bu sayede başına gelebilecek tehlikeleri fark ederek savunma veya korunma gibi faaliyetler ile ruhsal olarak ta kendini emniyete almaktadır. Fiziksel olarak insan bedeni o kadar karmaşık bir yapıya sahiptir ki beden ihtiyacı olan gıdayı alarak onu enerjiye çevirmekte ve beden yaşamının devamı için gerekli gerekli enerjiyi kan, safra, ve balgam gibi şekillere çevirmektedir.
Sadece insan beyninin bile bugün hala çözümlenmemiş birçok sırrı ve faaliyeti sayesinde insan bedeni yaşamını devam ettirmektedir. Bedende gerek doğuştan gerekse sonradan eksilen, eksik olan bazı şeyler bedenimizin sağlıklı çalışmasını engellemekte ve savunma sistemini tamamen veya kısmen bitirmektir.
O halde biz düşünen bir varlığız. O yüzdende diğer canlılardan üstün bir yapıya sahibiz. Diğer canlılardan üstün olmamızdan dolayı da rahat ve ferah bir şekilde yaşamaya devam ediyoruz.
Tabikide burada şunu söyleyeceksiniz. Evet insan diğer canlılara göre üstün bir varlık ancak kendi arasında bozguncu ve zalim hatta kan döken bir varlıktır. Neden çünkü akıl ruh ve kalp ile irtibatlı bir nefis vardır. Nefsin iyi olan tarafları çoktur, ancak kötü yanları da vardır.
Nefis insani ve hayvani olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Hayvani nefis her ne surette olursa olsun bedenin ihtiyaçlarını, kendi istek ve arzularını karşılamak için her yolu mubah görür. Hırsızlık, arsızlık, dolandırıcılık, yalancılık hatta zorbalık ve zalimlikle nefis tüm ihtiyaç ve arzularını karşılamaya çalışır bunun için gerekirse kan döker. Bu yüzden de toplumda sosyal ilişkileri düzenleyen bir kanun ve yasa kolluk kuvvetleri, hakim ve savcı gibi birimler tarafından uygulanır. Böylelikle hayvani nefsin istek ve arzuları dizginlenir. Bunun yanında örf ve adetler, gelenek ve görenekler de sosyal hayatı düzenleyen diğer faktörlerdir.
Yaratıcı bu sebeple insanların sosyal yaşantısını düzenlemek gerek akıl ve ruh sağlığının gerekse beden sağlığının yerinde olmasını temin etmek için zaman zaman peyğamberler, veliler, evliyalar ve alimler göndermiş; Bunlara kitaplar, sahifeler, Cüz dediğimiz küçük kitapçıklar indirmiştir. Böylelikle insan oğlu hem ruhen hemde bedenen sağlıklı bir şekilde yaşamını devam ettirmiştir.
İyi güzel, hoş birşey ama tanrı Kim? Neden bizim böyle sosyal ve ferdi hayatımızı bir düzene sokarak kendisine inanmak gerektiğini bildirmiştir. İnsan her ne kadar akıl ve ruh sahibi olsa da Doğa ve doğaüstü olaylarla başa çıkması çok zordur; Hatta imkansızdır. Bu yüzden doğadan ve doğaüstü olaylarla başa çıkmak için daha üstün daha güçlü bir varlığın yardımına gereksinim duymuştur. Bu güçlü varlığa inanmak ve sığınmak zorunda kalmıştır. Bu yüzden bazen o toplum içinde yaşayan kurnaz kişiler kendi menfaat ve çıkarları doğrultusunda, bazen de gerçekten birşeylere inanmak zorunda kalışlar yüzünden zaman zaman Güneşe, Aya, yıldızlara, kendi yaptıkları temsili figürlere, yada daha önce o toplumda yaşamış fakat ölmüş bazı kişilerin figür ve heykellerine, bazende toplumda bereketi, bolluğu, gücü temsil eden hayvan figürlerini ve heykellerini tanrı olarak görmüş ve onları kutsal varlıklar olarak gördüğünden tapmaya, adak sunmaya, hediyeler vermeye başlamışlardır. Yunan mitolojisinde ve Mısırın Firavunlar döneminde ortaya atılan Güneş tanrısı, aşk tanrısı, bereket tanrısı gibi tanrılar bu şekilde ortaya çıkmış; Bunlara adaklar sunularak yardım talebinde bulunulmuştur.
Mısırlılar Astronomiye önem veren bir topluluktu. Yıldızların şekillerini inceler, yer değiştirmelerini, doğuş ve batışlarını takip ederlerdi. Gök tanrısı ve güneş tanrılarının onlara sonsuz bir hayat vereceğine inanırlardı. Bu yüzden de devasa piramitler ve sutunlar yaptırılmış; gök yüzüne ulaşmak hayali içerisinde olmuşlardır. Hatta bu gün hala piramitlerin sırrını araştıran insanların uzaylıların dünyaya inerek piramitleri inşaa etmeleri, yada piramitlerin dünyanın manyetik alanı ile ilgili dinamo görevi görmesi gibi ortaya atılan düşüncelerin hepsi safsatadan ibarettir.
Altı köşeli bir yıldız düşünün bu yıldızın iç içe geçmiş iki üçgenden oluştuğunu hemen fark edeceksiniz. İşte insan Bedenini de bir yıldıza benzeten bu inanış; insan öldüğü zaman bir yarısının gökyüzüne yükseldiği ve tekrar yeryüzüne indiğinde sonsuz hayatta canlanarak yaşayacaklarına inanan bu insanlar bu yıldızın yeryüzündeki yarısı olan üçgen şeklinde piramitler inşaa etmişlerdir.
İnsan gibi tüm canlılar için değişmez bir kural vardır. Doğar, yaşar, büyür ve ölür. Ancak insan hiçbir zaman ölümü kabul etmemiş; Ölümden sonra bir yaşamın varlığına inanmıştır. İşte insanın ölümü ve zayıflığı kabul etmeyişinin neticesi olarak ta daha üstün daha güçlü bir varlığa inanmak ve yardım istemek durumunda kalmıştır.
Kur’an da İnsanın yaratılışı ile ilgili olarak:
Diyanet Meali:
2.30 - Hani, Rabbin meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Onlar, "Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz." demişler. Allah da, "Ben sizin bilmediğinizi bilirim" demişti.
Diyanet Meali:
2.31 - Allah, Âdem'e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, "Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin" dedi.
Tevratta ise:
27Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrı'nın suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsayarak, “Verimli olun, çoğalın” dedi, “Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun.29İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak.30Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere –soluk alıp veren bütün hayvanlara– yiyecek olarak yeşil otları veriyorum.” Ve öyle oldu.31Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu.
Sonra, “Adem'in yalnız kalması iyi değil” dedi, “Ona uygun bir yardımcı yaratacağım.”19RAB Tanrı yerdeki hayvanların, gökteki kuşların tümünü topraktan yaratmıştı. Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Adem'e getirdi. Adem her birine ne ad verdiyse, o canlı o adla anıldı.20Adem bütün evcil ve yabanıl hayvanlara, gökte uçan kuşlara ad koydu. Ama kendisi için uygun bir yardımcı bulunmadı.
21RAB Tanrı Adem'e derin bir uyku verdi. Adem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı.22Adem'den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Adem'e getirdi.
23Adem,
“İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik,
Etimden alınmış ettir” dedi,
“Ona ‘Kadın*’ denilecek,
Çünkü o adamdan alındı.”
Yine Kur’anda Allah kendini şöyle bir benzetme ile insanlara bildirmiştir.
Diyanet Meali:
24.35 - Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
Yine aynı sure içerisinde:
Diyanet Meali:
24.45 - Allah, bütün canlıları sudan yarattı. İşte bunlardan bir kısmı karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayak üzerinde yürür, kimisi dört ayak üzerinde yürür. Allah, dilediğini yaratır. Çünkü Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
İlk olarak ademin ve bütün canlıların topraktan yaratıldığı beyan edilmesine rağmen nur suresinin 45 ayetinde su dan yaratıldığı beyan edilmektedir. Her ne kadar bir çelişkinin varlığından söz edilse de balçık toprak ve suyun karışımından oluşmuştur. Ayrıca yine Ku’anda İsa A.s. hitaben Çamurdan yaptığı kuş benzeri şekillere Allah ın isimleri ile can verdiği beyan edilmektedir.
Fanus içinde fanus inci gibi parlayan bir yıldız! İşte Allah kendini anlatırken verdiği bu misal bizim ruh yapımızın onun nurundan geldiğini açık ve net bir şekilde göstermektedir. İnsan Ruhu da akıl ve Kalp arasında hareket eden gözümüzün göremeyeceği bir yıldız parlaklığında nur dan ibarettir.
Bakara suresinin 30 ayetinde bütün melekleri toplaması ve iblisin de orada bulunması; ayrıca başka kaynaklarda rastlanılan bazı bilgilere göre Fİrdevsi Tavilinin Davetnamesi gibi bazı eserlerde Allah Ademi yaratmadan çok öncesinde Cin denen dumansız ateşten varlıkları yaratmıştır. Ancak zamanla bunların kendi aralarında çıkan uyuşmazlıkları ve düşmanlıkları yüzünden Tanrıya karşı gelme derecesine ulaşmış; bir çoğu Melekler tarafından katledilerek sadece boyun eğenlerin ve Allah tan korkanların yaşamasına izin verilmiştir.
Sözlükte cin çoğul bir cins isimdir, tekili "cinnî" diye gelir. Bu (gizlenmek) demek olan “el-ictinân” kökünden gelmektedir ki; bu da örtü ile örtülmek, gizlenip saklanmak demektir. Onlara bu ismin veriliş sebebi insanlara karşı örtülü olmaları ve görünmeyişleridir
Çoğulu "cennân" diye geldiği gibi; çoğul olarak onlardan "el-cinne"diyede sözedilir.
Terim olarak "cinn"e gelince: Onlar insanların mükellefiyetlerine benzer şekilde mükellef kılınmış, irade ve akıl sahibi, maddeden soyutlanmış, duyu organlarından saklanıp perdelenmiş, gerçek tabiat ve suretlerinde görülmeyen yiyip içen, evlenen, zürriyetleri bulunan ve âhirette amellerinden sorumlu tutulacak olan ruhlardan bir çeşittirler. Cin ile şeytanlar arasındaki fark ise Şeytanlar cinlerin azgınlarıdır. Yüce Allah'ın şu buyruğu bunu anlatmaktadır: "(Yahudiler) şeytanların Süleyman'ın mülkü (nübuvvet ve hükümdarlığı) aleyhine uydurdukları şeylere uydular. Halbuki Süleyman (büyü yaparak) kâfir olmadı... Fakat o şeytanlar kâfir oldular. İnsanlara büyüyü ve Bâbil'deki iki meleğe Harut ve Marut'a indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek: 'Biz ancak imtihan (için)iz. Sakın (büyü yapıp da) küfre girme' demedikçe kimseye büyü öğretmezlerdi..." (el-Bakara, 2/102) Çoğul olan (ve şeytanlar demek olan): "Şeyâtîn"in tekili "şeytân"dır. Bu da uzak oldu anlamında "şetana"den alınmıştır. Ancak bu lafız sadece cinlerin azgın olanları hakkında kullanılmakla kalmayıp, aynı şekilde cin ve insanlardan taşkınlık yapan ve eziyet veren herbir varlık hakkında da kullanılabilir. Nitekim yüce Allah: "İnsan ve cin şeytanları..." (el-En'âm, 6/112) diye buyurmaktadır. Münafıklar hakkında da: "Ama kendi şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında: 'Biz sizinle beraberiz...' derler." (el-Bakara, 2/14) diye buyurulmaktadır ki, onların cin ve insanlardan olan arkadaşları kastedilmektedir. Harut ile Marut insanlara öğrettiği şeyleri bu şeytanların kötüye kullanmasından dolayı insanlar arasını bozmayı, düşmanlık çıkarmayı, fitne ve fesad yaymayı başarmış; Bu yüzdende habil ile kabilin kavgası ile başlayan kötülük azgınlaşarak devam etmiştir. İşte İbliste bunlardan biriydi. Allah Adem A.s. Yaratacağını bildirince iblis karşı çıkmış ve Yeryüzünde bozgunculuk yaratacak birini mi yaratacaksın diyerek ademe secde etmemiştir. O yüzden de yaratılıştan bu güne iblis insanın düşmanı olmuştur.
Ayrıca bu iki meleği bir süre sonra Allahın huzuruna çağırdığı ve onlara bu yaptıklarından dolayı cezalarını ahirette bırakmak istemiş; Ancak melekler ahiret azbının şiddetinden korktukları için bu dünyada cezalarını çekmek istemişler. Allah onları dünyanın merkezine yakın erimiş lavlarla dolu bir mağarada başaşağı asılı vaziyette cezalandırdığı bazı kitaplarda nakledilmektedir.

BİG BANG: Büyük patlama bir çok bilim adamının ortaya attığı bu teoriye göre evren büyük bir patlama sonucu balon gibi büyüyen ve genişleyen bir yapıya dönüşmüş; Yıldızlar ve evren genişlemeye ve birbirinden uzaklaşmaya devam etmiştir.
Bazı kaynaklarda Tanrı bilinmek ve tanınmak istemiş; Bu sebeple önce levhi mahfuz u yaratmış, sonrada kalemi yaratmıştır. Yine kuranı kerimin
Diyanet Meali:
68.1 - (1-2) Nûn. (Ey Muhammed) Andolsun kaleme ve satır satır yazdıklarına ki, sen Rabbinin nimeti sayesinde, bir deli değilsin. Ayetinde belirttiği üzere ayrıca
Diyanet Meali:
36.81 - Gökleri ve yeri yaratan Allah'ın, onların benzerini yaratmaya gücü yetmez mi? Evet yeter. O, hakkıyla yaratandır, hakkıyla bilendir.
Diyanet Meali:
36.82 - Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri o şeye ancak "Ol!" demektir. O da hemen oluverir.
Ayetlerinde de bahsedildiği üzere kaleme ol emrini verdiğinde kalem bir,bir tanrının iradesini satır satır yazmaya başlamış. Kalemin levhi mahfuza yani saklanmış gizli levhaya yazması ile yaratılış oluşmaya başlamıştır.
Bir beyaz sayfa önümüze aldığımızda o sayfaya bazen bir resim çizeriz, bazen bir makale yada hikaye veya kitap yazarız. Bazen de büyük bir buluşun, faydalı bir makinanın, yada kötülükle ilgili şeylerin planlarını çizeriz, yazarız. Bu çizdiklerimiz veya yazdıklarımız gerçek hayata uygulandığında bir iş, bir eylem oluşur. Bu iş veya eylem sayesinde ortaya çıkan şey ferdi yada toplum olarak bazı etkileri oluşmaya başlar. İşte yaratılış ta buna benzer. Kalem Allah ın iradesi ile yine onun iradesinde olan şeyleri bir bir yazmaya başlıyor. Levhi mahfuza yazılan her şey fiile dönüşerek büyük patlama ve genişleyen zamanla büyüyen bir evren ortaya çıkıyor.
Evet Evren kalemin hareket kazanması ile şekillenmeye başlamış; Böylece büyük patlama ve arkasından Evren şekillenmeye başlamıştır. Ancak biz gözümüzle gördüğümüz, kulağımızla duyduğumuz şeylere yani beş duyu organımızla algıladığımız şeylerden mantığımıza uygun olanlara inanır ve ona göre fikir yürütürüz. Oysaki kutsal kitaplarda geçen yedi kat sema ve bu semanın oluşumu ile ilgili olarak Kutsal kitaplarda geçen ayetlerde biz yakın göğü ,semayı yıldızlarla donattık, süsledik gibi ayetlerde semanın yıldızlarla donatıldığı; Bunların bir kısmının yön tayininde bir kısmının burçlar ve astronomik olayların oluşumunda; Bir kısmının da Evrenin düzen ve intizamını sağlamakla görevli olduğunu bugünkü gelişmiş bilimsel araştırmalar kanıtlamaktadır.
Sema kavramı arapça kökenli bir kelime olmasına rağmen dilimizde yaygın bir şekilde kullanılmakta ve Gökyüzü anlamında gelmektedir. Gökyüzü derken içinde yaşadığımız Dünya nın yani gözümüzle gördüğümüz bulutlar ve havayı mı kast ediyoruz, yoksa yıldızları, güneşi ve ayı mı. Yani evreni mi kast ediyoruz. Tabii ki gökyüzü derken sadece gözümüzle gördüğümüz, hissettiğimiz şeyler aklımıza gelir. Çünkü bizim yapımız bu.
Sema yani gökyüzü; İçerisinde bulunduğumuz Dünyamızın da bir parçası olan Güneş, Ay ve yıldızlar bizim semamızı oluşturmaktadır.
Yani yedi kat semanın bize yakın olan katıdır. Yakın gök, sema yıldızlarla donatılmış ve bu yıldızların hepsinin ayrı ayrı bir görevi ve sorumluluğu bulunmaktadır.
Evren genişlerken bazı yıldızlar parçalanmakta, bazı yıldızlar enerjilerini tüketerek toz bulutu haline dönüşmektedir. Hani fizikte hiçbir şey yoktan var olmaz; Hiçbir şey var dan yok olmaz diye bir kural vardır. Ateş dumana ve kül e; Duman buhar a ve buharda suya dönüşür. Kül su ile karışır bir kısım tekrar buharlaşır hava olur. Su zamanla buharlaşır, Kül Çamur, daha sonra toprak olur. Ateşin zamanla havaya, suya, toprağa dönüşmesi de böyledir. Ancak oksijen olmadan yanma olmaz diyen insanlara bir hatırlatma yapmak isterim: Yıldızlar, Güneş ve üzerinde yaşadığımız Dünyamızın Çekirdeğinde yanma nasıl oluyorsa bu olayda da oksijensiz yanma öyle gerçekleşmektedir.
Şimdi size kur’an dan bir ayet daha sunacağım. Bu ayet arşın büyüklüğünü ve uzaklığını açık bir şekilde bize anlatmaktadır.
تَعْرُجُ الْمَلٰئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ فٖى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسٖينَ اَلْفَ سَنَةٍ
Diyanet Meali:
70.4 - Melekler ve Ruh (Cebrail) ona süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir.
Bir meleğin özellikle de bütün Meleklerden hızlı ve yetkili bir meleğin Arşa çıkması bir günde gerçekleşmektedir. Bizim zaman kavramımıza göre bu ayette belirtildiği üzere ellibin yıl demektir. Başka bir ayette ise gök katları ile ilgili şöyle bahsedilmektedir.
Diyanet Meali:
41.12 - Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. İşte bu, mutlak güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah'ın takdiridir.
Yani yaşadığımız evren ve yıldızlar bize yakın olan gök katıdır. Eğer korunma olmasaydı bu evrende ne insan kalırdı nede canlı yaşardı. Çünkü Ademe secde etmeyen iblis ve soyu İnsanoğlunu bitirmek için herşeyi yapardı, yapıyorda.
Yukarıda hayvani nefisten bahsetmiştik. Gerçektende hayvani nefis kendi istek ve arzularını tatmin etmek için her yola başvurur. İşte iblis te tam bu yönde insana yaklaşır. Hani Allah Adem as. İle Havva yı cennette iskan ettiğinde iblis cennette bulunan yasak meyveden yemeye zorlamıştı. Onun gibi insana daima vesvese vererek onun hayvani nefsini kullanır ve yoldan çıkarır.
Elbette burada bir çoğumuzun aklına gelen şey lanetlenmiş ve kovulmuş olan iblisin cennette ne işi vardı. Burada Hz. Süleymanın yaratılan her şeyle konuşması ve onlara hüküm etmesi gibi, günümüzde birçoğu şarlatan olsada medyumluk ve telepati gibi bir çeşit beyin ve duygusal konuşma yöntemi İle iblis te insanlara vesvese vererek yoldan çıkarır. Şimdi bu konuyu derinlemesine size anlatmaya kalksam sayfalar dolar ve konu dağınıklığı olur.
Hayvani nefis kandırılmaya çok müsaittir. Tıpkı bir çocuk gibi. Bu yüzden de terbiye edilmesi gerekir. Bu yüzden başta peyğamberler olmak üzere birçok alım ve ulemalar bu hayvani nefsi terbiye etmek için uğramıştır Hayvani nefsi terbiye etmenin en önemlisi oruçtur. Diğeri ise halktan uzak kalmaktır. Yani itikaf tır. Yanlızlığa çekilen bir insan sadece müzik dinleyerek yada alkol alarak televizyon seyrederek zamanını geçirmesi tabikide Onun nefsini terbiye etmesini sağlamaz. Burada önemli olan şey nefsin arzularından ve isteklerinden kurtulmaktır. Buda nefsin yap dediklerini yapmamak, yapma dediklerini yapmakla olur. Ancak Allah’ın hoşuna gidecek şeyleri yapmakla mümkündür. Bunlarda zikir, fikir ve şükürdür.
Bunlar şimdi tek tek ele alalım zikir nedir. Zikir bir sözü yada bir ayeti veya bir ismi tekrarlamaktır. Bunun ne faydası vardır diye soracak olursanız yukarıda telepati ve medyumlardan bahsetmiştik. Beyinde bulunan elektromanyetik dalgalar zikirle güçlenir ve insanın çevresinde bir çember oluşturur. Bu çember sayesinde hem kendimizi hemde çevremizdekileri etkiler ve korur hatta iyileştiririz. Bu dalgalar sayesinde bir çekim merkezi haline gelerek bazı şeyler gerçekleştirebilir.
Fikir düşünmek demektir. Amâ neyi düşüneceğiz. Tabıki Allahı ve onun bu evreni nasıl ve neden var ettiğini,bizi nasıl ve neden yarattığını, kutsal kitapları ve onların neyi ifade ettiğini düşüneceğiz. İnanın bunları düşünmeniz bile sizi bu dünyadaki bir çok bilim adamından daha bilgili yapacaktır.
Şükür ise teşekkür demektir. Yaratıcı ya bizi yarattığı için şükür etmektir. Bunların en önemlisi namazdır. Namaz bazı hareketlerin ve sözlerin bir araya gelmesi ile oluşur. Bu söz ve hareketler ise gerek beden sağlığı gerekse ruh sağlığı için önemlidir.

Abdulkadir Çelik 2
Kayıt Tarihi : 2.12.2021 03:23:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Cihat Şahin
    Cihat Şahin



    Ayrıca: Allah'ın 99 isminin içerisinde tanrı diye bir ismi de yoktur. Dahası: Allah'a"Tengri" ve benzeri gibi tağutların isimlerini vermenin büyük vebali olduğu da "A'RAF" suresinin 180. ayetinde nazarlara verilmektedir.

    Tevratta geçen" Allah'ın insanı kendi suretinde yarattı" iddiası Kur'anda geçen "LEYSE KE MİSLÜHÜ ŞEY'ÜN- O YARATTIĞI HİÇ BİR ŞEYE BENZEMEZ-" ayetinin hükmüyle yalanlanmıştır.

    Hayırlı çalışmalar.

    Cevap Yaz
  • Cihat Şahin
    Cihat Şahin

    Allah'ın Ademi topraktan/balçıktan, onun eşini de Adem'in nefsinden yarattığı Kur'an ve hadis onaylı bir gerçektir ama Ademe üflediği nurunun kendi ruhundan bir parça olduğu anlayışı ve yorumu yanlıştır. Zira orada kast edilen şey mülkü olandan, kendine ait olandan, kendi yarattığı ve sahip olduğundan üfledi demektir.Bunu dışındaki yorum ve mülahazalar şirk manası ifade eder ki, Allah, şirk koşanları asla bağışlamaz.

    Tevrat'tan verdiğiniz örneklerin tamamına doğru nazarıyla bakamayız. Zira ayetlerin ve hadislerin beyanlarına göre Tevrat ve İncil'de bir takım ayetler tahrifata uğramış ve ortada her şeyiyle orijinal kalmış bir Tevrat ve İncil kalmamıştır.

    Allah'ın insanı yeryüzüne halife kılması demek, -haşa- kendi halefi/vekili yapmak demek değildir. Allah Kur'anda bir çok ayetinde Resulullah'ı bile vekil olarak tavsif etmezken böyle garip bir iddiada bulunmak yine ona şirk koşmak demek olacağından büyük günah işlemek olur. Burada kast edilen, insanoğlunun dünyada daha önce hayat süren ve yeryüzünde medeniyetler kuran başka varlıklara(cinlere) halef olmasıdır ki zaten meleklerin "SEN YERYÜZÜNDE KAN DÖKECEK VARLIKLAR MI YARATACAKSIN..?" ifadeleri bunu açıklığa kavuşturmaktadır. Yani insan, Allah'ın halefi değil daha önce yeryüzünde yaşayan ve dünyada hükümranlık süren cinlerin halefidir.

    Hayırlı çalışmalar.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Abdulkadir Çelik 2