İnfilak etmeye hazır tek bir bonbaya; iki ayrı bedeni, iki ayrı ruhu, iki ayrı suçu, iki ayrı günahı… Seni… Ve beni hapsetmişler.
Pimimiz çekilmiş, saatimiz kurulmuş ve herkes hangi kablonun kesileceğini merakla beklemeye koyulmuş. Bir adım atsak uçurum, bir adım öne atsak kör kuyu, kerbela.
İstemediğimiz şeyi bile, biz bir arada yan yana ılduğumuzda istemediğimiz şeyi bile, istemeye istemeye bile olsa nasıl da hiçbir şeyi istemediğimiz, hiç kimsenin hiç kimseyi ve hiçbir şeyi isteyemeyeceği kadar çok istiyoruz!
Mahzun olma; kurban olayım, gözünü seveyim, o cennet gözlerini seveyim, elini-ayağını öpeyim mahzun olma.
Ne denir, nasıl yapılır, bir şey denir-bir şey yapılır mı bilmiyorum. Bir iey yapmalı mıyım, bir şey demeli miyim yoksa ağzımı bıçak açmaz olup o bıçakla kendi beynimi mi parçalamalıyım bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum! Ben hiçbir şey bilmiyorum.
Gelip, ta dokuzuncu kattaki balkonundan, pencerenden, perdenin ardından da olsa bir anlık, bir solukluk da olsa seni görebilmeyi umut etmekten başka hiçbir şey gelmiyor elimden.
Sokağından geçip, aciz bir sokak köpeği gibi bir duvar dibine sinmekten, bi sigara yakıp yarısında söndürmekten başka bir şey, lanet olsun ki gelmiyor elimden…
Ah eller üstünde çiçekler içinde
Dudağında yarım bir sevda hüznü
Aslan gibi göğsü türküler içinde
Rastlardım avluda hep volta atarken