İnanç Ve Toplumsal İstem (talep) 9

Bayram Kaya
2924

ŞİİR


13

TAKİPÇİ

İnanç Ve Toplumsal İstem (talep) 9

Hele bir de yaşlılık ve sosyolojik psikoloji, orucun rehavetine eklendiğinde, vahamet daha bir artar. Buna direnç, sizin makul olmayan tutumunuzu gösterir davranıştır. Oruç sizi, nöbette uyuşturup bir an dalgın kılacaksa, sonucu siz düşünün. Efendim oruçsuzda dalınmaz mı? Dalınır ama bu bile bile lades olacak ve yaygın olacaktır. Hatanın kendisini elimizle yürüre icmal etmek olacaktır. Oruçsuz dalınma, kişinin inisiyatifi ile önlenir. Ama orucun meydan vereceği toplumsal elim sonuçlar, kişi inisiyatifi ile değil, kurumların yaptırımı ile olacaktır.

Bu anlatım, aslında nesnel olmayışla, temelsiz bir sansasyondur. Tıpkı toplumda sürüp giden kör dövüşü gibi. Halksal tartışmayı toplumsal tartışmaya dönüştürüyoruz. Sanki bir toplumsal üretim olan, sağlık uygulamasını, topluma ve halka nasıl uygularsak verimli olur hakça olur ve ahlaki olur mesabesinde görerek, toplumda yeri zamanı ve nesnesi olmayan bir konuya ilişkin tutumu; toplumda imiş gibi vehim ederek, sapla samanı karıştırmalar yapıyoruz. Ama bu kişisellik de olsa, oto kontrol kazanımın, toplumla uyuşma yanımız değin aklımızda not olarak kalabilecek hatırlama olacaktır. Unutmayalım, halk olarak, toplumun nesnel yanının, bize değil; bizim toplumun nesnel yanına gereksinimimiz vardır. Uymaktan zorunluluğumuz da, toplumun bizden bağımsız oluşudur. Hak, özgürlük diye; soyut zorlama ile mazereti delil gibi dayatamayacağımız gerçeklik, organik ilişkilerin nesnel yasallığıdır.

Toplum, yaşama gereklerinin, üretim ve paylaşımının ortaya koyduğu bir sosyal organize durumdur. Bu durum toplum yasalarını, yaşam gereklerini, ortaya koymanın, sürekli olarak üretildiği, etkiyen etkilenen, insan düşüncesinden ve insan iradesinden bağımsız, bir yapı ilişki örgenliktir. Toplumsal istem de, bu yasallığın, sizin farkında olup, kurallaştırıp, genelci normatiflikle yasallaştırmanızdır. Ve insan örgütlenme hak ve Özgürlüğünüzü, buna göre ilişkilendirmektir. Yani toplumun temelini, yaşamın nesnel somut koşullarında alıp, insan yaşamı ile bire bir ilintililiktir. Siz bu bağlılıkla ürettirerek egemenlik zenginliğini varlarsınız.

Şunu tekrar vurgulamak isterim. Spekülasyon ve kör dövüşünden kaçınmak için: Tartışma konu ve nesnemiz, böyle toplumsal temele oturmalı bu temelden söyleyeceklerimiz, karşı oluşlarımız, haklı Ya da haksız oluşlarımız, ortaya konmalıdır. Eksen uyuşması olmalıdır.

Laiklik, toplumsal yaşayışın, inançsal yaşam kontrolünde ve iç içe olmayacağının izanıdır. İnançların ancak halksal alanla olacağının nesnel yasasıdır. Yine, inancın bireysel oluşunu apaçık vurgulamadır. Önce sorun ortaya çıkmış, sonra somut yasası. Örneğin uçak, tren yapmak için, incili bilmenin gerekmediği, apaçıktır. Kilise çanı yıllarca çalmasa da süreç aynen işler, insanlar ilaç yapmaya tedavi olmaya en ufak şek, şüphe ve engel gelmeden devam ederler. Papazlar olmasa ne olur demişler? Hayat tınmadan devam etmiş. İnanç halkın malıysa, uçak yapmak da, toplumun malıdır.

Uygulamadan akılsal, kestirim temelinde, Paris, Münih yolunu, alt yapısını, sabote etmişler yaşamın madde sağlamasında, iletişiminde, aksamalar rahatsızlıklar şikâyetler başlamış. Bu sabote yaygınlaştıkça, ürün üretiminde dağıtımında kısıtlamalar, bir çöküşle, ihtiyaçların karşılanmasındaki karşılıklı bağlamlar, zincirleme gerisin geriye, tersinmeye başlamış. Toplum, toplum olmaktan, aşama aşama bir öncesi durum benzerine çökmüş. Toplum, ilk bir önceki aşama basmak, durumlarına dönmeye başlamış. Ve sonunda toplum olmaktan çözülmeler oluşmuş. Toplumun ortaya koyduğu, ilk teknik ürün ve bilgi ortadan kalkınca da toplum ve toplumsal üretiş sağlanamaz olmaya başlıyor. Bunun ussal simülasyonu ilişki var ve yok edişlerle mümkün. Ama inancı toplusal ilişkilerle simülasyon edemezsiniz

Üstelik bu hal dünyanın her yeri için böyle oluyor. Bu nedenle toplumun evrensel yasalarla işleyiş özelliği buradan geliyor. Anlaşılmış ki inanç, hayati ve yaşamı üretir değildir. İnanç yerli yerinde durduğu halde, bu çökme sürmektedir. Yaşamın koşul varlığı inanç olmayan başka şeylerdir. Bu nedenle inanç toplumsal istemde yoktur. Aslında yaşamsal yasallık, Yüce Ruh'un bir dileme var ediş olamlılık alanı iken insan buna karşı oluş gibi, çok farklı inançlar geliştirip bunları çatıştırmaya tutuşturmuş. Oysa öznenin ruhunda da hiçbir madde inancın yerini ve yetkinliğini tutmaz. İnanç öznede yansıyışların dönüştürülme ruhsal dalga
Atım girişimleridir. Soyutlaşan girişimlerin kişi haletini de Hiçbir yerde bulamazsınız.

Eh biz de, sanki inancı toplumsal istemin temel konusuymuş gibi sayarsak. Başlarız; “”ben kendimi böyle ifade ediyorum. Bu benim hakkım, toplumda istediğim gibi, hür temsillilik sağlarım”” demeye! Oysa toplumda temsillilik üretim gücüne katkılığınızla ya varsınız ya yoksunuzdur. Esnafsınızdır, işçisinizdir, yöneticisinizdir, teknokratsınız, uygulamacısınız vs. Ya da üretim gücüne hazırlanır oluşun süreç alışındaki, üretimin kendisisinizdir.

Öğrenci, çırak vs. Ya da bunların ilerideki devir alıcıları, çocuklarsınızdır. Ya da üretim koşularında görev alıp, bunu, bu zinciri üretimi tamamlayıp emekli olarak, tecrübe ve görevi devir etmiş bir toplumsal gerçekliksinizdir. İfadeniz bunlardan kalkışla olmalıdır toplumda. Başın örtüsü, bu sayılanlarla anılır değildir. Bunların şartlarında, ne yeri, ne gerekliliği vardır.

“”Yaptığınız insan haklarına ve özgürlüğüne aykırıdır, bu bir zulümdür! “”; “”Bu bir inancın modern yorumu”” gibi bir yığın karşılığı olmayan saçmalıklar ve saçma olarak sorun ortaya koyuş ve saçma tartışmadır. Sanki nesnel yasallıkta bu talep varmış da, İnanç da, değişen koşullara göre, yeni yasa koyuyor da, başörtüsü yeni yorummuş! Ön kabul ve yanıltmadır, yanılsamadır. İnançlar değişmeme temelli iken, zaruretin karşı konulmazlığından, yorum çarpıtması kandırmasına gidilmektedir. İnançlar insanlık tarihinin belli kesit kalıplarının donmuş minyatür numuneleri olmaktan şimdilik daha öte gidememiştir.

Karşı tarafta da aynı saçmalıkla cevap: Laiklikte din devlet işi ayrılmıştır sanki nesnel ve toplumsal temelde din oluş varmış da, tercih böyleymiş gibi. Din duygusu toplum oluştan önce ve bireysel olarak var olan, sonrada halkta yaşanan tutumdur. Toplum olmanın değil, birey oluşun topluma getirdiği yargıdır. Toplum oluşta bu yargının esamisi yoktur. Toplum talebinde de yoktur. “”Benim ebemin de başörtüsü var, ama sizin gibi değil! “”; “”Biz başörtüsüne değil, Türbana karşıyız! Bu Yahudi geleneği! “” gibi aynı oranda bilmezlikler saçmalıklar. Hukuk kendi temelini hiç görmüyor; inançlardan mı neşet etiğini, yoksa yaşamın, yaşanan karşılanmasından mı neşet ettiğini? Kamu; bu toplumsallıkla, halksallığı kendi alanlarında ve ilişkiliklerinde (ilişkileri içinde) işletebilmelidir.

Oysa bireysel bazda, halksal yaşantımızda elbet inanç hakkımız ve ide özgürlüğümüzdür. Elbette, bireysel ilişkilerimizde kendimizi, istediğimiz gibi ifadeler ve yaşarız. Kişi olarak Ya da ibadet yerinde, toplu olarak ibadetimizi, güven içinde sürdürürüz. Elbette halksal alanda moderniceler var edersiniz. Kişilerin özneli, toplumun çatışma alanı olmamalıdır. Toplum, toplumsal öznel yasa ile bunu düzenler. Kişilerin birbirine baskı ve şiddet uygulamayacağı, eğer uygularsa cezalanacağı gibi, güvenlik bazında, düzenlemeler olmalıdır.

Bu inançlar bireyin, kendini ve dünyayı bilgilenemediği sürece, algılama yorumlanmasının öznel dönüştürülmesidir. Öznel var oluşun, hakkı ve temelidir. Bundan tabii ne olur. Ama toplumsal talebe uzanamaz, toplumsal talebin, size dur dediği yere bunu taşıma hakkınız yok ve hakkınız değildir. Bütün sorun, meselenin ters ortaya konup, tersten tartışılmasıdır. Ters sorunun cevabı olmaz. Olursa ters olur, buda karşılıklı, fikir üretiminden ve fikir alış verişinden çok, saçma olurluk olacaktır.

Bunu da bir fıkra ile geliştireyim. Dünya ilk bilgisayarı, bir önceki haline göre iyice yapılayıp geliştirmişti. Bunun ne denli bir başarı olduğunu, bilgisayarın yetenekleri hüneri insanlığa tanıtılıyormuş. Birkaç ülkeden heyetler gelmiş. Bilgisayara soru soruyorlar, karşılık cevap alıyorlarmış. Kimi cevabını salisaniyede alırken, kimi birkaç saniyede alıyormuş. Bir milyon bilinmeyenli denklemi dahi, iki saniyede çözüyormuş bilgisayar. Sıra bizim Aradeniz’li yurttaşa gelmiş. Soruyu sormuş. Bilgisayar harıl harıl işlem yapıp duruyor, tekrar tekrar, aynı aşamaları tekrarlayıp durmuş. Ama bir türlü cevap verememiş. Cevabı verilen sorulara göre, çok çok uzun süre cevap alınamayınca, ne sorduğunu merak etmişler. O da bilgisayara: “”Ne var, ne yok? Dedim”” demiş.

Sürecek 9

Bayram Kaya
Kayıt Tarihi : 15.3.2008 10:04:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Osman Öcal
    Osman Öcal

    KALEMİNİZ DAİM OLSUN HOCAM.

    Cevap Yaz
  • Necdet Arslan
    Necdet Arslan

    Makaleyi diğerlerinin devamı olarak okudum.Düşüncelerin sosyal boyutu dışına taşan ve doğru söylemem gereirse beni -ilgi alanımda olmadığı için-alanlarda çokça yararlı buldum.Eksikliklerime ışık tutan bu değerli çalışmanızdan dolayı sizi kutluyorum.Yazıyı birkaç kez okumalıyım ki,edinimlerimi pekiştirebileyim.
    Bilginin genişiliğ karşısında ''evrenimizin' darlığını kavrar gibi oldum.Yanılıyor muyum?
    Selamlarımla.

    Cevap Yaz
  • Zaman Sarrafı
    Zaman Sarrafı

    Teşekkürler

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (3)

Bayram Kaya