Ama öznel saçma tutumlar toplumsal talep değildir. Bunların imajını toplumda taşır olmak, talep kılmak saçmadır. Hiçbir doğrulama ve yanlışlaşmayı ortaya koyamazsınız. Ancak inancı dolandırarak ve tersten, toplumun konularını ve nesnel ilişkilerini, inancın bir konusu gibisine, emri yaparak nesnelliğe oturtmaya, nesnelliği yönetip yönlendirmeye başlarsınız.
Bu da nesnel ilişkilerin değil, inancın; güya nesnel ilişkilere, beyhude oturtulması olacaktır. Nesnel işleyişle üretim sürdürülürken, inançsal baskı ile sömürülür oluştur. İnsanın gelişmesi toplumda ortaya koyacağı özgürleşmesi, bağımsızlaşması, rölantiye biner. Haksızlıkları cehaletin razılığını alan uzlaşı ile demokratik tavırlarınızı tüme yakın olaraktan ortadan kaldırmanın, ortaya konuşu olacaktır. Gizli tezgâhların amacı budur. Bireylik ise, maksatlı tavırları bilmeden, inanma mutluluklarının erimiyle, davranışlarını oligarşik yapıların güdümünü kolaylayan birleşmelerle, işbirlikçi bir duruma düşerler.
Örneğin, şöyle bir halksal inanmanın; hem bir hak ve hem bir özgürlük olduğunu bir an varsayalım. Dense ki; Toplumsal faaliyetten önce, haftada bir, bardakçı baba türbesi ziyaret olunacak. Buna imkânı olamayanlar, anma duasına duracak. İmkânı olanlar, sandukasına yüzünü ve dudağını sürecek. 300 kez falan duayı okunacak...
Üç kez akıllı olmak için dua edilecek. Beş kez dersleri iyi dinleme duası okunup üflenecek. Sonra üniversiteye gelinecek. Boyunlarda bu türbenin maketi taşına ki tarlada bereketimiz artacak dense. Sormazlar mı hangi toplumsal üretme ve organize normuna dayandırılarak hak ve özgürlük olmakta, gerekçe ne? Akıllılığın gereği budur.
Bunlar birey olarak sizi rahatlatabilir. Rahatlama; kaprislerinizin, zanlarınızın, fevriliklerin, önyargılarınızın, akıl zaaflarının vs.nin indirgenmesidir. Bunların tümü de öznel olurluktur.
Tekli yaşanır özne durumlarıdırlar. Bunlardan nasıl bir toplumsal beka ve fayda sağlanır? Bunlar ortaya konmalıdır
Çünkü toplumsal üretim ve yapı, inancın nedenlerinden ötürü gerçeklenmez. Bu nedenle sorunların çözümü de inancın dışındadır. Kendisi üretimin nedeni olmayan, çözümünde nedeni olamaz. Bir taşın üstüne çıkacaksanız, orada güvenle çökerek, kırılarak düşmeden durmanızı sağlayacak olan, inancınız değil; yine o taşın içyapı özellikli mahiyet durumu dayanıklılık yasası, bunu size kurallaşacaktır. Yani nesne kendisini dayatacaktır. Ya davranıp istemeyeceksiniz. Ya da davranıp istiyorsanız, nesnelliğe boyun eğeceksiniz.
Ben böyle inanıyorum kendimi böyle ifade ediyorum, ister gericilik de; işler ilericilik! İşte saçma böyle bir şey. Gericilik ve ilericiliğin bir, yaşamın nesnel somutluğu, belli bir kanıt dayanağı olduğunu bile bilmemektir. Gerici ve ilericilik halka ait bir tutumlaşa olup öznel düşünmelerin belirimidir. Burada tamamen subjektif duygular rol oynar. Toplumsal değildir. Ancak kamuoyu ve seçimler gibi öznellikli yetkilendirmelerde, siyaset olarak toplumsal yönetime, çok tehlikeli ve çatışmacı, tiranik yansımalar yaratabilmektedir.
Bu sanrıyı bir fıkra ile bağlayım. Adamın biri kendini buğday zanneder, nerede tavuk görse, kendisinin, yem diye yutulacağını vehim edip, kaçarmış. Yem olmadığını söyleseler de nafileymiş.
Bunu tımarhaneye aldırmışlar. Uzun bir rehabilitasyondan sonra, yem olmadığına ikna olmuş. Başhekim, taburculuğuna karar vermiş. Vaka kişi hastaneyi terk etmiş. Sokağa dalmıştı ki, bir tavuk görmesi ile yürümesini ters edip, koşarak soluk soluğa, başhekime gelmiş.
Başhekim şaşkınlıkla sorar: “”Ne oldu? Hâlbuki siz yem olmadığınızı anlamıştınız. Ne bu hal? ”” demiş. Vaka kişi; “”Ben yem olmadığımı biliyorum doktor bey de, tavuk benim yem olmadığımı, biliyor mu? ”” demiş.
Yoruma hacet var mı? Konusu nesnel olmayanın, sanısı da nesnel olmayacaktı. Tavuğu da sanrı görür sanacaktı.
*06.03.2008 Akşam Gazetesi- Cüneyt Zapsu “”Türbanı çıkar demek, donunu çıkar demenin aynı””sı demek deyişi.
İnanç da, hem de samimi bir inanç da, eğer kişi, amaçlı dayatmalı değilse, katlanma vardır. Yani inanç çok kere bireysel katlanır oluştur. İşimize gelen yerde katlanıp, işe gelmeyen yerde zulüm addetmek, bir zaaf olsa gerek! Örneğin oruç tutarız, onun aç oluş ve dikkat toplayamamadan kaynaklı sebep oluş maliyetleri vardır. Sağlığa ilişkin bir yığın maliyeti vardır. Öznel ve maddi sakınır olmaların ötürüleri vardır. Tüm bu gibi sıkıntılarına katlanırız. Gerçi çok kez bilinçli de değildir.
Örneğin çoğu kez yetişkin olmadan, ya da kimi durumlarda yetişkin iken, acıya katlanarak kastrasyona (sünnet için kesilmeye katlanma) razı oluruz. İnancımız nedeni ile domuz, karga gibi besinleri, yememe katlanması yaparız. Vs. Bunların kişisel manevi hazını yaşarız. Bu da, bize yaşamsal ideallerimiz için, yâda toplumsal fayda sağlanacaksa, kimi durumlarda toplumsal yarar için bir razı oluşun göze alınan tutumlar olmanın, düşünsel hazırlanması gibi de görülebilir.
Toplumsal talebimiz başörtüsünü, toplumsal organize olmaların Hiçbir aşamasında gerekli olmadığından, hoş görmedi ise; inançların bir türden olmayıp üstelik çatışmacı olmasından dolayı yine rağbet etmedi ise, neden bu gerçeklik karşısında anlayışla, akılcı katlanma düşünmeyiz, bu da halksal müsamaha da bir metottur. Bu sizin inancınızın gereğidir. Ama bu bize asla başkası tarafında söylenemez. Bu tutum inançlarımıza ait erdemlerimizin olgunlaştırılması ile edeceğimiz bir ilkeliliktir. Örneğin %100 olan fiyat artışı karşısında, uysallıkla “”alıştık”” diyerek tepki yerine, katlanmaları yaparken! Böyle bir konuda, haksız olduğumuz halksal olan konuda, halkın birden meydanlarda olması bir paradoks yaratmıyor mu!
Burada iki durum söz konusu. Böylesine nikbin (iyimser) bakışımızda, böylesi bir dilek, nesnel olmayıp, öznel olacaktır. Aynen inancın mantığı ile bir güya samimiyetlik olarak söylenecektir! İkinci olaraktan da, elbette böyle bir istem yanlış olarak söylenecektir!
İlk söz konusu durumda, inancı katlanma olur durumların benimsenmesi şeklinde düşündük. Çoğu isteklere karşı dirençlerimizin kontrolü inançlılığımızın bir göstergesi olarak düşündük. Böylece inancımız emri yerine gelmiştir. Bizim inancımız diğerleri ile çelişip tartışırlık olacaksa, okula gelmemeye katlanacaksınız. Nasıl yeme içme hakkımıza, İnancımızdan dolayı; yememeyle, alkol alma keyfiliğimizi almama ile katlanıyorsak. Yine inançtan dolayı, öğrenememe durumuna da katlanacağız, gibi bir makul ite akla gelebilir!
Bu bir ironi. Taraf olanın bunu duyması şart. Sizin bunu ima etmeniz dahi yanlış aslında. Karşı taraf olgunsa zaten topluma inanç dayatmaları ile gelmeyeceğinden bu olay yoktur. Sadece zayıf ama samimi olan insanımızı kazanmak için, çıkarcı kullanımın tazyikinden esinlenenlere, paradoksa düşmeleri için, bir telkin olarak hatırlatılabilir. Aslolan öznel düşünmenizin toplumda değil, halka ait alanlarda cari ve yaşanır olmasıdır. Hem kimseye rahatsızlık vermeden, hem de kimseden rahatsızlık duymadan.
Aslında burada da, toplumsal barışa haksız olmamamıza bir katlanma olacaktır. Yani kişisel inancımızla, toplumsal inancımızı görmezden gelmeyeceğiz. Kaldı ki temel olan 8 yıllık eğitimi alıyoruz. Domuz eti yemeyişimiz, bir inanma hakkıdır. Nasıl biz, tüm verilmiş rızıkları yeme hakkımız var diye, özgürlük olarak talep etmezken, eğitimin bir kısmı olan üniversiteyi, örtü ile talep ediyor oluşumuz zıtlık düşündürebilir! Biri nesnelliğin alanı, diğeri öznelliğin alanı. Öznellikle nesnelliği kendi içimizde, kendi düşünmelerimizde çelişki ile tutuşturacakken, Yanlış olan toplumsal alanda çatışmacı olarak nesnellikle çelişmesidir.
Burada şu, bir yanı doğru, bir yanı ile aklı perdeleyen, yanlış olan, baktığınız yere göre carilik kazanan, sözü hatırlatmakta yarar var. Hani denir ya: ””Müslüman mahallesinde, salyangoz satmak”” çok doğru halksal bir tutumdur. Ancak burada da şunu görmeliyiz, halksal olan bir öznel tutumun “”Toplumsal mahallede (alanda) inanç satmak (dayatmak-sergilemek) ”” olacağı veya olduğu da, aynı haklılıkla ve polemiklikle görülmeli. Yani Bizim domuz ve inek yemeyişimiz, inanç ve inanmamız; toplumumuzun da domuz ve inek yemeyip, beslemeyip, pazarlanamayacağı karışması gerektirmemeli. Bizim yaşantımızda inek, domuz eti olmayacak, ama toplumda olacaktır. Biz tüketici olarak almayacağız, yemeyeceğiz; makul ite budur. Toplum ilacı, arabayı üretir sen kullanmayabilirsin! Toplum eğitimi üretir, sen yüksek eğitimi başörtülü almayabilirsin.
İkinci olarak da, burada toplumun da kişiye müsamahası düşünülür. Ama toplum nesnel temelli hak ve özgürlüğün kullanımına mutabıktır. Değilse, her isteyenin, her istediği yerde, her türden inanma işaretini, çatışmalık taşımalarına mutabakat etmemiştir. Halk olarak yaşayacağımız bir şeyi, toplum olarak yaşayamayabiliriz. Eğer oruç dalgınlık veriyorsa, oruçlu otobüs kullanmamız kurumsal olarak engellenecektir. Çünkü otobüs sürmenin nesnel şartında oruçlu olurluk yoktur.
Sürecek 8
Bayram KayaKayıt Tarihi : 14.3.2008 12:04:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
1- İnancın, sorunları tersten koyması, inanç odaklı eksenlenmenin, toplumsal gelişmeyi dondurması. Önşartlar kılmadır.
2- Toplum talebinde inancın uygulanması, yaşamı anlaşılır ve akılcı ortaya konmasını engellemesidir.
3-Bu engelemenin, kısırlığın, toplumda bir temelsiz çatışma ortamı sürdürmesi. 4-İnanmayı yok kılmayıp öznelliğini söyleyip, toplumsal talep yapılamaz olması. 5-İnanmanın denetlenemez sınırsızlığı ve çeşitliliği, temsililik genel kabullülük yasası yapamaması. 6-Toplumsallık değil, zümre ve grup oluşturup bir birini dışlar kılma halinin toplumsal aykırılığı. 7-Oluşan gruplar yaşam temelli üretimsel koşullarla olmayıp, inanç eksenli yapılanışı.8-İnanç değişmeme, tartışılmama, zamanlar üstü gibi gelişmeyi özgür düşünmeyi dışlar oluşu.9-Sosyalitede, toplumda, bireysel yargının yansılattığı, eğemenliğin kullanılışı gibi bir temel yanlış.'
Paragrafta sayılan bütün olumsuzlukların hepsi, inanç dışı oluşan ideolojilerde ve laik düşünüşte de mevcuttur.
Nitekim bu gün, sol pransiyonlarıyla paramparça, birbirine kurşun sıkar haldedir.
Laik anlayışlar farklı farklı siyasi erklerin çıkarlarına göre hareket etmektedir.
Siyasal güçlerin erklerine zarar geldikçe de, birbirlerini çimçiğ yiyecek tarzda saldırılarda bulunulmaktadır.
Yani, inanç dışı, toplumsal düşünüş ve ilişkiler, 'o lokum, yemede yanında yat' hesabından, ' her şey süt liman değildir'..
Tam tersine, çıkarlar öne çıkarak korkunç bir savaş halindedirler..
Ve işin ülkemiz açısından önemli göstergesi, bu gün ülkemizde etnik ve mezhebi çatışmalar laiklik kullanılarak yapılmaktadır.
Toplumdaki söylemleri dikkatle izlersek bu gerçekleri göreceğiz. Aksi sadece felsefi tartışma olur..
Bu konuda da çok şey söylenebilir. Gelecekte bu tartışmalar olacak, tarihi yakın olan laik düşünüş her yönüyle tartışılarak netleşecektir.
1989 Fransız devrimiyle tepki olarak ortaya çıkan laik düşünüş biçimi, 'la dini' 'yani din dışı olmak' kavramları, din / dinsizlik / arabulucuk (sanki laiklik öyle) anlayışlarıyla daha geniş boyutta tartışılacaktır.
Laiklik ateistleri çok fazla ilgilendirmemektedir. Hatta laik anlayış ateistler için normal olağan anlayıştır..
Ancak laik düşünüş biçimi, dine inananları ilgilendirir. Din olgusunu insandan, toplumlardan silemediğimiz müddetçe, laiklik hep tartışılacaktır. Laik davranışlar, kurallar sürekli değişecektir.
Örneğin ülkemizde, 'laiklik devlet ve din işlerini ayırmak' şeklinde uygulanırken, 1924 yılında kurulan diyanet işleri başkanlığı kaldırılmamıştır.
Aksine bugün, devlet din okullarının, diyanet camiasının maaşlarını ödeyerek, onların eğitim, kural, vaazlarını denetleyerek, olaya karışmaktadır.
Ki bu karışma sadece Sünni Müslümanlar için olmaktadır.
Diğer taraftan avrupada, laik devletler açıkça 'kilise vergi toplayarak kiliseleri denetim altında tutmaktadırlar'
Yani 'devlet dine, din devlete karışmaz' ilkesi bozulmaktadır.
Bu tür kararları veren siyasal erk, kendinde her türlü karışma hakkını görürken, sanıyorum hem düşünüş kavramı, hem de adalet kavramı kaybolmaktadır.
TÜM YORUMLAR (4)