İnanç Ve Toplumsal İstem (talep) 7

Bayram Kaya
2924

ŞİİR


13

TAKİPÇİ

İnanç Ve Toplumsal İstem (talep) 7

İşte toplumsal talep ve oluşumlar, hak ve özgürlükler, bunların şartlarına göre şekillenip paylaşılır. Organik bağlar kurulur toplumsal talepleri ortaya çıkar. Ki bu talepler dahi keyfilik değil, inanma değil, yaşamı sağlayan emeğin, üretim araç nesnelerin ve üretim, paylaşım ilişkilerindeki; somut koşullarının, özneden bağımsız, zorunluluk alanı ilişkileridir. Bu hal zorunlulukların bilinçli irade ve toplumsal sözleşme ile talep edilişidir. Bu nedenle inançlar toplumsal talebin sözleşmenin toplum olurluğun hiç bir yerinde yoktur. Zorunlulukla talep edilmezler. İnanç, ancak bireyselliktir, insana dairdir, insanın üretim ilişkisine ait değildir. Buda, insansal, öznesel olan inancın, bu ve diğer nedenlerle, toplumsal isteme uzanamaz oluşudur.

Bu yüzden başörtüsü, toplumsal eğitimin hakkı ve özgürlüğünün bir talebi olmayıp, inancın isteğidir. Herkesin uyması gereken sorumluluk ve zorunluluk toplumun talepleridir. Toplum inancın taleplerine nötrdür. Yapılaşması gereği cevap veremez. Toplumsal talep içinde olmayanın korunurluğu, hak olurluğu, ifade özgürlüğü gibi ters konuşların cevabı olamaz. Oysa ifade özgürlüğü de, yaşamı üretmeye, bilgiyi üretmeye, sanatı üretmeye, vs. ye alt yapının belirlediği, soyut ama pratikle denetlenen ifadelerdir. Öznenin fantezisi toplumsal ifade özgürlüğü olmaz, tıpkı elma severliğinizin ifade özgürlüğü olmadığı gibidir. Kişinin kendiliğidir bunlar.

Toplum yasası, nesnelitesinden ötürü, inançsal talebi, toplumsal yasada barındırmaz. Şu kadar ki; toplum bireyde inançları görür ve bireyi güvenlik, huzur adına, normlar ki Birey halk içi yaşayışında kargaşaya düşmemesi için. Ama toplum talebinde, hiç bir nam altında, inancı talep etmez. Aksi durumda toplumsal sunumun bir keşme keşe kayacağı tarihseldir. İnançların; insani, bireysel ve soyut ve öznel olmasına karşın, Toplumsal yasa, nesnel ve özneden bağımsızdır. Bu yüzdende toplumsal işleyiş, inanç taşımaz ve kişi insanın talebi revaç bulmaz. Kişi- insanın, her türlü sindirilir hareket ve tutumunun düşünmesini, giyim ve heyecanlarını, hoşgörüsünü, empatisini yaşayacaktır. Bunlar soyut hak ve psişik tutumlu tavırlardır. Çünkü bunların hak olarak ne talep edeceği bir yer vardır, nede talebin reddinin kabulü söz konusudur. Tamamen birey ve grupların üstünlük tutumlarıdır. İnançlarını, özel yaşamında tecelli ettirip, halksal yaşamında da, uygulama alanında olacaktır.

Biz, bir inançsal konuyu, genel istemmiş gibi; hem hak, hem özgürlük diye zorlarsak ve de bunu; zulüm sayar, korku gibi patolojik boyutlara götürür isek, bu bizi Haklılaşmaz. Aksine aklımızda zoru olurluğa ve bağnazlığa götürme gibi zaaflar algılatır. Çünkü bu inançların, dediklerimizin; yaşamın yeniden yeniden üretilmesinde; ekonominin yeniden ve yeniden üretilmesinde, ne de bu ilişkinliklerin var edilmesinde ne yeri ve ne de karşılığı yoktur. Yeri ve karşılığı olmayanı bir şeyi dayatmanın, zulüm ve karşı tarafın korkusu olarak beyan ile yorumlamak; realiteye dayalı olan karşı tarafın, objektiflik savunma haklılığını görememe yanılmanızdır. Üstelik biz, bir tartışılmazı toplumda konu yaparak, yanıltmaya neden oluş haksızlığımızı görememe gibi zaafını ortaya koyarız. Karşı tarafın nesneliteye uygun ölçülü davranma haklılığını görememe ve kendi halksal olan yanımızı, toplumsal kılıcı yapma dayanaksızlığımızı göremememiz olur.

Halkın moderinite gibi tutumlarına, toplum taraf ya da bertaraf değildir. Aksine bu tutumlar toplumsal üretişi tetikler. Temel anlayış toplumun işleyişine, engel olmaması, uygulamada huzur, güvenlik, baskı ve zaaf gibi yaşantılaşmalara gider olmamasıdır. Böyle bir üstünlük, bu ilineksel yaklaşımın, toplumsal alana taşınamayacağıdır. Bunun bir yasallık olacağının bilinmesinin gerekliliğidir. Moderinite ve benzeri tutumların, kişi-insanın halka ait ilineksel tutumu olması, yönü ve anlayışı asıldır. Bu ilinekselliğin, topluma ait üretim ve tüketim aşamalarında, en ufak belirleyicilik ya da sempati yaparlık veya kural tamamlayıcısı gibi görülmemesidir. Veya sanki anlayış kılınırmış gibi mazlumiyet içinde olmayacağı ve olmaması esastır. Çünkü sempati, giderekten edimleri kurallaştırır.

Toplumsal üretimde; kişilerle bireyler, inançlı olarak bulunacaklardır. Bu ulviyet ve kendini olgunlaştırma sürecidir. Önemli olan inancın, toplum süreçlerinin, nedeni olmadığını biliyor olmamızdır. Bizim inanıyor oluşumuz, toplumun dayanağı değilse; toplumsal yapıya hiçbir üretim ve yararlılık sağlamaz. Özel yaşamınızda, zaten bu inanmayı bol bol tüketiyoruzdur, eğer burada bir engel varsa, zulüm diye görülür. Zulüm; toplumsal yaşayıştaki üretimin ve ilişkileşmenin, haksızca bir grup veya zümre çıkarına, organik bağla, yasayla yönlendirme çabasıdır. Ya da bu sayılanların, bir şekilde gaspından doğan mağduriyettir. Bu bir apaçık dayanak ve somutluktur. Toplumsaldır. Sizin meleğe inanmanız toplumsal manada hak değil bir inançtır. Çünkü dayanağı olmayan bir tutumdur. Dayanaksız olan toplumca üretilip karşılanamayan tutumlar, hak ve özgürlük değildir. Toplum talebinde dayanak içertilenler hak ve özgürlüktür. Dayanaksız tutumların kendinize göre anlayışları, topluma sunulursa bu da, iltifat görmez ise, zulüm olur mu? Halk yaşamı, dayanaksız süreçler inanmalar içerir.

Hangi somutluğa, hangi dayanağa göre, hak ve zulümdür. Diyelim melek anlayışına göre yapılaştınız, yaşamın sürüşünde bir rahatsızlıklarla karşılaştınız. Kime başvurup, değişme isteyeceksiniz, değiştirme talebinizi meleğe nasıl bildireceksiniz. Oysa toplumsal taleplerle, iş kazasından ölüyorsanız, sakatlanıyorsanız, hem talebinizin yeri, hem sorumluları vardır. Hem de değiştirme isteminizi duyuracağınız eylemler silsilesi vardır. Kimse size melek öyle takdir etmiş demeyecektir. Melek anlayışlı yapılanmada bunu bulamayacağınızdan, inançlar toplumsal talep değildir. Ve toplumsal hak ve özgürlük de değildir. Ancak halksal bir hak ve özgürlüktür. Böyle olunca toplum katında ret olunmasının, zulüm olmayacağı açık ve zorunludur. İnanmalar böylesine anlayamama gibi bir göz körlüğü, akıl örtülmesini ne yazık ki yapmaktadır.

İnanan insanlar, inancın nesnel koşullarını ve bu koşullara bağlı, anlamsal fiili dillerini oluşturamıyorlar. Örneğin inancın, neye göre toplumsal hak veya neye göre toplumsal zulüm olduğunu dayanaklaşan somut koşulunu, bir türlü bulamıyorlar. İnancın koşulu da, daha soyut bir inanç oluyor. Toplumsal talebin, nesnel koşullu anlayışlarını, kendi doğma anlamalarının temeli yapma gibi palyatif, yapay, dayanak siperleri yapıp, anlayamama labirentini örgülüyorlar. Zorluk burada.

İnanmalarımız sanı ve mevhumdan ibarettir. Üstelik “”sizi zalim ve korkuya dayalı patolojik vaka olarak görüyoruz! ”” demelerimizle kendimize yazık edip, bilmez olurluğumuzun çok acınası durumuna düşüyoruz, gibi geliyor bana. Toplumun temel amacı, üretim ve hizmet vermektir. Eğer toplum, inancı oluşturup, üretime dinamikleşebilse idi, toplum bunu yerine getirmekten neden kaçınsın ki? Demeyi dahi, akıl etmiyoruz. Sanki rövanşı alınacak bir hırs durummuş gibi öznel, duygusal temele oturtup, önyargılar var ediyoruz.

İnanca ait dayatmalarımızın, toplumsal yapıda talep bulmaması gerçeği, aklı geriye atıp, duyguyu öne alır tavırları tetikledi. Örneğin toplumsal alanda başı örtememeniz, sizi, “”donsuzluk “” * gibi algılatıyor olması, tümden saçma. Sav saçma olunca, kaypak güreş tutmanızın da, saçma olması; durumun gereğidir. Bu, demektir ki; başı açık olanın, algılama bozukluğu vardır! Bu tür tutumlu, başı açık insanları, don giyişten gayri müsellah, olup, bilemez olduklarını söylemektir! Yani donsuz olduğunu söyleme fütursuzluğudur. Bir sanrısal algı bozulmasıdır. Başı açık ama donlu insanı donsuz görme, ya da başı kapalı, ama donsuz olabilecek kişileri, donlu sanma takıntısıdır. Daha ilkten peşinen önyargı yanıltmasıdır. Soyut algı saplantısıdır. Çok acil bir vakadır...

İnsan çevreden, çok farklı ve yoğun, etkili yansımaların altındadır. İnsan, bu uyarıların kimini seçebilmekte, ayrımsayıp anlayabilmektedir. Algılayamadığımız ama milyonlarca uyarıların etkisi bizde, farkında olmadan sürer gider. Bu algılar duyum yaptıklarımızın tali işlevlerinin basıncıdır. Örneğin ışığı görsel kılıcı yaptığımız halde, fotosentez etkisinden basıncından yararlanamamamız gibi, algı seçmezliklerimizdir. İnanç bu gerçekten etkisel karışma hareketle bizde doğarlar ve bu yüzden insanın kolay inanma ve inandırılma, paralize olma iknasını da birlikte getirmektedir. Üstelik buna bir de bilmezliklerimizi ekleyin lütfen.

Konu öznel ve saçma olunca, savunmada saçma olmakta. Üç beş cümle ile saçma olan (doğrulanıp yanlışlaşamayan, üstelik var ve yok sayılmayan) , hak ve özgürlükmüş gibi, bilinmeden savunulmakta. Üstelik donsuzluk olarak saçmalanmaktadır. 1-Kafanın işlevi ile boşaltım ve cinsellik işlevli uzuvların, görev karıştırılması travması vardır. 2- Vücutta organ ve vücut bölümlerinin işlev özelleşmesi, bilmezden görmezden geliniyor. Boşaltım ve seksualite algılatılan uzuv algısını, örtme olarak benimsenen normu aşırı duygu seçiciliği ile genelleştirilerek tüm vücuda yaymaktadır. Bunu da, başörtüsünü inanmanın bayrağı yapılıp, insanın başında odaklama, saçmalaması bağnazlığını doğurmaktadır. Oysa hiçbir inanç baş örtmemeyi donsuzluk olarak tanımlamaz

3- Bunu ifade özgürlüğü gibi, başka bir saçma ile savunmakta. İnanma öznel hakkını fikir gibi savunmakta. Oysa düşünce (fikir) : düşünceli varlıktan başka bir tutum değildir. Tabi konu ve temellenesi olan savunma saçma olunca, sorularda cevaplarda saçma olacak. Örneğin, donla örttüğümüz yerdeki tüyün (saçın, deme saçmalamasını yapmam gerekirdi!) fönünü yaptırıyor muyuz! Ya da caiz mi! Toplum olarak böyle bir tercihi taşıyalım mı? Böyle bir karıştırmadan, ancak böyle fikir doğar. Fazla saçmalamadan. Çözümsel sandığım bakışa devam ediyorum.

Saçma; doğru ya da yanlış olmayan bir nitelimdir. Mantıksal bir örnek vereyim. Dörtkenarlı olmayan dörtgen. Saçma bir anlatım ve ortaya koyuştur. Bunu daha saçmalamaksa şöyle sürer. Dörtgen toplumda işlevsel revaçta talepse, sizin saçmanız, dörtkenarlı olmayan bir çokgeni, dörtgenle kendinizi ifade etmek olacaktır. Bir de hak ve özgürlük gibi kavramlar monte edilecek. Bu yanılgı, dörtgene ait kabul bulunurluklarınızı, dörtgen olmayanla, talep etmek demektir. Karşılığı olmayan duruma (saçmalığa) sapacaksınız demektir. Nesnel temelli istem ve düşünme kanatlarınız, hak ve özgürlüktür. Bu ölçüyü siz gözden sapıtarak, daha soyut ifadeleri, hak ve özgürlük temelinde dile getirilmesini sağlamaya başlarsınız. İnançlar kişiler tutumu olarak, evrensel iken, bu zannı yanılma çeliştirilir oluşundan ötürü, öznel nesnelliğinden dolayı da, bireyselliği iyice görülecektir.

Çünkü kendi zaafı kendindedir. Ciddi bir anlatmayı, ne kadar ayrıntılarsanız o kadar saçmaya götürürsünüz. Ne yazık ki inançların en büyük yanılgılarından biride budur. Bir doğmasını yukarıdaki gibi ayrıntıya götürerek, doğru ve yanlış olamayan saçmalığa indirgenir

Somutta karşılığı olan, tanıtlanırlığı olan, doğru ve yanlış, toplumun talebidir. Örneğin vergi ödediğinizden, siz de toplumdan yöreniz için köprü talep edersiniz. Doğrudur. İsteminizin karşılanmasındaki gecikmede, nazarı itibara alınmadığınızı düşünüp, yürüyüş yaparsınız. Bu dahi, hakların sağlanmasında bir yoldur, doğrudur. Ama her canınızın istediğinde ve toplumsal otoriteyi bilgilendirmeden yürüyüş yapamazsınız. Bu da yanlış ve yasak olarak toplumsal bir taleptir.

Sürecek 7

Bayram Kaya
Kayıt Tarihi : 13.3.2008 11:43:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Bayram Kaya