İnanç Ve Toplumsal İstem (talep) 6

Bayram Kaya
2924

ŞİİR


13

TAKİPÇİ

İnanç Ve Toplumsal İstem (talep) 6

İnancı, toplumda üç nedenden ötürü oluşturamayız. 1-Toplumsal yapının işleyişinde ve ilişkilenişin Hiç bir biçiminde, inanç yoktur. Somut ilişkiler vardır. Bu tek başına gerekli ve yeterli nedensel yasadır. Diğerleri bunu bilmemenin tartışmasıdır. Efendim inanç kafamda var ne yapacaksın? Bir şey yapılacak değil ki, kimsede böyle bir görevi telakki edemez. Herkesin kafasında her şey vardır. Kafasında her şey olan bir şey ifade edip dayatmıyor ki. Fiili şekillenmesi sorun. Kafanızda zaten olacak. Kafamızda başkasına saygı duyma da var olacak, saygı duymama da var olacak. Buna ne denebilir ki. Kafamda saygı duymama var diye, kendimi ifade için, bunun ifadesi için, insanlara kafa mı atmalıyım. Durduk yerde ye varacak, boş söz atışmaları olacaktır!

2-Alt yapı ilişkilenmesinde inancın olmaması demek, üretimi, nasıl alt yapının üretim tarzı ve üretim ilişkisi belirliyorsa; bu muktedirliğin yerini yapay olarak inanç almasın demektir. Gerçekte alamaz, ancak sanal bir aldatma ve pranga taşıma olarak hile yapılır. İnançlar ancak üretimin paylaşılmasında devreye konabilir ki bu da kurnazlıktır! İnanç sanki alt yapı düzenlerlik ilişkisinde varmış gibi, hak ve özgürlükle karıştırılıp, inanç talebi tersten ortaya konmaktadır. Böyle olunca da yanlış tartışmalar olacak, başka inançlarla çatışacaktır.

3-İnançlar toplumdaki üretim ilişkilemesinde, sanal bir hoş görü ile kabul edilirse, kendisini toplumsal talepte olmamasına rağmen, toplumsal talebin özüne koyacaktır. Yani bu hal çekirdeksiz canlının, başka canlıya DNA’sını enjekte edişi gibi, kendini ürettirir olacaktır. Bu da teokratik yapılaşma siyasası olacaktır. Zaten bu son iki neden, yapaydır. Birinci nedenden dolayı olmaması, tartışılmaması gereken bir husustur. Tartışılması da, boş laftır. İnsanın, nasıl kişisel tercihleri varsa, inançlarda kişisel tercihtir. İstediği biçimde istediği inanca hoşlukla katılır, ibadetini yerine getirir. İnanç bireyin öznelliği olan bir haldir, soyut muktedirliktir.

Bir kere, inançların daha somut, sistemli olmaları; Yahudilik, İslam, Hıristiyanlık, Şintoizm, Hinduizm, Taoizm vs. gibi dinler evrensellik değildir. Bir inancın evrensellik iddiası, onun evrensel olurluğu hiç değildir. Toplumsal talepler evrenseldir. Tüm toplumlar aynı inançta değildir. Esasen olamaz da. Ama tüm insanların üretim ilişkileri ve üretim için organize olmaları toplum taleplidirler. Özelliklede en gelişkin yapılanmayı, örnek alır ve kendilerine göre özel tutumlarla içinde olurlar.

İnsanlar nasıl gelenek göreneklerini, kişi-kişi; kişi-grup; kişi-cemaat ilişkisinde yaşarlarsa: toplumsal talepte bunu; birey araç; birey örgüt; birey kurum; birey sistem olarak yaşar. Ne toplum halkın yaşamını tercih etmeli, ne de halk topluma yaşantısını monte etmelidir. İ Nasıl inançlar, hak özgürlük diyerekten, kendisini toplumda istemezlerse; her yönü ile kendiside bir inançlar manzumesi olan dinler de, böyle bir talepte bulunamaz. Dinlerde eski gelenekleri içerirler. Bu nedenle de, dinlerin toplumda işleyiş talebi olamaz. Siyaset nesnel alt yapıya göre, insanların soyutlamalarının pratiğe uyguladığı, çok çeşitli olabilen kılgısal pratikliğidir. İnsanın kişi öznelliği değil, toplumum öznelliğidir. Doğruluğu deneysel yaşanır olup, uygulanıp uygulanamayacağı sınamalıdır. Dinleri sınayamazsınız bile.

Toplumun sosyal yanı farklı inanç gruplarını içermekte. Bunlardan birinin talebi, diğerlerinin reddi olacaktır. Çatışma kılacaktır. Bunun aksi tutumu, yani siyasi erkin birini yeğler olması karmaşa ve kargaşa, faşizmidir. Toplumsal yapılanmada taleplerimiz, hizmet almak ve düzenli üretim ilişkisi ortaya koyarak, toplumsal olarak üretmek, yaşama nesnelerini sürekli sağlamaktır. Bu gereklerin hiç birisinde, başörtüsü; ne hizmet almanın nesnesi, ne konusu; ne de, yaşamı oldurmanın nesnesi ve konusudur. Tüm bunlar, inançlar olmaz ise yerine getirilemiyor da dağîdirler. Oysa bir alt yapı ilişkisinden bir tanesi olmasın, hiçbir üretim yapamazsınız, toplumun düzenli ve sürekli üretimi ortadan kalkmağa başlar. Ve toplum dahi olmaz hale gelinir. Ama pratikte geriye dönülmez, gerekleri ne ise o yerine getirilir. Bu da bize, inançların toplum işleyişinde değil, kişilerin yaşam ilişkilerinde var oluşunu gösterir.

Üçüncü olarak inançlar genelde, önce bir doğaüstünün, kendini kabul ettirirliği ile odaklı ve bu odağın etrafında, odağın iradesi çerçevesinde yapılanmadır.

Toplumun oluşmasında; nesnel somut ilişkiler ve organik bağlamalar ağı rol oynar. Bu ağ kopunca; çok temel problemler baş gösterir. İnançsal konular bu toplumsallığın yapısal bağlarını sağlar değildirler. Örneğin üç beş gün, hatta aylarca, yıllarca, kilise çanı çalmasa, toplum yaşamsallarına en ufak bir haleldarlık gelmez. Söz konusu bile olamaz.

Hâlbuki bir enerji üretimi olan petrol, ya da elektrik üretimi dursa, adliye çalışmasa, kimya sanayi ve ilişkileri çökse, olacakları hesaplamak çok zor. Neden bu böyle? Çünkü toplum ilişkileri zorunlu yapısal ve bağıntılı ilişkilerdir. İnanç toplumsal temelli ilişki değildir. Ama petrol ilaç, vs. vs. toplumsal temelli ve hayatidir. Hatta alt yapıda, alet üretim gücü olmasın, Ya da üretim ilişkilemesi olmasın, o anda toplum dağılır. İnancı, toplumsal talebe sokmak, inancı toplumsal temelli sayma yanılgısı olur. Ve bu yanılgı bir hak gibi algılanma gafleti tartışılırlığı, ortaya koyar. Oysa organik bağlılık, toplum yaşamın gerçeğinden temelli ve yaşam tarz ve biçiminin şekillendiği somutluktur.

Yani toplumsal organik bağların; toplumsal işleyişin, insanın inanç ve heveslerinden, kurgularından, lüksünden, ayrı bir nesneliği ve nesnel yasası vardır. Üretim tarz ve biçiminize göre şekillenip, ilişkiler kuruyor ve bu ilişkilere uygun talepler var ediyorsunuz. Bu da sosyal sözleşme ve talep olmakta. Bunlarla ancak toplum ve bireyler özgürleşir. Toplum özgürleşir, saban yaparken, artık traktör yapan, traktörlü toplum olmuştur. Toplum traktörün ürettiği her ürünle yaşamı ve refahı bölüşmüştür. Hakkın kullanımını ve talebini arttırmıştır. Birey özgürleşir, saban kullanırken, traktör kullanan birey olmuştur. Ayağı yerde kesilen, traktörü dilediğince uygun işinde kullanan, özgür; traktörün ürettiği işi, beceren kullanan bireydir artık. Talebi de, hakları da, özgürlüğü de bu traktörlü yapıya, uçaklı hal yapıya, bilgisayarlı yapıya göre olacaktır. Öyle hak ve talepler canının istediği aklına düşene göre değildir. Söz gelimi traktörü üretemediniz ise, ona ilişkin hak ve özgürlüğü; yapılaşmayı, yasalarını, ona göre değişmeyi isteyemezsiniz. Bu da, alt yapının üst yapıyı belirlemesi somutluğudur. Bizim kişi-kişi kişi-grup; kişi -cemaat, kişi- cemiyet yaşamı ilişkilerimizdeki öznel, soyut haklar özgürlüklerimizdir. Bunlar somut talep olunan toplumsal haklarla karıştırılmamalıdır.

Üretim ilişkinizin hiçbir noktasında inançlar, dinler yoktur. Yani hiç bir fabrika dinsel kural ve gerekliliğe göre işlemez. Fabrika kendi fiziksel nesnel koşullarına göre işler. Tarım yaparken, tarımın hiç bir bağ ve bağlamı, dinsel emir yasak ve kuralla işlemez ve en ufak dâhilîde yoktur, olamazda. Toprağı ekeceği ürüne göre hazırlayan insan, inancının dediğine göre değil üretilecek nesnenin şartlarına, havanın şartlarına göre tutumunu belirleyecektir. Ama özelinde de misafirine, inancına göre davranacaktır.

Traktör kendi yasasına göre çalıştığından, traktörün talebi de kendine özgü olacaktır. Bozulunca dua değil, tamirci isteyecek, kaportacı isteyecek, sigorta isteyecek, petrol işlemeyi isteyecek. Cennete gitme hevesi ile çalışmayacak. Bu nesnellikler de, inançtan çıkmaz, yaşamdan neşet ederler. İnanç, yaşayacak, üretecek durumda olan insanların, yaşamı düşünme yorumlama, insan-insan ilişkisindeki anlamaların, tutum alışlarıdır. Yaratıcı ile içsel, şuursal, tinsel bağlamla bütünleşmesidir.

Toplumun organik bağ talepleri sizden, İnanma değil de, nesnel koşullar dayatacaktır. İnanma içermeyecek. Bu söylemler inancın yokluğu anlamında değil, inançların toplumsal işleyişin, üretim ilişkilerinin temelinde olmayışıdır. Hiç bir ilaç, uzay aracı, televizyon vs. vs. dinsel, inançsal yasa, kural, kaide ve normuna göre, varlaşıp çalışmaz. Ve bizim bunlara dair; kullanım, hizmet, istihdamsal, ilişkinlik oluşlarımızı, inançlar belirleyemez. Bunların işleyiş yasaları kendi bizatihi nesnelitesinden kaynaklıdır.

Sürecek 6

Bayram Kaya
Kayıt Tarihi : 12.3.2008 22:35:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Mehmet Çoban
    Mehmet Çoban

    Müslüman’ım diyenlerin yanlış telakkilerinden anlayışlarından giderek üretilen felsefeler gerçeği yansıtmayacaktır.

    O nedenle çalışmalarınızda mantığın yerli yerine oturmadığını düşünüyorum.

    Konuya toplumsal ilişkiler açısından baktığınızda, Müslümanların tarihinde, kuran içinde toplumsal birlikteliği oluşturacak temel etmenler mevcuttur.

    Bunlar,

    İnsanların yalan ve ikiyüzlülükte bulunmaması
    Adalet üzerinden ayrılarak zulüm etmemeleri
    Başkalarının canına, malına, ırzına, namusuna tasallutta bulunmamaları
    Toplumdaki sosyal, ekonomik farklılıklar için yardımlaşmayı öne çıkarmaları.
    Aralarındaki güven duygularını ortaya koymalarıdır.

    Bunlar İslam'ın gönderildiği ilk dönemlerde topluma var kılınmak için Allah'ın Müslümanlara önerdiği insan ilişkilerinin ementüsüdür.

    Ancak tarihsel süreçte, alevi toplumların dede kavramı, Sünni toplumların tarikat, türbe, şeyh kavramları Müslümanların kültürüne girdikçe olaylar özünden sapmıştır.

    Mesela verdiğiniz türbe ve bazı örneklerin tarihi süreçte Türklerin Müslüman olmasıyla, eski Şamanizmken Müslümanların hayatına girdiği bellidir.

    Tarihte oluşan bir çok konunu İslam diniyle bir ilgisi yoktur. Dolayısıyla İslam diniyle ilgisi olmayan inançların, sanki Müslümanlıkla bağdaştırarak yorumlara tabi tutulması yanlıştır.

    Toplumsal ilişkiler düzenini neler ayakta tutacak sorusuna verilecek cevaplar sıralandığında,

    Ortaya hukuksal kavramlar çıkar..

    Suç ve ceza kavramları çıkar. Bu kavramlar toplumsal ilişkilere aitse, somut değerler taşımaktadır.

    Dolayısı ile suçlar somut olarak toplumda işlenir. Cezaları somut olarak toplumda verilir.

    Bugün bütün dünya hukuk literatürlerinde incelenen suç ve ceza kavramları, hukuk usulleri temelde aynı özleri taşıyarak, detaylarda birbirinden farklılıklar yaratmıştır.

    Onun için konuları sadece soyut kavramlarda tartışmaya çekerek, somut değerlerin üstünlüğünü var sayan yorumlar gerçekçi olmayacaktır.

    Her ideolojinin düşünce ve hayal etiğinde soyut kavramları mevcuttur.

    Ateizmin, solun, kapitalizmin, Laikliği vs.

    Aynı şekilde dinlerinde kendi düşünce ve hayal etiğinde soyut kavramları mevcuttur.

    Ancak insanlar kendi düşünce ve inançlarıyla hayatta yaşamaya başladıklarında, birebir insan ilişkileri kurulmaya başladığında ilişkiler soyut kavramlardan çıkarak soyutlaşmaya başlar.

    Söz verenin sözünde durması.
    Akitleri yapanların akitlerin sonuçlarına katlanması
    İnsana, insanlara karşı işlenmiş suçlar.
    Toplumun temsilcisi kurum ve kuruluşlara karşı işlenmiş suçlar.
    Veya bütün toplumsal kurumların birbirine karşı ilişkilerini düzenleyen kurallar somut kavramlardır.

    Ancak her somut kavramı gerçekleştiren düşünce ve etik değerler bütünü soyut kavramlar olarak karşımıza çıkar.

    Onun için ben,

    Ateizmin, liberalizmin, laikliğin düşünce ve etik değerler bütününde kendi soyut kavramları olduğunu, toplumsal yansımaya soyut kavramlarıyla şekil verdiğine inanırım.

    Zira bu kavramların günümüzdeki varlığı günümüze ait görece kavramlardır.

    Bilimin bilimselliğin görecelere göre değerlendirilmesinden ibarettir.

    Ancak gelecek zamanlarda da böyle mi olacaktır tartışılır.

    Geçen tarihler göstermiştir ki, zamana damgasını vuran görüşler bugün kaybolup gitmişlerdir.

    Zira her düşünce soyut kavramlarını toplumda somutlaştırırken çelişkilerini yaşatmış, çelişkiler onları yok etmiştir.

    Mesela, günümüzde sol, Rusya, Çin, Latin ülkeleri ve batıdaki söylemleri ve uygulamalarıyla birbiriyle çelişirken, 1970'li yıllarda ülkemizde bile ayrı fraksiyonlara bölünerek birbirlerini vurmuşlardır.

    Bugün liberal, demokratik düzenler dünyanın her yerinde farklı uygulamalar, yani somutlaşmalara sahiptir..

    Demokrasi anlayışlarının ne kadar girift ve karışık olduğunu görüyoruz.

    Laikliğe gelince, batıda, doğuda ve ülkemizdeki anlayış, uygulama farklılıkları çelişkilerini ortaya çıkarmaktadır.

    Konular içine girdikçe gördüğüm ve durum tespiti yaptığım bazı gerçekler vardır.

    Mesela, ülkemizde...

    Alevi sol kökenli aydınların laiklik tanımı, anlayışı, uygulama isteği

    Sünni sol kökenli aydınların laiklik tanımı, anlayışı, uygulama isteği,

    Sünni liberal kökenli aydınların laiklik tanımı, anlayışı, uygulama isteği,

    Muhafazakar olan aydınların laiklik tanımı, anlayışı, uygulama isteği,

    birbirlerinden dağlar kadar faklıdır.

    Temelde iki noktada düğümlenen,

    Laiklik uygulaması, devletin içinde yaşadığı dinlerin yaşamına eşitlik özgürlük vermesidir. Bu nedenle devlet eşitlik ve özgürlük verdiği değişik dinlere ait gruplara hizmeti esas alarak düzenlemeler yapar. (batıda kilise vergisi düzenlemesi) Ülkemizde diyanet teşkilatı düzenlemesi gibi.

    Veya laiklik, toplumsal ilişkileri düzenleyen hukuk normlarının kurallarının oluşumunda din dışı olmaktır

    anlayışı arasında fark doğmaktadır.

    Kanımca, tartışma boyutuna çekilen nokta,

    İnsanların somut değerlerini öneren düşünce ve etik değerler bütününün soyutluğunu kabul etmemekten kaynaklanıyor.

    Sanki, sol, ateist ve laik düşünüş şekli, kendisinin önerdiği düşünce ve etik değerlerin somut olduğunu söylemek istiyor.

    Ancak ne var ki, toplumsal sosyolojiye, insan psikolojine ve geleceğe yönelik düşünceler, öneriler, bilimsel testlerle ispat edilemez soyut değerler olarak karşımıza çıkar..

    Mesela, ateizm tanrının yoklunu ispat edememiştir.
    Mesela, sol insan eşitliği, sosyal ve ekonomik eşitliği somut olarak ispat edememiştir.
    Mesela, laiklik, çıkışındaki din dışı olmayı, inançlara özgürlük ve eşitlik vermeyi ispat edememiştir.

    Bilimsel olarak ispat edilemeyen her değer soyut değerden ibarettir.

    Soyut değerler ise, insana önerilen, düşünce ve etik değerler toplamıdır.

    Bunları görememek olası büyük hatalara neden olabilecektir.

    Ve oluşacak tüm hatalar insanların haklarına, erke sahip olanların hüküm olmasını sağlayacaktır.

    Çalışmalarınıza başarılar dilerim.

    Karşı görüşlerden de bakmayı yeglemenizi, dinlerin, ideolojilerin yanlışlarını örnek almamanızı dilerim.

    Zira her düşünce, din, ortaya koyduğu ilkeleriyle kendini temsil eder.

    İnsanların, toplumların yanlış saplantıları, yanlış uygulamaları ile temsil etmez.

    O nedenle bizler düşüncelerin, dinlerin yanlışlarıyla hareket edersek, açıklamaya çalıştığımız görüşlerin yanlış uygulamaları, yorumları hayatta çoktur.

    O zaman çelişkiye düşeriz.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Bayram Kaya