Aforizma: “”felsefenin en ana konusu olan epistemoloji kapsamında bilginin gerçeklik, doğruluk ve temellendirilebilirlik ilkelerine göre çıkış noktasını vererek başlaması gereken bir yazı bu.
Kendisine ait epistemolojiyi verirken tartışılan diğer bilgi kuramlarına da eleştiri getirebilmeli
Felsefi konu böylece konumlandırıldıktan sonra sonra sosyolojik alana yani devlet, sistem, rejim, iktidar kavramlarına ait tarihsel süreci ve eleştiriyi ortaya koyduktan sonra sosyal akışın geleceğe dönük nasıl bir perspektife yöneleceğine ilişkin bir sosyal tasavvuru ortaya koyabilmeli bu tandanstaki kelimeleri kullanma hakkını kendinde gören bir yazı.
Öte yandan sosyal buhrandan ne anladığını, evrensel akışla sosyal buhran arasındaki zıtları tasfiye ederek ilerleyen kompoze akışın tarihsel vektörlerini gösterebilmeli
Sosyal buhran tespitlerinde etnisite, inanç, iktisat ve benzeri insani etkileşimlerin dönemsel olarak erk oluşumunda ne tür bileşenleri oluşturduğunu söyleyebilmeli
Teokratik, monarşik, oligarşik, demokratik yönetim biçimi ve yönetimsel yapılanma süreçlerinin sözde değil özde, soyutta değil somut tartışılabilirlik düzeyinde ve sosyoloji biliminin bugün geldiği objektifliğin ortak paydasına yakın bir yerlerden ses vermesi beklenirdi yazının “”
***
Yukarıdaki 6 paragrafla belirtilen özellikler, her biri apayrı, konu ve uzmanlık alanı. Üstelik benim sav ve savunularımla uzaktan yakından ilgisi olmayan gelişi güzel paragraflar. Bir eylem koymaktan öte, salık verir gibi, ama zımni eleştiri algılatır, bir iğneleme veya yazı çalışmasının kötü olduğunu söyleyen, hiç objektif olmayan, sübjektifliktir. Bir kompozisyon şöyle yazılmalı derdikle; şekilcilik, basmakalıplık güdülmüş gibidir. Değerli eleştirmeni öncelikle selamlarım.
En hoş görücü şekli ile bir bilgi paylaşımı olarak değerlemeyi, düşündüm. İğneleme ve kurnaz deyişleri görmezden gelerek. Teşekkürler dost derim.
Aforizma: “”Ancak 1900'lerin '' jandarma devlet demokrasisi ''penceresinin görebildiği ufuk çizgisinden bakarak ayakları yerden (toplumsal dokudan) kesik olarak yazılan dogmatik ve modası geçmiş oldukça gerici çağdışı bir önerinin metni olabilmiş bir yazı olarak algıladım.'
Jandarma devleti benzetimi! Akıl alır gibi değil. İşte bu; bir şey demeyerek, her şey deme soyutçu mantığıdır. Toplumsal sözleşmenin en başında elbette toplumsal korunma, baskın olarak vardır. Şimdide sürmekte. Bu, jandarmalık şimdilerde, tek ve baskın, egemen bir tutum olmayıp, ortaya çıkış şekli ile değerlenmekte. Ancak güncelde, toplumsal güvence mücadeleleri, sınıf çatışmaları, sivil örgütlenmeler, bilinci ile sürmekte. Bu alanda toplumsal sözleşme tercihleri, farklı farklıdır. Neyi seçeceğiniz, sizin neye değer verirliğinizi, öne alan, bir yapılanmadır olup biten. Bu da günümüzde iki ana temada belirmekte:
Üretim araçlarına, toplum mu sahip olmalı? Bireyler mi? Ya da, toplumun sözleşmesi; bireylerin önündeki, toplumsal oluşuma katkılık sağlamayı engelleyen, tutumları kaldırarak özgürleştirme mi olmalı, yoksa tamamen devletin düzenlemesi ile bir yol alırlık mı olmalı? Gibi bir yığın tercihlerin göz önüne alınırlıkları vardır, toplumlarda.
İnançlar bu iki genel tutumun, hiç birine cevap olamaz. Yapılanış örgüleşmesi bu temele göre şekillenmemiştir. Üstelik buradaki jandarmalıkta hiç yazımın konusu değil iken, apayrı bir tartışma konusu olmakta. Eleştirmen bunu görmeden, çala kalem, benim jandarma devlet savunduğumu söylüyor. Üstelik inançlar bunu, değişmezlik ve doğru olurluk savı ile tamda eleştirmenin dediği bağlamda; “”inançlar tartışılmaz derken”” dahi titiz davranır.
Ben bunların hiç birini ima etmedim. Böyle iken jandarma devlet anlayışı, nasıl öne çıktı! İnançların toplumsal sözleşmede olmaması, denmesi ile Jandarma devletinin ne alakası var. İnançlar bir güvenlik sorunu değildir. Eğer bir güvenlik sorunu algılatması yaşıyorsa, bu, toplumda; nesnel uygulanır ve ürettirir olmayışıdır. Halksal alanın toplumsal alana klonlanmasıdır.
Bizler, toplumda olmayan, kişisel olan tutumu, topluma sokmağa çalışalım, olamayınca da devletin güvenlik algılaması var, bu bir jandarma devleti diyelim! Pekiyi; Bizi bu mantıkla yürürsek, Sudilerdeki, İran’daki inançsal temelli toplumsal yapı, diğer yapıları bünyesine almamakla, jandarma devleti olmuyor da, çok özgürlükçü bir yapı mı ittihaz ediyor. Benim böyle bir savım yok. Bu tam bir polemik olmakta, konuyu polemikliğe sapıtmakta. Sav açık. İnanç bir toplumsal talep mi? Buna ilişkin savlar temelleneler ortaya konuyor. Bizse vay jandarma devleti algıladık, diyoruz! Savlar çürütülür ve sonra denir ki, bu savlar jandarma devleti anlayışı ile yazılmış. Bende yanılgımı anlarım.
Uygulamada her hangi bir toplumun rejimi, kapitalist, sosyalist, liberal de olabilir, Ben rejimleri değil, konuları sadece toplum bazında ele aldım. Örneğin toplumları devletleri merkantilist Ya da fizyokrat bir savla, savunmuyorum ki Jandarma devleti deseniz. Ve bu toplumlarda inanç uygulamasının, toplumu düzenler olmadığını, kişileri ve kişi iç dünyasını kişi-kişi yaşantısını düzenler. Caride (yürürde) dünya üzerinde, gelişememiş toplumlarda refahı üretip paylaşamayan toplumlarda, yapıyı inançla kurallaşan tutumlar vardır. Ne kadar refaha kayarsanız inançlar mutlaka vardır da, toplumsal isteyişe toplumsal bir talep gibi gelmeyip, sosyolojik yaşanmakta. Bu toplumlar, gelişememiş geri teknoloji uyguladığı yetmiyor gibi, inanç ilkeleri ile kaos yaratıp, mutsuzluk görüntüsü verdikleri bilinmektedir. Yönetimi, inanç temelli toplumlar, evrensellikle çatışan, kişileri, özgür gelişemeyen, nakilci toplumlardır. Dahası geri ve sömürülen toplumlar olarak, tarih sahnesinde belirmekteler.
İnançlar olacaktır. İnsanlar inanmadan edemiyorlar. İnanç bizim tin yanımızdır. Hayatı yaşantımızı ve tinselliği içimizde çözümleyip paylaşabildiğimiz anlama ve yaşamalardır. Bu inanma gerekleri özel yaşamda, gruplarla, mahalle, sokak, yol, lokanta, otel gibi bir yığın yaşama alanında yaşanacaktır. Sadece toplumsal işleyişlerin, inanç esaslarına göre yapılanması, siyaseten bunun istismarının yapılması tarihsel olarak aşılmıştır. Siyasetçilerin inançlı Ya da inançsız olmaları, aranıp sorgulanması yanlış olmakta. Temel olan, toplumsal üretimin işlerliği olan yerlerde, inanç simgelerini ajite etmemektir.
İnanç kurallarını toplumdan talep etmek, ajite olmayı ve ötekileşmeyi kendi davet etmekte. Pratikliği olmayan, inanmalar, kendi inandığı kuralların işlemediğinden şikâyetle, önce kendisi ajite olmakta! Bir toplumsal hak ve özgürlük olmamasına rağmen, ajite olmamış; toplumsal düzenlemeyi hedeflememiş; basınç oluşturmayan tutumlar, toplumsal hak ve özgürlük olarak değil de, tolare olarak, Ya da özel yaşamda kişi, grup, topluluk hakkı olarak görülmeli, yaşanmalı. Pratikliğe uygulanan plastik inançlar (ki kuram denir) elbet toplumun uygulama alanındadır.
Nerenin toplumdan kopuk olduğunu bir bilsem karnımın şişi inecek. Neresi gerici ve çağ dışı! Bunu söyleyen de, tespit etmemiş olmalı ki, hiç örnek vermemiş. Sadece akıla geldiği gibi söyleniyor. Örneğin toplum olmasa, bilim üretilemez, teknoloji üretilemez, toplumsal yasalarımız olmaz, birey olmaz diyorum. Modası geçmiş olanlar bunlar mı?
Desem ki, benim inanç gerektirmem de, kanaat önderimin tutumunda kadının araba süremezliği var. Böyle inanıyorum. Bunu toplumda şiddetle uygulamalıyız? Diyorum desem, bunları söylemek mi, ayağı yerdelik? Bu tutum ayağı yerde olacak öyle mi? Hangi zaruret bizi böyle davranmaya itiyor? Bir inanır olarak, sizin öyle inanmadığınız da Hiçbir şey ifade etmez! Çünkü pratikte her nasılsa tüm baskı ve basınçlar inançlılardan gelmekte. Alkol satıyorsun diye, oruç tutmuyorsun diye dövülüp öldürülen baskı gören insanlar münferit olmaktan çıkıp, halk ve kasaba baskılarına dönüşmekte. Ama Hiçbir karşı tutumda olan biri, sen niye oruç tutuyorsun diye Ya da sen niye içki içmiyorsun diye münferitte olsa dövülüp baskı görmemiştir. Tabii ki bu mutlak böyle değildir de. İşte bu hal ile ben inanıyorum diye, dayatıcı ajitasyonları hiç eksik olmayacaktır! Bu da, her şeyin yerli yerindelik ilkesini karıştıran, boş tartışmalar olmakta. Ortak akıl nerede, hangi temelde, yaşayışa geçecek? İşte bunlar, toplumun canlı cansız organizesinin karşılıklı bağıntılılıkla belirlediği süreçlerdir.
Sürecek 51
Bayram KayaKayıt Tarihi : 5.4.2008 10:32:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Teşekkürler
TÜM YORUMLAR (1)