İnanç Ve Toplumsal İstem (talep) 50 Şii ...

Bayram Kaya
2924

ŞİİR


13

TAKİPÇİ

Sadece Yüce Tanrı'ya, inanırız. Ve sanılarımızla umarız, ummalıyız da, o kadar. Kimseye, Yüce Tanrı'ya izafe ettiğimiz, kişisel anlama zanlarımız, direştirilir değildir. Bu mantık, Hıristiyan, Yahudi Tanrı anlayışının bir ayet demesi, ya da Budist Mabut’un kendini kabul ettirirlik veya Zerdüşt’ün aynı söyleminin bir benzeşme ifadesi değil mi?

Böyle ifadeler, inandırmanın birinci ve ikinci koşulunu, temelsiz bir öznel düşünceci anlatımla ortaya koyuyor. Ben diyorum ki, Yaratan vardır, mutlak ve egemendir. Asla bilinemezdir. Kişilerin anlamalarına göre kişi içinde bilinmelerle öznel bilinirdir. Bu kişi davranışına yansır güzeldir. Ama toplumsal üretişinizin bir anlaması ve kriteri olamaz bunu şiar edinmeliyiz. Tanrı'nın ne söyleyip söylemediği, birilerine söylenip duyurularak anlaşılır değildirler. Yüce Tanrı'nın yarattığı varlık ve var oluş sürekliliğinde, bizler iyi kötü, sürekli üretip bilgilenerek, bir önceki yaşayış, bir sonraki ile eksik kusurlu kılışla, süreçleşecek bir anlam ile bireysel inanırlıklarımız, Tanrı anlayışımız olacaktır. Bu anlamalar kişisel manevi cezai sorumluluğumuzun olgunlaşması olarak değerleyebiliriz.

Sürecin gelişmesi ile anlayışımız da gelişip yeniden üretilecek. Burada şunu iyi bilmeliyiz. Hiçbir aşamadaki Tanrı anlayışı aşamamız, Yüce Tanrı'yı bilmek olmayacaktır. Ancak bilir oluşun sonsuz sürüşlükteki, çok çok küçük bir kısmı biriktirilir eleştirilir olacaktır. Biriktirilir oluşu, diğer bireylerle paylaşılır ve öğrenilir yönüdür. Ha keza eleştirellikte öyle.

Bu Yüce Tanrı'yı eleştirmek değil, kendi anlayışımızı, kendi izafelerimizi ve zanlarımızı eleştirmektir. “Yüce Ruh böyle dedi”” dediğimiz zaman, eleştirinin muhatabı Yüce Ruh yapılmakta. O şey üretimsel yönetimin özeğine konup tanrısal olmayan anlamayı Tanrı'sal olan nesnelin karşısına koyup, Tanrı'sal olanı yadsıtıp, Tanrı'sal olmayan vehimlerimizi de Tanrı'sal göstermiş oluyoruz. Bu da, o kadar yanlış, saçma ve hatadır ki akla aykırıdır. Böyle bir inanma, sonunda eleştirmemeyi getirecektir. Bu da tek başına yeter bir nedendir toplumun donuklaşması için. Söyleyeni insan olduğu halde, bu tutum gizlenecektir. Eleştirmemenin kabul edilirliği nedeni ile İnsana anlayamama sorgulayamama körlüğü yaptırılacak. Bunlar da bize, evrensel akıştaki yaratılışa göre İlahi İrade'ye aykırı olacağı, kanısını, düşündürür.

Tamamını Oku
  • Hasan Büyükkara
    Hasan Büyükkara 07.04.2008 - 20:14

    daha önce yazdığım bir yazıdan alınan ibare ile hasbıhal eden yazarla bir kaç yönden hasbıhal etmek istedim...

    1. Yazın sanatı yönünden okuduğum metinlerin nitelenmesi...

    Yazının birinci bölümünü okuduğumda sanki yazarın şu şekilde bir cümle kullandığını anımsıyorum..

    ''Bu yazı bir başka yazıya eleştiri olarak başlamasına karşılık zaman içinde müstakil bir hüviyet kazandı...''Bu mealde bir sözdü sanırım ...


    Bu ifade bize okuduğumuz metin serisinin yazın sanatı açısından ne şekilde bir format içinde geliştiğine dair en önemli ipucunu da vermiş oluyor..

    Bilinen düz yazı çeşitleri şunlar..Roman, tiyatro,öykü, masal, makale, deneme, fıkra,eleştiri,mektup,biyografi, otobiyografi, bilimsel tebliğ ve tezler.

    Günümüzde anlatımı takviye maksadıyla mensur olarak addedilen bu edebi formlardan nazım şekli ile etkileşenlerinin de mevcut olduğu bilinmektedir..

    Bu kısa temellendirmeden sonra bu metinler dizisine gelirsek doğrusu ben hem üslup olarak , hem içeriğin üsluba ve sunumdaki formata uygunluğu yönünden bir şeylerin eksik olduğunu tevehhüm ediyorum kesinlikle..

    Esasen bir tez içeriğindeki mevzu, bir makalenin bile keskinliğinin ötesinde içine bir fikri bir öfke bulaşmak suretiyle akıp gidiyor..

    Yer yer denemeyi , yer yer sohbeti andıran bölümleri ile biçimsel ve biçemsel homojenitesini yitiriyor..

    Bunun nedeni kanaatimce yazarın hedeflerine ait kurmacayı yukarıda bahsi geçen nedenden dolayı baştan yapmamış olmasından kaynaklanıyor.

    2. Metinlerde gördüğüm müteferrik (ayırıcı) vasıf

    Okuduğum bir makalede şöyle bir iddia vardı..Bir çok önemli edebi eserin ana dilinden başka dille yazan yazarlar tarafından yazıldığı söyleniyordu bu makalede bir çok latin ve amerikalı yazar sayılıyordu tez güçlendirilmek için..

    Bunları şunun için yazıyorum..Türkçemizde de bir çok işlek zekaya sahip yazın insanı bazan darlanarak yeni kelimeler icad etme ihtiyacı duyuyorlar..Hatta bir çok kelimeyi aktüel anlamından ziyade zihinleinde keşfettikleri yeni kavramlar için kullanıyorlar..

    Deleuze buna felsefi derinlikte insanın ''kekeleme'' zarureti diyor....

    Gerçekten su gibi akıp giden konuşmaları irad eden hatiplerden kolay kolay derin düşünce adamı çıkmamıştır..

    Yazarda içinde tıkılı duran anlamları görünür kılmak için bu tür dil ve kelime aranmaları,ıkınıp sıkınmalarını gördüm ki bu fikirde içtenliğin en büyük belirtisidir..

    3.Muhteva yönünden...

    Bu konudaki düşüncemi en başta iletmiştim..

    Ama açmak için aklıma şu an oğuz atayıngüncelerinde geçen ve yazdığı tiyatroda kullanmak üzere not ettiği bir ibare geldi hatırıma...

    Diyordu ki oğuz atay, akıl muhafazakardır tedbircidir, şüphecidir, gericidir ...Sevgi ise ilerici değiştirici ve devrimcidir...


    Şunu söylemek istiyorum aslında..Bu yazısı dizisinin çıkışındaki tez başta da söylediğim gibi toplumsal ilişkilerin rasyonalist ve determinist bir yapıyla yani akılcılıkla var ve sağlıklı olabileceğini söylemek istiyor..


    Ama inanın yazarın bu tezi savunmak için duyduğu heyecan ve duygulanmanın şiddeti o kadar yüksek ki yazı baştan başa idealize edilmiş bir nesnelcilik haline dönüşmüş...

    İdealist nesnelcilik ne demek istiyorsa onu söylüyorum..

    Mevlana ancak bakış açımızdakileri görebiliriz diyor...

    Bilgiyle bilgisizlik arasındaki at gözlüğü hepimizin problemi...Meşhur galat ı kelamda denildiği gibi en büyük bilgi bilmediğimizi bilmek..

    Tasniflerin sonu yok...

    nesnel sosyolojinin ağababası kabul edilen İbn i haldun uygarlıkların en büyük doğuş nedeni olarak ''göç''ler olgusunu vurguluyor..

    Çinlilerin bir zamanlar okuduğum bir kitapta o kadar değişik tasnifleri var ki hayretler içinde kalırsınız..

    Çinliler dedim de aklıma geldi..

    aslında şu anda yazılı tüm felsefe kitapları akdeniz uygarlığı dediğimiz ve halihazırda ümmeti bulunan üç dinin inançtan kültüre doğru evrilmiş bilgilerinin ayrıksı ve müttefik unsurlarından oluşma fikirlerinin egemenliği altındadır..Akdeniz dinleri( musevilik, hristiyanlık, islamiyet) zaten birbirinin birbirinin tenakuzu olmaktan çok mütemmimi bir yapı arzeden konumdadır..

    Alfabeleri bile aynı harflerin şive farkıyla başlar..elif, alfa, alef..satır düzeninde yazılırlar ve resim sembolizminden çıkarak ses sembolizmi evresine ulaşmışlardır

    Oysa bambaşka bir uygarlık olan uzakdoğu sütun şeklinde yazar ve harf sembollerinde halen resimsel izler vardır..

    Hinduizm veya çin gibi uzak doğu inanışları efsane oluş çizgisini aşarak felsefi tartışma metinleri içerisine girememişlerdir..

    Bu aslında bir zamanlar engüzel ipeği barutu kağıdı yapan insanların eşyaya hükmetmede akdeniz uygarlığından geride kalışları neticesinde güçsüzlükleri oranında gündem dışı kalmalarıyla alakalıdır..

    yazının muhtevası diye başlamıştık söze...

    Bu anlam içinde okuduğum metinlerin din ve onun sosyal uzantılarına karşı oluşacak çatışmalara çözümün bilim olduğunu, akıl olduğunu ileri sürmek için kaleme alınmış..

    Zaten uzlaşma ve bir sözleşme altında birleşmek için akıl mutlaka gereklidir.

    kamusal ortak alanda uzlaşıların nasıl olacağı ise her ülkenin kendi şartlarına ait bir laiklik geliştirmesiyle olacaktır elbet..

    Fransızların mezhep çatışmalarına karşı geliştirdiği laikliği ,Türkiye kendi ülke şartlarına uygun şekilde en mükemmele götürme çabalarını sancılarını çekiyor halen...

    Bu ise dünyadaki sosyal konjöktür içinde gelecekte bu devletin nasıl bir rol oynayacağı ile de yakından alakalı..

    Cenap şehabbettinin dediği gibi ''sağnak altında gülenle ağlayan pek farkolunmuyor''

    Şu anda bu tartışmaların arkasında faraza düşman gözüken nicelerinin uzun stratejide müttefik , kısa stratejide düşmanmış gibi davrandıklarını da göreceğiz..

    Son günlerde bir dostumun bir gazete haberine atfen söylediği gibi..

    Kadının yedi yıllık kocası kadın çıkabiliyor..

    Türkiye böyle setrelemelerin labaratuarı gibidir..

    Bu yüzden bu muhteva hem oldukça soyut hem de felsefi, sosyolojik , stratejik anlamda sıralama ve söylemlerden kopuk olduğu için gereğinden fazla köpürmüş bir yazı izlenimi verdi benim için..

    Samimi saygılarımla...















    Cevap Yaz
  • Mehtap Altan
    Mehtap Altan 07.04.2008 - 09:29

    İşte böylece inançsal soyut güç, toplumdaki bireylere, amaçlı etkitmeye ve asıl amacında saptırılmaya başlanmıştır. Birileri inançtan iyice yararlanmış, pek çoklarıda yararlanıyor görünmüştür.

    BELKİ DE SORUNLARA ALET EDİLMEYECEK TEK DUYGU İNANÇ OLSA GEREK....

    İNANÇ BİRE BİR YARADILIŞIN ÖZGÜR TARİFİDİR VE BAŞLIBAŞINA BİR DUYGUDUR...

    YAŞAMI DUYGULARI KOKTEYL YAPMADAN YAŞAMAK MANTIĞIN DEVAMIDIR ...

    YAZILARINIZ EMEĞİN DELİKANLI DURUŞU GİBİ ....

    ÇOK DEĞERLİYDİ HER ZAMAN Kİ GİBİ...

    SEVGİLER...

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 2 tane yorum bulunmakta