Hiç bir, güzellik ve estetik olmasın ki, o işin ilişkinliğinin simetrisinden çıkmış olmasın: Siz
Trafik ışık ve levhalarının, neden 300 m Yüksekliğinde olmadığı, Ya da 30 cm alçaklıkta olmadığı, renkleri; keyfi ve estetiksel değildir. Işıklara, 1m ile en az 30 m arasındaki uzaklıktaki, taşıt sürücülerinin, arabada oturur vaziyette iken, ön cam alanın, görüş açısı içerisinde olması somutluğu ile sınırlıdır. Renkler, öğretilen, anlam olarak, belli bir işlevle
Anlamlandırılmıştır. Tamamen nesnel somutlukların üretimidir. Aklımızda var bulunan, iler tutar yanı olmayan, düşünmenin düşünmesi, anlatımlar değildirler.
Bu somut gerektirmeler de, ölçüler, iyidir yeterlidir gibi, oransal estetiksel değer yargı kılarlığımızı geliştirmekte. Bu kurallara uyma, hem ahlakilik durumlarını içerir, hem de yasal zorunlulukları. İyi kötü, ahlak vs. bile bu somut koşulların ve toplumun konusu iken, ne anlama geldiği belli olmayan, soyut, asla üzerinde birleşemeyeceğiniz, öznel, kişisel düşünceciliğin, estetik, ahlak ve mantığının anlama konusu iması yapılmış! Oysa toplum dışında insanların ahlakı ve iyi güzel davranışları da yoktur. Toplum dışı ilkel yaşamın, sadece hoş olana yaklaşma, elem verenden kaçması vardır. Yine bu toplum dışı yaşayışta, primitif tepki koyuşlar, çok dar ve sınırlı bir mantığı vardır. İnsanın toplum dışında, asla ahlakı ve iyi kötü anlayışı yoktur.
Bu duyguları ve görsellikleri değerlikleri toplumsal yaşayışın üretilmesindeki gerektirmelerden kotarırız. Toplumun gelişmesi ve ilişkilenmesindeki anlamsal tutum bağlarından ortaya çıkarır ve benimseriz. Aksi halde sür git, iyi kötü ve ahlak anlayışı vaz edemezsiniz. İdealist yaklaşıma göre mükemmel bir güzellik ve ahlak ölçüsü ve şekli vardır! Biz onu hatırlayarak kopyalıyor ya da taklit ediyoruz! Trafiksel işleyişi toplumda var etmeden, hiçbir trafik kuralını ve trafiksel ahlakı ve trafiğin iyi güzel yargılarını ve de mantığını ortaya koyamazsınız. Olanaksızdır.
Bir anlamama; eğer zihinsel olgunlaşamama körlüğü, dikkat verememelik, o konuya vukufuyetsizlik vs. değilse; okuduğunu, duyduğunu anlamama, İnanmanın, inandırılmanın körlüğündendir.
Nasıl olur derseniz; aynen aşağıdaki güya karşılık, cevap vericilik gibi olur. Söz aslında güncelin çatışmalarında zımni bir eleştiri cevabıdır.
Tevrat ve İncilideki Nuh Ya da İbrahim peygamberlerin insanlara nasihatine benziyor. Bir insan söylemi olarak o kadar doğru ve yaşamdan pratik edilmiş ki, çok güçlü ve gerçekçi bir iddia. Buradaki çelişki, bu güzel ve doğru sözü, Yüce Ruh'un söylediğini insanlara kabul ettirmektir.
Yaklaşım şu:[ “”'Ey insanlar, kendi arzu ve heveslerinizden uydurduğunuz tanrılarınızın gerçeği yoktur'”” diyen ayet ne kadar çok haklıdır.] diyen değerli okurlaşa cevabımdır.
Bir kere nelerin heva ve hevesten uydurulduğunu göstermeyip; bir uyarının genelliği ile çamuru at, izi kalsın taktiği uygulanmış. İkinci olarak da, bu söz Yüce Ruh'a söyletilerek Yüce Ruh eleştirilerin ve kişilerin muhatabı yapılma yanlışına sapılmış. Çünkü bu söylem aşağıdaki gibi bir eleştiriyi öngörüyor.
Yoksa bunu söyleyen de, sakın ha, bu arzu ve heveslerimizden uydurduğumuz, Tanrı'lardan birinin sözü olmasın? Diye düşünmenin yapılamayacağı, var sanısı ile bir ön kabuldür. Söyleyen ortada yok, ama öyle söylendiğine inanılıyor! Çünkü söyleyenin doğru söyleyeceği ve karşı konulmazlığı, sözün de doğru ve karşı konulmazlığıdır. Ön kabul edilirliği, kısır döngüsünü taşımaktadır.
Bu sözün, toplumsal yaşayışta, toplumsal somutlukta, insan öznelliğinin dışında, karşılığı yoktur. Somutlukta, elektriğin, manyetizmanın davranışlarını öğrenmişseniz, bu bilgiyi, radyo gibi bir almaca dönüştürmeyi, heva ve heves edersiniz. Ve karşınızda artık, uydurma değil bir somutluk vardır. Üstelik bu manyetizma, elektrik davranışını bilmeden de; tomografi cihazını, heva ve heves edemezdiniz. Heva ve heves uydurmaları ancak ve ancak, öznel düşünceciliğin gem almaz soyutlamasıdır. İnsanın duygularının ve çıkarsal edimlerinin esiri olması gibi nedenlerle sui zanlar üretmesidir. Ama bu sizin doğru olacağınızı onaylamaz.
İnanmanın baş koşulu, böylece nesnelin baş koşulu yapılma yanlışına gidilmiş. Ve nesnelin baş koşulu yapma, absürtlük ve çıkarcılığı taşıtılmış. Soyut bir delile ancak soyut bir soru delil olur! Bunlarda şöyle sıralanabilir: Bura da Yüce Ruh muhatap değil iken, muhatap kılınma dezenformasyonunu bize tutumlatılımak istenmektedir.
Yüce Ruh'a değil, ama insana şu eleştiri getirilebilir. Bir ve Mutlak'ın:“”Sizi dilediğimce yarattım””, dedi diyerekten; kafadan uydurmalarımızı dahi, inançsal anlamda, Yüce Ruh'un kendisi sağlıyor. Çünkü hiç kimse, Yüce Ruh dilemeden ve Yüce Ruh o eylemi yaratmadan varlıklar davranamaz bile. Böyle olmasına rağmen, Yüce Ruh'un; “”insanlar heva ve heves yaratıp kapılıyorlar”” diye şikâyetçi olması şaşılası bir dezenformasyondur. Hem de, geride; Mutlak'ın sanki bizi doğru inanmaya yöneltmeye güç yetiremezmiş gibi! Aculluğu da, gözden kaçırılarak bilgisiz kılıştır.
Hevesle uydurma yapmamızı sağlayan o değilmiş gibi, tereyağından kıl çekercesine titiz sıyrılıp, zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkıştır bu. Üstelikte o değilden, kendi yaptığının, iç pişmanlığını duymak olmaktadır. Ve kullara acıması, sonradan bir şey yapamaz oluşudur. Hele bunu, insanlığın haberi olmayacak biçimde, bir kavime göndermesi. Haberi olanların da bin bir eziyetlerle o insanları öldürdükleri. Böyle bir görevlendirme ve uyarımın, insanlar ve kavimler arasına; seçilmişlik kutsanmışlık gibi ayırım ve çatışma yaratan bir yol yöntem gözetmesi, “”Sizi dilediğimce yaratım”” demesi Yüce Güç’ün “” Her şeye gücü yeterliğine”” zarar vermektedir. İnsanlara haber verme uyarması ile tamamen ters düşmedir. Bunları bizlere sorgulatmadan, kâfir ilan ederek: “” kendi arzu ve heveslerinizden uydurduğunuz tanrılarınızın gerçeği yoktur'.”” diyor, Yüce İrade!
Üstelik kendinin de (Söyleyeninde) bu tanımın içinde, kendiside heva ve hevesin algılattığı biri olacakken, kuşkulanması içinde olduğunu düşünemeden, Yüce Ruha hata yaptırılıyor! Bana göre, Yüce Tanrı’ya böyle söyletiliyor. Allah ile insanlar aldatılıyor. Hiç akılcı temelli değil, kurnazlık temelli olmasına rağmen. Çünkü Yüce Tanrı anlayışını zedeliyor bence.
Ama şu da bir yaşamsal gerçek. İnsanlar heva ve heveslerinden, zanlar, yalanlar, iftiralar aldatmacalar uydururlar. Hatta söylem ve davranışlarında, gizli arzular var ederler. Kimse bunu inkâr edemez. Çok doğru ve somut bir gerçeklik.
Yüce Tanrı, şüphesiz ki bu tür sonuçları biliyor ve yaratanı olmaktan ötürüde, bundan şikâyetçi gibi olmayacaktı. Yüce Tanrı sürekli tam bir yaratışta iken, bize göre sükûnette olacaktır. Her şeyin yarattığı gibi yürüdüğünü görüyor biliyor olacaktı. Burada bizim, Yüce Tanrı davranışlarını asal bilemeyeceğimizdendir. Ama biz değiştirmek geliştirmek koşulu ile zansal anlamalara gidebiliriz. Bu da bizim bilgi seviyemizin yorumlanışı ve yanılgıları ile sınırlı kalacağı unutulmamalı. Bu, Tanrı adına, Tanrı'ya bir söyletme gibi, yani Tanrı ile aldatma, gibi kuşkular vermede. Söyleyiş olarak çok doğru da, ya, bu inandırma ile yerine koyacağımızın kişisel sömürüsü ne olacak?
Bu söyleyiş öznel idealizmin bütün kusur ve çarpıklığını akis ettirmekte. Yukarıdaki söz, sanki söz söyleyenin, kendisi; herkesçe tartışılmazlıkla kabul edilmiş, heva ve heves olmayandır da (ön kabul) , ne söylerse mutlaklığı benimsenmiş de; bize, sözün doğruluğunun, uygulaması, takip edilmesi izlenmesi yanılsaması benimsetiliyor!
Üstelik bu söz, toplumsal talebin hangi aşama ve basamağına oturur ve toplumsal talep olur!
Sadece bir Yüce Ruh inanmasını yıkamak isteyen, başka bir Yüce Ruh inanmasının kendi ikamesini öngörür olmaktan öte geçemez. İşte bu bir öznel inanmadır. Hiçbir nesnelliği ve pratikte ilişkisel olmadığı müddetçe, karşılığı yok. Soyut olaraktan da iyidir. Ancak konu yaşamın pratiğine aktarıldığında kazın ayağının hiç de öyle olmadığı görülür.
Sürecek 49
Bayram KayaKayıt Tarihi : 2.4.2008 14:15:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!