Sizin halk içinde, kimse ile ilişkilenmeyen, gel geç serbest oluş olumsal tutumlarınız hak ve özgürlük değildir. Halkı halk yapan, halkın onsuz olamayacağı bir tutumlar argümanları tanımlayamazsınız. Oysa toplumu toplum yapan tutumlar vardır. Toplum onlarsız olmaz bunlardan birside özgürlükler ve haklardır. Halk içi serbestlikleriniz, giyinmeleriniz, oyunlar örtünmeniz, inançlarınız, ibadet yerinde oluşunuz, okumanız, okumamanız, Şopen'i sevmeniz Ya da sevmemeniz, oruçlu olmanız olmamanız gibi yığınlarca subjektifler, hak özgürlük deyip anlamalarınız, halkla simetrik ilişkilenmediği için, zarar ve yararı ortaya her an konamadığı sürece, nötr, ilgisiz, özendik moda tutumlar olup sürecektir. Bunlar, öznel sübjektiflikler olup topluma taşınmamalıdır. Üretim gerektirmesi ve dayanışması içermezdir.
Diyelim ki, her gün; bize göre göğe çıkmayı simgeleyen, muayyen Aralıkla, 20 kez direğe tırmanma tutumumuz veya inancımız, inanmamız var olsun. Biz ne kadar buna, bir hak ve özgürlüğümüzdür desek de, bu; asla bir hak ve özgürlük değildir. Özgürlüğün bir zorunluluklar alanındaki toplumsal emek olduğu, haklarımızın da yasalarla belirlenen karşılıklı yüküm, yasak Ya da yapabilirlikler alanı olduğudur. Topluma vergi vermek bir hak karşılığında da sizin yol talebiniz bir haktır. Oysa inanmalar toplumsal bir hak olmadığı gibi, yasalarla belirlenemezde. O sizden hak talep eder ama siz hak talep edemezsiniz. Bu da inançların toplumsal anlamda bir hak olmayıp, öznel soyut bir anlamadır. Halka ait alanın hakkıdır.
Ve o boyutlu, sembolik; göğe tırmandırır aracınız, toplumsal talep aldığımız her yere, mobilize olurlukla taşıyarak, gerçekleme direnci ve dramatikliğini, sırf inat oluşla kavram kargaşası yapmak akıllıca değildir. İşte bu gibi inanma eğilimli öznel itelerimizi de, topluma dayatamayız. Çünkü topluma göre normal tutum olmadığı açık. Normal olmayışı, toplumsal işleyiş ve üretimin yasallık unsuru olmadığı halde, toplumsal işleyişe katmak isteyiştir. Toplumları toplum yapan değer değildir. Yeri ve gerçekleşme alanı kişidir, kişi davranışı özel alanıdır.
Burada konunun öznellik olan tavrı işlenmekte. Değilse birinin (tırmanmanın) fiziksel yer alanı işgal etmesi, Ya da zamansal olarak mekansal olarak engel olması, durumları aksatır olma fenomeni, diğer inanç unsurlarına kıyas edilmiyor. Aksi halde nice hiç engel kılmaz görünür öznel tutumlar, toplumsal talebe gelir ki, toplumsal işleyiş mümkün olamaz. Ayrıca masum, ama ajite öznelliklerin, toplumsal talep, Ya da mutabakatın konusu olmadığı da, iyice bilinmeli.
Burada, bu tip isteklerin hak ve özgürlük olmadığı kandırmacısı vurgulanıyor. Ve bir öznellik ne kadar zarif zararsız olursa olsun, peşinde diğer öznelliklere, hem emsal olacak, hem diğer öznelliklerin talebinin de, ardı arkası kesilmeyecektir. Ve dahi toplumsal olanla, toplumsal olmayan; sap saman karışması doğacaktır. Örnekler bu anlamda pekiştirilmeli. Hangi öznel itenin, toplumda hangi sonuçları getireceği şimdiden bilinemez. Bilinenlerden de gerekli çıkarımlar yapılarak laikleşme süreçleri oluşturulmaktadır.
Toplum da, psi durumlu yurttaş insanların da, hakkı vardır. Onlar da aklına getirdiği bir öznel istemi hakkımdır! Diyerek, topluma dayatırsa, buna da hak tanınacak mı? Çünkü ikisi de toplumsal olmamakla mesnetsiz tutumdurlar. Ne kadar saçma ve soyut bir konuyu, ortaya korsak, o kadar saçma ve soyut bir argümanla karşılaşmamız, kaçınılmaz olmakta. Toplumda bireyin hakları vardır gerçeğine sarılıp, önümüze gelen her şeyi buna ilintileyip, bu hakkımdır, zulümdür, gibi gerçekçi olmazlıklarla, akıl mı bulandır malıyız?
Hak ve özgürlükler, toplumsallık işleyişin gerçeklendiği yerlerdir. Toplum kurallarının, nesnelliği ve ona uygun Ya da, biçimsel toplumsal anlamaların tutumladığı alanlardır. Kendi kişisel merhamet ve kanısal duygularımızın, öznel kişi oluşlarımızın baskınlaştığı yerler değildir. Özel alanımızda yaptığınız inançsal tutumlar, ne hak ne de özgürlüktür.. Kişi olurlukların ortaya serildiği bir kendiliktir. Hak ve özgürlüğün mutlaka toplumsal olma, toplum yapısındaki aksama, gelişme veya paylaşımı veya yeni ilişkilenişi, Ya da yeni üretim gücü gelişirliği, yeni refah talebi vs. nedenleri ile belirtilir olgulardır.
Bilinçsiz, öznel düşünmelerine kapılmış insanlar, metafizik tutumlulukları ve alışmaları içinde yaşıyorlar. Yaşamlarının, sosyal düzenlerinin; birbiri ile ilişkilerinin, ürettiği soyut kavramların, ALT YAPI ile ilişkilerini bilmiyorlar. Bu yüzden de her başa geleni, şans, talih kader, algılatması ile değerlendiriyorlar. Tüm bunları metafizik gücün düzenleme ve yaptırımına bağlayarak bir rahatlama, sindirme sağlarken, aklını kullanamama gibi bir kendine yabancılaşma, kendine aykırılaşma da yaşamış oluyorlar.
Bu bağlamda, demokrasi; üzerine oturup istediğimiz gibi kılıç sallayacağımız bir alan olmadığı gibi, toplumcu gelişme ve haklarımızı sağlarlığa bir engel bir kısıtlama da değildir.
Önce bir polemik tartışayım istedim. Örneğin dekolte oluşlar toplum ortamına giriyor da başörtüsü! Niye girmesin? Başörtüsünde ne var? Kafamızın arkasını okuyorsunuz? Gibi bir yığın, anlamsız, kafa karışıklığı Ya da kafa karıştırmalar vardır.
Birinci örnekte; dekolte olanın, toplumu yönetme, sisteme karşı olurluk, toplumu biçimleme gibi, bir iddia ve anlam taşımadığının örtüşmesi ile başörtüsü simgesi ile toplumu inanç temelli düzenleme amaçsallık taşırlığının, siyasi tutum oluşun üstü, zımni olarak kurnazca! Örtülmekte. Ve iki aykırı tutum aynılaştırılmakta. Toplum, bizim başımızın örtüsüne değil, bu örtüyü bizim kendi belirttiğimiz soyut anlamsallığın bir kuralı yerine getirirken, diğer inançsal zorunlu kurallarını da, adım adım beraberinde taşınacak oluşuna, ajite olurluklardır. İkinci olaraktan da, dekolte kıyafet kişi bazında değişebilir, gelip geçici, yarın bir başka türlüde giyinebileceği bir keyfiyettir. Üstelik çokta dekoltem oluşla toplumda pek hizmet alır Ya da verirlik olağan olmayan bir kendi kendine dengedir. Ki dekoltenin alanı da halk alanıdır.
Bunun en ajite oluşunu, bazı sözde aydınlar, çıkarları gereği, bir kesimin evhamı olduğunu fütursuzca söylemekteler! İşin garibi, bunu böyle olması gerektiğini, evhamlı bir kesim değil, inanılan kutsal metinler buyuruyordu! İnanç temelli yaşamı ve yapılanmayı bir mutlak farziyet olarak, mutlaka yerine getirilmesi gereken bir yükümsel görev buyruk olduğunu kutsal kitaplarda; “”Kıtal emredilmekte””; “”Yüce ruh'un dini yeryüzünde hakim olana değin size öldürüşme emredildi”” söyleniyordu. Evhamcı buluşçu ve bilimsellikli aydınlardan bir kısmı, bedava lokantalardan yiyip içerken, bir kısmının astronomik paralarla bu işleri kotardığı topluma yansımakta. E... aydınlık “”vurulduk ey halkım unutma bizi”” diyecek kadar özverili, gözü pek ve toplumdan yanalık olacak değil ya...
İkinci örnek, birinci örneğin, yani inançsal anlamaları, inanç temellerine göre, toplumsal yaşama taşınmak istenmesinin, bir amaçlılığın güya görmezden gelinirlik masumiyetiyle algılatma kurnazlığıdır. Toplumun reaksiyonu da; bu halin; “”Truva atı gibi, bir kazanıma”” dönüşmesini fark eder oluşlarının tepkisidir.
Tabii ki bunların psişik savunmaları da “”Niyet okuyorsunuz”” deme soyutçuluğu olacaktır. Nasıl ramazan ayı geldiğinde, belli bir inanca mensupların oruç tutacağını bilir olmak, tahminleşmek, kestirmek NİYET OKUMAK değilse. Ramazan süresinde bir günde müminin fitre vereceğini söylemek kafa okumak değilse. Aynı inancın kutsal metinlerinde, bu türden örtünme yâda kapanmalar vardır. Ya da ön kutsal kitapların ön gördüklerinin yorumlanması müminliktir. Bir mümin bu yorum imanlılığını, görevi olarak yapıyor olabilir. Aynı kutsal metin “”Tanrı'nın kitabı ile hüküm olunun, Tanrı'nın ipine sarılın, Tanrı'nın hükmü, yeryüzüne hâkim kılınana kadar mücadele edin.” Gibi emirlerine uyan, bir mümin tavrı olacağı açıktır. Müminin bunu imanlı olarak tutumlaşacağını bilmek de, kafa okumak olamaz her halde! Güya kurnazlar, karşı tarafı da, kendileri gibi görüyorlar?
İnançların alenilik kazanmış tutumları ortada iken, bilinir olması kafa okumak olur mu? Ancak aleni olmayan kişisel hırsları tanımlamak belki kafa okuyuculuğu değerlenebilir. Bu tür savunma, olsa olsa, bir bilmemelik Ya da dezenforme ediş, takiye kılış olmaktadır. Toplumdaki hak ve özgürlük leğalitesine, kendisini tutumlaştırmağa çalışan bu takiyyeyi; Tanrı emri, bu hâkim mümin yapılaşmayı zorunlu kılmaktadır. Demokratik bir toplumda bu niyet belli bir süre, hak ve özgürlük diyerekten ve demokrasi gereği demlerle, talep etmeyeceğini düşünüp bilememek, bırakın niyet okumayı, düpedüz safdillilik olur.
Bu açıdan bakıldığında, başörtüsünün öyle yakaya takılan, yaka gülü gibi karışma yapmayan, fevrilik ve inisiyatif alır bir masumiyet olduğu söylenemez. Yaka gülü, siyasi bir amaç taşımaz ama o, taşır. Yaka gülü bir müddet sonra çıkarılır, hiç taşınmaz veya gerektiğinde de tekrar edilir. Ama bunu çıkaramazsınız, günah ve karşı gelinirlik, soyut algılaması var. Yaka gülünü taşıyan “”siz niye gül taşımıyorsunuz”” diye bir baskı yapmaz, akıla bile getirmez. Ama o: “”siz, mümin, inanır, değil misiniz? ”” diye açıkça da ajite eder. Bunun böyle olmadığını söyler olması, tartışmanın neden var olduğunu izah edememek olur. Gerisinde koskoca bir mazı vardır. Kıyaslama çok örneklenir ama anlaşılır olmuştur diye başka bir sorunsala geçeceğim.
Sürecek 40
Bayram KayaKayıt Tarihi : 23.9.2008 16:53:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!