Bu yüzden, toplumda nesnel işleyişin en savunucusu kişilerden, inakçı olanlar, inakçılığa düşenler de olur. Bu tür ilerici doktrinler, ileri görüşlülükler zamanla ve saltıkçı tutumla reçetecidirler ve reçeteci inakçılığa düşmekten kurtulamaz. Bu nedenle inan, inanç, inakçılık, inancılık gibi tutumlar toplumun çatışma ve gerilim alanları olmakta. Bu bilinçle yaklaşmayan bireyler ve yöneticilerin kendileri, sorunun kendisi ve bir parçası, olup çıkarlar. Bu, yanılma o düşüncenin, o doktrinin gelişmeci, dinamik yanını göremeyip, öğretinin somuttaki halini, saltıklaştırdıkları için, inakçı olup çıkarlar.
Oysa bu saltıklaşan yan, diğer yan olan, gelişmeci dinamik yanla bağıntılı ve ilişkindir, birlikte çalışırlarsa, bir anlam ve somutluk var ederler. Yani inakçılık körü körün eliği ve pratikte kopmayı, size dayatır. Sistem ne olursa olsun, kim tarafında kurumlaşırsa kurumlaşsın. Bu kurumlaşır oluşun, nesnel dinamik ve gelişmeci yanı, değişmezlik kuralları içertilirse, o öğreti (doktrin) , kaçınılmaz olarak inakçılığa düşer. Yani gelişen kurumlar, sistemler, öğretiler inaksal olamaz. Bu yüzden inaksal, inakçı ve inalcı tutumların, toplumda, temsillilik, taşınırlık uygulanırlık talebi olamaz, olmamalı da.
Ne ussal, ne mantıksal, ne de deney ve uygulama ile doğrulanmamış bir şeyi kabul etme olan inan, Hiçbir zaman bilinemeyecek olana bağlanma ve onunla, öznel arasında bağ oluşturmadır. Yani inan, toplumsal olanın, bilginin sınırları dışındadır. İnak, eleştirmenin üstünde tutularak kabul edilen düşüncedir, inan ise, hiç tanıtlanamaz olanı, kabul ederliktir. İnakçılık bir yetkeyi (otoriteyi) , doğru kabul etme ve yetkeyi delil saymayı, tanıtlanmış kabul etmektir. İnancılık bilginin yerine inanmayı koyan tutum ve davranışlardır. Bunları tekrar bir arada tanımladım ki; gelişmeci, dinamik, somut olan toplumsal devinimle, inançların nasıl ters düştüklerinin, iyi bir ussal kıyaslaması yapılabilsin diye.
Bunları zaten biliyoruz diyen olabilir. O zamanda şu sorulmalı. Madem biliniyor da, bu inancı, inakçı ve inak tutumları, olmaması gereken yerde ve düzlemde, yani toplumsal örgütlenme ve siyasada, neden talep ediyoruz? Akıl ve akılcılık, realite bunun neresinde? Bireyin haznesinde olacak öznellik, toplumsal siyasa ile çalışır mı? Çalışırsa, inançsal görünümlü ama mutlaka nesnelliği uygulamak zorunda olan, çok ağır gelişen bir yapı olur.
Ancak, baskı, zulüm, yıldırma ve toplumsal gelişmeye, hele hele BİREY oluşa, aykırılıkla dayatılabilir. Değilse, inancın Hiçbir öğesi, toplumun alt yapı oluşumlarını etkinleştiremez.
Doğada, Hiçbir yasa, ben falan yasayı da yönetirim diyemezken, kapitalizm ben komünizmi de yönetirim diyemezken, inançlar maşallah her sahayı iddialı biçimde bilir ve yönetmeye soyunur. İşte en subjektif ve yalan aldatan tutumdur bu. Her şey kendi sınırı ve alanında olmalıdır. İnançlar bu kuralı ve yasayı da hiç sinir. Tabiî ki yapacağı Hiçbir şey de yoktur.
İnancılık bir yandan, gerçeğe; ancak inanmayla varılır der. Ve gerçek kavranamaz derken, diğer yandan, bilimsel bilgilerden yararlanarak, kendini, doğmalarının, doğruluğunu, anlatmaya çalışma, çelişkisine düşer. Bu mantığın, toplumsal talebi ve uygulaması olur mu? Gerçek kavranamayacaksa, siz iteneği (silindir piston hareketini) ve tekerleği nasıl yapacaksınız? Bir diğer saçma oluşu da, günümüzde bilime değil de, bilimin nesnel oluşuna karşı çıkarız derler! Tam bir sap yiyip, saman çıkarmadır. Bu bir, bilgi edinir oluş ve bilgi ortaya koyuş, enerjisi, çabası koyamayanların, peşine düştükleri doktiriner inancılıktır.
İnançlarda, kabul edilmelerin sanılarına Ya da kanılara dayanır olması kuralı vardır. Toplumsal işleyiş somuttur, nesneldir, sanı ve kanı taşımaz. Ya da, toplumsal işleyişte, sanı ve kanılar, toplumlaşmış, uygulanır, somut işleyişler olmuşlardır. Toplumla ve inançlar kıyaslanmaz bile. Hem karşıtlık ve eşdeğerlik değiller, hem alternatif değiller, hem taban alanları çok farklı, ama inanç ve toplum kavramını karıştırıp inancı toplumun üstüne örtmek isteyen bilmezliğimize ışık tutmak için, basit kıyaslara gitmek zorundayım.
İnançlarda, bir söyleyicinin sözlerine güvenme vardır. Söz söyleyenin, sözlerinin, genelde doğru çıktığı sanısı ve mantığı ile bu sözünü de, doğru kabul ediyorum deme, sanısı vardır. Çünkü kişinin, doğru söyleyip söylemediğini bilmiyordur. Kişi sadece sanı ile davranıyor. Bu sanısı da, bir olasılığa dayanır, yani tanığın tanıklığıdır. Her bilgisizliğin altında inançlar vardır. Bilinmedikçe zan olunur, hayale getirilir. Bir takım hayal olasılıklar içinde, birisini zan kılarak, kendini güven ve huzurda bulur. O sanı ile öznesi arasında bağ (rabıta) , oluşturur buna inanç denir.
İnançlar pratiğe kondukça inanç olmaktan çıkar. Kendini; “”inanç bir lüzumluluk”” diye lanse eder. Bu aslında mealen şu özü simgeler. “”Bilme, bilgi bir ihtiyaçtır, lüzumluluktur”” demektir. İnançtaki doğru sanmayı ya da inandaki doğrulanmış sanmayı, nasıl toplumdan talep veya istek yapabiliriz. “”Bu benim inancımdır”” deyip, kestirip atma ile keşke her şey güllük gülistanlık olsa! Asıl kızılca kıyamet, toplumsal gerilme, burada başlıyor. Ama biz farkında olamıyoruz. Ya da birileri bunun iyice farkında. Bir temelde konu da şudur. İlkel insanın put yapar oluşu Ya da taşın uğuruna inanması veya tavşan çişinin nazarı def edeceğine inanması ile bir dinsel inanırının, babasız doğuma inanması, yâda ermiş kişilerin göğe çekilip çıkmasına inanması arasında Hiçbir fark yoktur.
İlkel insan, başlangıçta gerçeklik içinde, onu doya doya yaşıyordu. Hayal ve kanıları, sanıları, sonradan gelişti. Bu hayalle gerçeği, rüya ile uyanıklığı, fark edememe gibi iken, özne bu yetiyi kullanmada mahirleşti. Bu şu demek, insanın somut ve nesnel özdek olurluğu; çevreyi, kendini, ilişkileri ile idealize edişinden öncedir. Kanılarında bu gerçekliği zorunlu olarak akisli kılıp yansıtmışlardır. İnançlar bu nazar noktasında bakıldığında sanıların ürünleri, melek şeytan, Cinvat köprüsü gibi, bir yığın inanç ürünleri bilim dışıdır. Ne var ki, inanç nedenleri, çevresel yansıyışlar ve bunu ussal konu edişler, bilim içindedir.
Bütün sistemler, toplumsal tecrübe ve bilginin birikimi uhdesinde taşır. Yine sistemler nesnel üretim araçları ve üretim nesnesini, ilişkileniş biçimlerini, ilişkileniş çeşitliliğini ve şekillenmelerini içerir. Bu o sistemlerin siyasasını, her biri, kendi özel paylaşım ve organik detaylanmasını ve farklı anlayış, hak hukuk, ahlak tutumlarını ortaya kor. Hangi biçim, hangi toplumlarca benimsenmişse, en genel evrensel karakteristikleri taşımak zorunda.
Sistemler, gelişimci, dinamik ve nesnel bağıt, evrensellik kriterlerle vardır. Açıklamalarımı bu ölçütlerle, kendi karınca kararınca bilimsel olduğunu sanışta, yolunda yürüdüğüm azim anlayışla, dinamiklik kazandırmaya gayret etmekteyim. “”Bu benim inancımdır”” demek, bu kadar param var deme kadar, somut algılanırlık yapma, yanılsama yüzünü göstermektedir. Ve ne kadar beyhudedir.
Bu anlayış bir inanç tutumunun, toplumda işletip kurallaşır olma serbestliği demek. Gafletle bilgi yerine inancı koymak demektir. İnancılık, inakçılık anlayışının işleyişi demektir. Bu da nesnelin, gerçek-hakikat eytişimi (karşılıklı etkinleşip, etkileşmesi) yerine, gerçeklik-inanç eytişimsizliği donukluğu olacak ki, etkinleşememe, gelişememe, sönme; nesnenin esiri olma, bilgi, bilim, üretememe olacaktır. Ancak, mevcut işleyişle, devam ediş, ağır aksak sürdürülür olacaktır.
Bu dahi, toplumun kısırlaşması, durağanlaşması demektir. Bir şey söylemek demek olabildiğince çok bağıntıyı söylemek demektir. Sistemler böyle bir temellenmeye oturtulur. Değilse, bizim günlük konuşma dilinin de, konuştuğumuz yalınlık ifadelerini taşımazlar. Yurttaş olmak da, bireye böyle sorumluluklar yüklemekte. Bu bile, ilişkili olduğumuz, ilgi duyduğumuz, konuştuğumuz konuyu, enikonu mevcut düzeyle bilmemizi, bize sorumlu kılmaktadır. Değilse biri kuyuya bir taş atar, bu taşı yüzlerce kişi, yıllarca süre, çıkaramaz olur.
Sürecek 37
Bayram KayaKayıt Tarihi : 23.9.2008 02:49:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!