İnanç Ve Toplumsal İstem (talep) 34

Bayram Kaya
2924

ŞİİR


13

TAKİPÇİ

İnanç Ve Toplumsal İstem (talep) 34

3-İnançlar süreçle değişemedi. Değişemezdi de. Çünkü her şeyi bilip yaratan, bilerek ve sonsuza kadar bilir oluş yaratmasını, doğmaya göre, bir defada yaratıp bitirmişti! Bu nedenle, mutlak doğruları söylüyordu. Ama sürecin değişmesi ile bu doğrular, çok çabuk yanlış oluyordu! Ve zorunlu olarak, sözler zamanlar üstü sayılıp, her zamanı kuşattığı yorumuna gidildi! Ama bu kez de, o günü, günceli karşılayamamasını bize unutturdu. İleriyi karşılıyor, cevaplıyor, ama şimdiyi, biz anlayamadığımızdan, aklımız ermediğinden olsa gerek, karşılayamıyordu işte. Bunu en güzel Konfiçyüs ortaya koyuyordu; ”” Ben bir şeyi açıklamışsam öyle bil. Açıklamamışsam da, öyle kabul et. Bir insan bildiğini bilmeli, bilmediğini de bilmeli.”” demiştir.

Apaçık olan, anlamamız gereken sözler, sır olup çıkmıştı. Bu da işin içinde çıkılmazlıklar yarattı. Aynı cümleler, her zaman başka başka anlaşıldı. Bu da, doğaüstü gücün, durup durup, fikir değiştirir olmasını kuşkulardı! Hatta zamanlar üstü olurluk, toplumsal yapıya, sürekli geçerli olacak, bir düzen koyduğu iddiası ile de çelişti. Oysa çelişme şurada idi. Daima işleyen, değişen, gelişen, dinamik bir toplum yapısının karşısına, değişmeyen, gelişmeyen, bu akışa, biraz sonra uymayacak olan, son söz söyleniyordu! Çatışmanın temeli daha başlangıçta sözlerin, insanın bilincinden bağımsız, doğada işleyen, asıl Tanrı'sal iradeye karşı olurluğunu, akla getiriyordu. Bu da, o günün konjonktüründe genel olarak çoğunluğun; ““Dünya'yı ve sistemleri değişmez olarak algılamasından”” çarpılmadır.

Oysa toplumsal süreçler, üretim güçleri ve üretim ilişkilerinin, karşılıklı etkileşimi ile sürekli değişip gelişiyordu. İnanç insanlarda, doğduğunda dış dünyanın algılanan yorumu ile içsel gerilimin uyuşturulup, düzenlenip, lineerlikle, istikrarla buluşturularak geliştiriliyordu ki olması gereken de bu idi. Saçmalık şurada idi: İnsanın öznel iç tutma gücü ile Dünya'yı yorumlayışı, toplum bireyinin toplumsal emek ve güçle dünya yorumlayışını aynı kılan yanlışlık ve sapmadır. Kişi düşünme ve yorumu, toplum düşünme ve yorumu yerine konmuştu. Aymazlık bilgisizlik tutarsızlık burada idi. Yani zavallılık şu idi, bir toplumsal güç ve emek olan tren, kişisel çabaya tutum edilmekle, yel değirmenleri ile savaşırlık yapılmıştı.

İnancın ise, böyle karşılıklı eytişimle, geliştirecek bir etkileşme ortamı yoktu. Doğaüstü güç tarafından, söz; sonsuza kadar söylenmişti. Başlangıçta insanın bilinci ile çevresinin etkileşiminde, kanılar gelişiyordu. Toplumsal düşünmenin esamisinin olmadığı bir dönem zavallılığının kanılarıdır bunlar. Bu inanmanın gelişmeci yanı idi. Bu durum, kişinin elinde alınıp, inandırmalar Doğa Üstü Güç’ün direktiflerine dönüştürülünce, inançların öznel algılarla gelişmesi de, sekteye uğrayıp, durdurulmuş oldu. Çok geniş kitleler artık, bir kez inandık dedi mi, ağzınızla kuş tutsanız, Hiçbir şeye kişileri inandıramaz oluyorsunuz. Artık tutumlar bir öfke seli olup taşmakta, istediğiniz gibi Vurun Kahpe yeler yaratmaktasınız. Yani halk toplumsal yapıyı, rahatlıkla tam bir kalabalıklar batkını haline getirilebilmektedir.

Burada şu iki fark gözetilmeli. İnancın insanda doğduğu aşamalarda, insandan doğaüstü güce giden, onu anlamaya, sezmeye, kendince bilip, içsel duyuşla bütünleşmeye yol olan, bir bağ aktı gelişiyordu. Yani ussal bir pazıl oluşturup, yapbozla düzenleniyor, yapboz, düzenlenerek pazıl değiştiriliyordu. İnanç bu bağlamda, gelişmeci, dinamik ve öznel idi. Oysa dinler ortaya çıkınca, Tanrı; bilinen, tanınan olup çıktı. Ne kadar Tanrı aklınıza gelenden gayrıdır dense de bu başka gerekçelere kılıf olacaktı. Oysa Tanrı: “”Rızıkları, dilediğine dilediği gibi verendi, namaz oruç talep edendi, kimimizi kimimize üstün kılmıştı, sadaka zekât vermemizi istiyordu, iki kadının şahitliği bir erkek şahitliğiyle denk tutun diyor, örtünün diyor vs. “” Bu talepler Tanrıyı bilinir ve rızası alınır gönlü hoşnut edilir olmaya yetip de artıyordu bile. Varsın som varlığı bilinme sindi. Oysa cahil gelişememiş ve sonsuza kadar gelişecek beynimizin kavrarlığına, Tanrı'nın istekleri beğenip beğenmeme tanıtıcı tanımlanıcı tutumları girdirilip, bu kavrayışımıza göre, insanın olabilecek istekleri, Tanrı'nın istekleri gibi sayıp, bir çeşit kendi heva ve hevesimizi, Tanrı'ya söyletip, Tanrı ile insanları aldatırlık yoluna girmişiz.

İnançların en önemli, kişisellik, öznellik temelinin biri ve en temel gerekçe nedeni de; insanların özne gelişiminin, ruh gelişiminin farklı olacağıdır. Yani herkes her şeyi aynı duyarlılık ve rahatlıkla anlayamayıp yorumlayamaz olacağıdır. Tanrı anlayışının da, farklı kılınır olacak, oluşudur. Biz kitlelere belli bir Tanrı anlayışını, söz gelişi, anlatabilsek bile, yine de kitleler bizim anladıklarımızdan, anlattıklarımızdan gayrı, bir anlayış düşünecekler. Bu, Tanrı'nın; insanların zannına göre olacağı ilkesinin, işler oluşudur. Zan, kişilerin bilme ve anlayışlarından geliyordu. Bu da bir topluma şamil olurluk ve inançların bütünlük sağlar oluşu anlayışının yanılma hassas noktasıdır. Toplum ise bunun tam tersi. İnsanın farklı farklı çıkar, düşünme ve inanma faaliyetlerinin belli prosedürlerle gerçekleştirdiği alandır.

Daha başta; insanın toplumsal üretimindeki mal edinme ve insanın-insana egemen olma, ben içinci tavrı ile inançların evirilmesinin yolu, geniş kitlelerin anlayışında tıkandı. İnanç üretilmesi gereken bir öznel kişisel bilirlik olacakken, kişi yaşamın ve kişi dünyasının, nesnel düzenlenemeyen alanlarının, dönüştürülmesi olacak iken, inanç, sanki bilinen, bundan gayrisi olmayan, tanımlanan bir tutummuş gibi, belli ve kesin, tanımlanırlıkları olan, kimlik oldu çıktı. Ve kemikleşmiş şekil alarak, tutucu biçimde, çatışmacı olarak sürüp geldi. Bu, alıştırılma koşullandırma ilkesinin hem yaralı hem zararlı ikileminin sömürüsüdür.
Artık insanların alışmalarından vaz geçemeyeceği pratikleri vardır.

Üstelik inançlar, maddi yaşamın ilişkilisi gibi, inanmalar nesnelin dönüştürücüsü imiş gibi, toplumsal yaşama, zoraki irade olarak sokuldu. Somut koşulları da, güya Yüce Güç buyruklarına göre, günün anlayışının, aristokratik egemenliğinin, gelenek görenek ritüellerine göre, düzenler oldu. Tüm bunları, Yüce Güç’ün vekili, halefi olarak sunuldu.

Şu ana kadar; inancın, kişi öznesini ilgileyip, sorguladığını vurguladım. İnanmanın, kanısal sezim sel, duyum çekekli olduğunu söyledim. Kişinin, birey oluşuna eklemlenen, kişinin bilgilenir oluşu ile trans yapabildiğini izafe ettim. İnan kendini yer ve zaman bağıllığından soyutlayarak, ama yer zaman bağıtsı ile bilir oluş düşünmesi olarak, sürdürüldüğünü söyledim. Düşünmeden düşünmeye, geçiş frekansları, duyum hazzıdır diye, açılım lama yapmak istedim.

Laiklik ise, toplum oluşun ilkesidir. Yani ideolojik bir üst yapıdır. Elbet inançlar da toplumsal işleyişin, katkın lığından, pay alarak oluşan, bir üst yapı unsurudur. Ancak inançların, güya doğaüstü güç söyleminden hareketle, her şeyi bilir olurluk iddiası vardır. Bu sav toplumun gelişmeci, birey öznel etkirlik, dokusu ile uyuşmaz. Bu Tanrı'nın her şeyi bilmediği anlamına değildir. Aksine Tanrı yarattığı evrenin akışına aykırı söz söylemez. Evrense akıştadır. Bunu anlamamız için akıl yol ve yöntemler var etmiş. Değişmezlik nâkili bunu dışlar.

Laiklik, toplumsal, tarihsel süreçte, ilkin, teokratik toplumsal yapılara, feodal (derebeylik) yapılardaki burjuva unsurlarının, sisteme karşı oluşu ile toplumsal sürece sokulmuştur. Buradaki eski köleci düzenden beri gelen, sistemi sosyolojik olarak, iyiden iyiye inançla sahiplendiren dinsel aldatmaların, dinsel uyumaların ve dinsel inanmaların tutucu etkisini kırabilmek için bir uyanışın sembol hareketlerinden biri olaraktan, burjuvazi laiklik tutumunu savundu. Hala da, laiklik süreçle ikmal olunmakta, bir değişmenin özüdür. Özü itibarı ile dinler de, inançlar da, değişmeme temellidir. Temeli, din ve dünya işinin ikili yapı ayrılaştırılması ilkesidir. Toplumsal ve nesnel yasalara, düzenlemelere; ön yargılarla, doğaüstü belirlenmişlik sav nakli sanıları ile yaklaşmama düsturudur laiklik.

Başlangıçta insanın bireysel inanma kanıları, komün al yaşamda, totemlik, büyüsel, animist tutumları varken, komün al gruplarda, köle sayısı arttıkça, köle direncine tepki olarak, bir ortak egemenlikçi otorite koyuş olarak; devlet şekillenmesi ortaya çıkmaya başlar. Bu bir sınıfa göre hatada, yarara dönüşecek bir gelişme idi. Kölecilerin otoritesi başlangıçta müesses olurken, günümüzde yapılara çok daha insanı eklemlerle organizeler eklenerek sağlanmıştır. Böyle bir nesnel gereklilik yolunu, toplumun içindeki zıt uçlardan biri ile bulacaktı. Sosyalde bu hal uzlaşılar öngörebilirdi.

Bireysel kanı ve inançlarda, bu yapısal gelişmeye denkleşerek, dinleşme evrimi geçirip, bazen bu otoriteyle uygun, bazen karşı oluş çatışmaları ile var ola gelmiştir. Mevcut otoriteye karşı olup, egemenlik sağladığında, teokrasi dediğimiz devlet yapıları örgütlenmiştir.

Ancak, nesnel işleyişin zorunluluğu ve sosyal süreçler, çabuk ve hızlı değişmeyi gerekli kılıyordu. Sosyal yapı, adetlerin ve alışmaların, çıkar gruplarının çıkarların sürdürülmesi isteğinden ayrı ve üstündü hızlı gelişiyordu. Ve sayılanların yeni olana, reflekssel sosyal tepkisinden dolayı, değişme birden olmuyordu. Bir tavuk, folluğu değiştiğin de, en az birkaç gün yumurtlamıyordu. Bu, canlılık yapının, çevredeki ve bedendeki değişmelere, hemen uyamamanın, cevap verememenin, bir tepkisi idi.

Hatta bu değişim için; bilinçli, sosyal, öznel irade gerekli oluyordu. Bu, sosyal yapıda böyle iken, teokratik yapılanmalı oluşta, değişememe, daha dirençli ve inançsal patinaj yaparlıkla sürüp gidiyordu. Bu hal, Hem Tanrı'nın sözünün değişmez oluşundan! Hem yanlış kanıları, Tanrı sözü gibi saydırılıştan dolayıdır. İnançlarda değişememe olgusu, dolaysı ile kul ve Tanrı korkusundan hiç yapılamaz oluyordu.

Sürecek 34

Bayram Kaya
Kayıt Tarihi : 22.4.2008 12:02:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Bayram Kaya