İnançlar bu etik kavramları toplumdan aldı, göğe çevirdi. Soyut olarak, göksel emir olarak, direktif olarak, üretim gücünü elinde tutanların istediği biçimde, geri yere, kutsayarak sayılayarak indirdiler. İnsanın çevresel bir sıkıntıdaki darlaşmalar ve rahata ermelerin icbarı olan algılamaları, cennet tasımı oluşturması ile inançların buralara yön verirliğinde düzenleme karşılığı olarak döndü.
Burada şu nesnel gerçeklik unutulmamalı. Her şeyin çift karakterli olması ilkesi. Örneğin toplumlarda egemen güçler, kendi yaşayışlarını sürdürmek ve kalıcılaştırmak için yasalarla bu tutumlarını sağlamlarlar. Buna karşın, üretim araçlarından yoksun olanlar da, aynı yolla yasalara sarılarak, egemenlerin şerrinden az çok korunurlar.
Yani egemen temeli öznel yasalar, bir nebzede olsa ezilenlerin de, egemenlerin hırsından korunması faydasını sağlar. İşte genel yaygın inançların yaptığı da bu. Örneğin, nasıl Rab korkmadan “”zengine mal mülk”” verdi ise, Varsılın malında da, “”fakirin hakkını var”” kılınmıştı tabii ki sadaka olarak. Böylece yoksunluğun, hırsı öfkesi gazı bir nebze de olsa alınmıştı. Artık sadaka, bir toplumsal kusurdan çıkmamış, inisiyatif olmayıp inançsal bir yaptırımdır. “”Yüce Ruh, kimine çok, kimine az mülk vermişti”” Bacası tütmeyen fakirden çok; ”” Bacası tüten, kapıda besili öküzü olan çiftçiyi ”” görmek kadar Hiçbir şey Hürmüz'ü mutlu etmezdi. Yüce Ruh bile kendi eli ile zengin ettiği varsılını sevecekti. Eh Yüce Ruh'un sevmediğini de, birilerde sopayla devamlı kovalar olacaktı. Hem de soplar el değiştirerek...
Sadakalık yaşamı; inançlılığın temelinde görüp, toplumsallığın temelinde görmeyen, sadakayı ancak sömürü olan ve sömürüyü gizleyen uygulama olarak bilen toplumlar, gerçek nesnel yapılaşmaya giderdi. Birey bazlı, herkese aş, herkese iş ilkesi ile yapılaşan toplumlarda, sadaka olmazdı.
Önce rızıklar, Yüce Ruh'un istediği gibi, dilediğini dilediğine eşitsiz, dağıtır ılıyor! Yani Yüce Güç onayı ile varsılın ve yoksulun meşru olurluğu yaratılır. Buna karşı, varsıl varsıllığın meşruluğunu üretirken, yoksulda yoksulluğun gayrı meşru oluşunu; çalma erdemsizliğini ve zenginin malına göz koyma fesadını, üretiyor! O çağlarda fırın olmadığından, fırınla ilgili söz de yoktu. Bu yüzden; “”Aç olan fırın yıkar”” halk deyişi görmezden gelinip, toplumsal tedirginlikler ne olduğu pek bilinmeyen, günah kavramı içine havale edilmiştir.
Bu aslında zengin yoksul ikileminin sonucudur. Bu bilindiğinden ve bilinsin istenmediğinden bunun toplumsal kalkışmasını önlemek için ilahi merhamet, egemene: “”kazandıklarınızda, yoksulun sadaka hakkı var, sadaka malı bereketlendirir”” ilkesinin konmasını zorlar. İşte bu egemen temelli kabul ettirirlik, ister istemez yoksulu da gözetir bir sığınmadır. Hak iddia ederliğe dönüşmüştür. Zamanla müesseseleşmiştir.
Birisi, gücünün meşruluğunu sağlamak için buna sarılırken, diğeri de gücün hışmından korunmak için, bu inanç ilkesine sarılır. Böylece toplumsal birey kendine, emeğine, aklına yabancılaşır. Bireyler birey olmaktan, sözde çıkar. Bir kul, bir cariye, miskin kertesine inerek, toplumsal temel unutturulup, mümin kâfir, inançlı inançsız ikilemi ile toplumsal olmayan iki sözcük çevresinde değerlenmeye başlar.
Bütün umutları, iyi olması karşılığında ötede, dilediğince ve fazla fazla verilecek olmasıydı. Nasıl iyi olacaktı? Çalmayacaktı. Bu çalma, asla varsılın dalaveresini içermez. “”Zenginin (rızkı verilenlerin) malında, gözünüz olmayacak”” gözü olan; İlahi nizama karşı gelirdi, katli elzemdi. Harama uçkur çözerdi büyük günahtı. Zengin dilerse merhamet ederdi. Bu merhamette gerisin geriye “” sadaka malı artırır”” diye dönecekti. Nedense Yüce Ruh, direk yoksula sadaka ver bereketini artırırım diyeceğine artıracağı bereketi yoksula pay olaraktan bölüştürmezdi? Çünkü cevabı da hazır: “”Hikmetinden sual olmaz! ”” Tam bir insan hırsların benimsemiş bir Yüce Ruh anlayışı! Sana ne diyebiliyordu! Sonraları bu sözler bin bir çaba ile aklileştikçe kabul edilirliği ussal edilip yaygınlaşacaktı. Zengin de, bu gruba girdirilse de Essenler gibi, bu buyruklara kulak asmayanlar, zenginliklerini katlayarak sürdüreceklerdi.
İnsan toplum içinde, emeği ile birey olup üretirken, ürettiğine sahip olamamayla, kul, köle, cariye olmuştur. Toplum, üretim için, birey emeğine ihtiyaç duyar iken, İş üretimin paylaşım aşamasına geldiğinde, artık bir sadakalık ve zekâtlık acınacak miskin insan olup çıkmıştı. Birey kişileşmiş, toplumdaki, efendi köle ilişkisini, göğe döndürüp Yüce Ruh'a Mevla (efendi) , kendine de kul (köle) diyerekten Tanrı'sal değişmezlik yazgısını boynuna asmıştır Kurbandan bir pay razı kılınırlığını, bir gerekçe yaptırım olacak kadar düşkün edilmiştir. Bu ise, bir kendine yabacılaşma, oluştur.
Önce kalbini hiç bozmayacak! Kalbine bir kötülük mü geldi, acıktın da, şu dürüm yiyenin, dürümünden, ah bir ısırsam diye, aklınızda mı geçirdiniz? Hemen tövbe edip, Rabbin adını zikredecektin. Çünkü zikir içi temizlerdi! İç temizleniyordu da gurultular bir türlü gitmiyordu. Ne yapılacaktı? Bol bol ibadet edecekti. Gözünü zenginin malına dikmeyerek, haramdan sakınacaktı vs. Bunlar yeterli miydi? Ne mümkün, daha da sağlam bağlamak lazımdı! Ama nasıl? Bunu da, kıldan ince kılıçtan keskin Cinvat Peretu köprüsünden (sırattan) geçerken ispatlayacaktı. Bu, kalbinizin içini dahi, birinden gizleseniz de, inandırılarak denetlenirli oluyordu ki çok esaslı bir manevi pranga idi. Hâlbuki insanın namuslu namussuz olma zorunluluğu yoktu. Tüm olup biten, yaşamın zorunlu enerji transferinin gerçeklenmesi idi. Bu uğurda anasından emdiği süt burnundan getirilir olmuştu.
Bireyler toplumsal emeği ile zenginlik yaratır. Sonra da, bu emeğe sahip olmadığından, toplumsal işleyişi, anlatıldığı gibi, içinde doğduğu alışmanın rahatlığı ile yorumlayarak içselleştirirdi. İnançlarında serseme çevirdiği anlatımlarla, bu zenginliğin kulu olarak, kendine yabancılaşır. Artık günaha girmemek için sorgulayamazdı. Her sorgulama günaha girdim mi, inanç imleci ile denetlenecek, artık düşünme yerine şartlanma egemen olacaktı.
Tabi bu aksamalar, zamanla istenmeyen sonuçları da doğurdu. Miskinlikle dilenciliğin artması, müptezellik içinde yaşayışlar, en basit akıl koyamayışlardı. Çünkü en basit akıl koyuş sizi, fesada, şeytanın igvasına götürürdü! Gibi bir yığın toplumsal olumsuzluklara karşı, zamanla düşünmeyi hak kılarlığa da götürdü. Ama izin verildiği kadar. Örneğin yerin göğün boşu boşuna yaratılmadığını bol bol düşünüp ders çıkaracaktın. İnsanlara verilen nimeti yemesen de, bol bol sayıp, Rabbin hikmetini düşünüp şükredecektin. Oysa emek vermeden, ne buğday ekilip hasat oluyor, ne de pişip önüne geliyordu. Olsundu, sen yine de kalbini asla bozmayacaktın.
İnsan, toplumda emeği ile birey olup üretirken, ürettiğine sahip olamamayla, kul, köle, cariye olmuştur. İnancı ile iyice öznelleştirilmişti. Toplumda üretim için birey emeğine ihtiyaç varken, İş üretimin paylaşım aşamasına geldiğinde, artık herkes nasibince, bir sadaka ve zekât ve kurbandan pay alırlık razılığı, söz konusu olup, bir kendine karşı oluşla yabacılaşma oluşudur, bu yeni insan, yeni bir toplumsal prototipi idi.
Ali cengiz oyunu da buradadır. Bu tıpkı, değirmenin toplumun ortak paylaşımında olup kişi katkılıklarının her aşamada farklı farklı hünerle herkesin, katkısıyla çalışarak bakım yapıp, değirmene su taşır olup, ama değirmen dönüp, iş ürettikten sonra, paylaşımın aşamasında bir zorbanın neredeyse tamamına yakınını alıp merhamete gelip diğerlerine de avuç avuç lütufta bulunmasına benzer bir şeydir.
İşte böylece inançsal soyut güç, toplumdaki bireylere, amaçlı etkimeye ve asıl amacında saptırılmaya başlanmıştır. Birileri inançtan iyice yararlanmış, pek çokları da yararlanıyor görünmüştür.
En başlangıçta inanma, bireysel bir işlev genlikle, birey içsel gerilim çatışması ve dirençleri olgunlaştırma alanları var ediyordu. İnsan öznesi bu bağlamla, varlığa, yaşayışın kendince anlamına, ussal bir kök salıyordu. Bu oluşa kendince düzenlemelerle kendini katıyordu. Öznelinde yaşama içlek duyuluşunu bir şeye başlangıç etmekti. Anlamasını ve dışında da bunun tezahürünü duyuyordu. Böylece Yüce Ruh'la kendi anlayışının bağlam, mutluluğunu yaşatıyordu. İzan ve yorum oluşturarak, kendini zihinsel ve bedensel dinginliğe kavuşturma gibi; bir olgunluk yetkinleşme, sürüşlüğüne hazırlıyordu. Bu, çok olumlu tutum olarak sürerken, amacından saptırılmıştır. Bu durum, insanın; çıkarları için, en kutsalı bile, bayağı kılma olumsuzluğu idi.
Sürecek 31
Bayram KayaKayıt Tarihi : 15.4.2008 11:00:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Bayram Kaya](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/04/15/inanc-ve-toplumsal-istem-talep-31.jpg)
Eğer konular ve sorular tek tek ve sınırlı olursa, birşeyler tatışılabilir.
Şu açık olsun, ben ne siyasal bir yetkiliyim, ne de en ufak yaptırım gücüm var. Siz düzen sahibibisiniz anlamına gelen imalar yanlış kanısındayım. Bunlar taraf olmanın kullandığı sözcükler. Ben bir fikir üretiyorum yanlış ve saçma olabilir. Sizde bunu gösteren akılcı ve felsefik metodlu yazı belge sunarsınız. Karşılıklı tamamlayıcı bir şeyler ortaya koyar yararlanırız.
Konu soyut tartışmaya kayıyor. İki yüzlülük gibi adaba sığmaz ifadeler biraz acze kaçıyor. Ben felsefik olarak inançların, toplumsal işleyişin üst yapısında vardır diyorum. Alt yapı üretim ilişkisinde var olmadığını tesbit ediyorum. İnançlar sosyolojiktir ve değişken izafi, güncelin ilişkisinde, yanlış veya doğru olarak, SOMUTTUR. Tutum olan ahlak ve yasalar ve normlarımız, Güncelin üretim ilişki yapılanış ilişkileriniz ne ise, ona göredir. Bir türden, olmayan çok değişik hep doğru olmayan ama mücadelelerle değişen bir ilkelilik diyorum. İnaçların ilkeleri sizi sıkıntıya da, soksa değiştiremezsiniz belirtmesi yapıyorum. Ben inanç var diyorum, siz ateist diyorsunuz, aşk olsun!
Bakın somut ahlakı söyleyim. Herhangi bir toplumda, siyasanın görevi, günün SOMUT koşullarında, üretimi ve refahın paylaşımını, gelir dağılımını düzenler. Buna ait ilkeler o yönetimin, seçimle gelen siyasetidir. Sosyal devlet ilkenizde budur. Ahlaki siyasi ilkede bunu sağlarlık olacaktır. Biz bunu yapamayıp da, 50 lerce yıl topluma sadaka dağıtıyorsanız, fak fuk fon anlayışı yerleştiriyorsak, değer yargıları anlayışında bir sıkıntı var demektir. Bu değişkendir yazgı değildir. Somutluğu bunu yaşanıyor olması. Yanlışlığı, tutumsuz oluşu, bu değişir bir aatutum iken değiştirilmeyişidir. Elbette siyaset yasa her zaman doğru çalışmaz hak talebiniz burada başlar. Refah ister bu sosyal ve toplumsal taleptir ama inanç sosyal kalabilen, ve yürürde toplum temelinde somut adımı olamayan bir ilkedir. Ama bireyde her tür adımları var ve birey , gruplar cemaatler yapacaktır. Bunun neresi ataistlik anlayamadım. İlla aynı düşünürsek mi ataistlikten kurtulunacak. Toplum inanç talep etmez ateist yada inanır öznelin düşüncesidir soyutun kişilik yaşama isteğidir. Bu da ister ataist ister inanırın fikri olsun toplumun talebi değil toplum buna NÖTRDÜR diyorum toplumda ateistliğinde, inançlılığında doğru yada yanlış olan (saçma) karşılığı yoktur. Karşılığı olmasını sizden fazla ben isterim ama yasallığı kaldırmak olanaksız. İnanç temelli yapılanılsada bu inaç temelli işleyiş olmayacak nesnel temelli işleyiş olacak yine toplumdaki makinalar fizik yasasına göre çalışacak psikolojiler psiko şimik yasalara göre gelişecek. Paylaşımdaki sınıfsallık sürecek, aldatmalar çözümsüzlükler devam edecek, sistemin zenginleri farklı kişiler olacak, sadece adı ile yanıltma ortada var bulunacak o kadar.
Bir felsefik konu, ayrıntılarda ve ayrıntıların çelişkisinde kayıp olmamalı. Daha nasıl somut olunur ben bilmiyorum. Hala bana somut değilsiniz diyerek siz hiç somut olmuyorsunuz?
Sizde inancın alt yapıda var olup, üretim yaptırdığını anlatan, yardımcı olacak fikir açacak yazı kaleme alın olsun bitsin bu, bu kadar basit. Şusun busun dyerek suçlayıcılığın anlamı ve mantığı olur mu? açıkça tutumlayacağınız ilke çürütücü yazma, karşılğı veme olmalı, fikir koyma ilkesi ortada dururken. Bunun eşiti ve karşılğı suçlama değil her halde.
İkinci olarak ateist mataist, o talep ediyor, inançlı edemiyor diyorsunuz!Ama ben öyle demiyorum. Öyle birşey yok. Böyle akıl dışılık olur mu? Bunun polemiğide şu; siz de diyorsunuz ki, ben ateist kadar toplumda talepte bulunacağım, üstelik ateisten bir fazlada inanç talebim olacak? diyorsunuz, anlam bu! Oldu mu şimdi bu? Bu polemik ben buna girmiyorum
Ateist benim kavramım değil, sizin kavramınız. Ben inanç kavramı içinde, inançsızlığında bir inanç olduğunu işliyorum. İnanç kavramdan açıkça ne anladığımı yazdığım halde, kavramları karıştırmayalım diye uyrıp, bu bağlamda demediğim çok sıfır ekstrem söylem olarak geçen bir sözcük. getirip getirip toplumda inançsızın talebi olacak benim olmayacak diyorsunuz. İnanç toplumun talebi değil sosyolojinin, öznelliğin talebi. Bu da inkar edilmiyor.
Şimdi somut olmaya gelelim.
Sen kişi olarak birey olarak toplum kavramı dinamiği ve somutluğu içinde, ne talep ediyorsun? Benimkiler saçma ve akıl dışı, bunu kabul ettim! Laiklikde bin yılların sosyolojik tecrübesi değil ve uydurma!
Şimdi siz sosyolojiye değil topluma inançsal talep koyun ve topluma üretim yaptırın . Ben seve seve dinlemeye, tartışmaya hazırım. Benim söylediklerimde varsayınki, faso fiso...
Saygı ve selamlarımla...
Genel yanılgı, düzenin ve toplumun genel dayatmaları içinde var olagelen fikir jimnastiği eksikliğidir. Belki de sizin üretim diye kastettiğinizdir.
Ancak üretimin olabilmesi için, düşüncelerin eşit ortamda karşılıklı, kavramların ise doğru tartışılması gerekir.
Somut kavramıyla soyut üzerine oturmak, karşı tarafın tümünü soyutlulukla hükmetmek yanlıştır.
Akılcılık soyut kavramlar üretmekten başka bir iş yapmaz. Ancak dine karşı akılcılığı savunanlar, kendilerinin somut, dinin soyut olduğunu var sayarlar. Bu varsayım bir öngörüdür. Tıpkı dine inananların öngörüleri gibi.
Bilimsellik kavramı bile kendi içinde soyut bir kavramdır.
Zira bilimsellik, araştırmayı hedef alır. Peşinen, bilemediği, göremediği, ancak var olabileceğine inandığı varlıklar, kavramlar üzerine gider.
Bilim kendi içinde bir uğraş verir. Bilmediklerini bilmek, bulamadıklarını bulmak ister. O nedenle bütün çırpınışları soyuta doğru teoriler üretmek, sonuçlara ulaşmaktır. Bugün sonuçlara ulaşmayan binlerce bilimsel teori mevcuttur.
Fakat teorileri somut değerler kabul eden bir sapıklık mevcuttur toplumda. Bu sapıklık aşılmadıkça neyin somut, neyin soyut olduğu kavramları karışır.
Aklın ürettiği hukuka somut, dinin ürettiği hukuka soyut demek en büyük yanılgıdır.
Zira hiç bir akıl, adalet tecellisinde mutlak adaletin varlığını somutlaştıramaz. Sadece zan eder. zan ise soyut kavramdır.
Din üretim amaçlamaz hükmünü kendinize göre koyup, aklın üretici olduğuna inanmak soyut bir kavramdır.
İslamın üretken olmadığını iddia etmek, islamla müslümanları karıştırmak demektir.
Zira, bugün akılcılıkla, akılcılığı tabu yapanların üretmeyerek üzerine oturdukları gibi, inananlarda çoğu zaman miras yedi olmuşlar, dinin üretkenliğini unutmuşlardır.
Kur'andaki akıl etmek tabirini siz her nekadar benim gibi anlamasanız veya anlamak istemeseniz de, akıl etmek, sürekli alternatifleri düşünmektir. Akıl etmekle ilgili ayetlerin, nüzul sebepleri, siyak ve sibakları bu yöndedir.
Akıl etmeyi öneren kur'an insanlara mevcut tutumları tabulaştırmamalarını sürekli akıl ile üretmelerini istemektedir.
İçinde yaşadığımız toplum Müslüman bir toplumdur. Müslüman toplum içinde, yer yer Allah'tan gelen bilgileri hafife alarak yorum getirmeniz, örneklemeniz karşılığında, başka dinler içindi demeniz gerekmez.
Zira yazılanlar ortadadır. Satır satır çıkarıp göstermemize gerek yoktur. Böyle bir şeye tevessül dahi etmek istemem. Zira siz neyi niçin yazdığınızı çok iyi biliyorsunuz.
Yine tekrar ediyorum. Toplumsal talep yönünden, dine inananların inançlarına göre talepleri olamaz görüşü öz olarak alındığında, topluma sadece din dışı olanların, yani ateistlerin egemen olabileceğini iddia etmek olur.
Eğer bu gerçeği yazdıklarınızdan çıkaramıyorsanız, bir şey söyleyemem.
Topluma sadece din dışı olanların irade koyabileceklerine inanmak ise, sınıf yaratmaktır. İnananları ikinci sınıf vatandaş ilan etmektir.
Adaletin, eşitliğin, demokratik ortamlarda savunulduğu varsayımında, neticede buraya varmak sanıyorum insanlık dışı bir şey olur. Ki böyle de olmaktadır.
Yazılanlar net olarak ortadadır. Toplumlardaki söylemlerde ortadadır.
Şöyle düşününüz. Sizin mantığınızı aynı şekilde dine inananlar iddia ediyorlar.
Din dışı olanlar toplumsal talepte bulunamazlar.
Ne demektir bu?
Aynanın karşısında empati yapmalıyız.
Gerçekten sözümüz nereye varıyor?
Eğer akıl, topluma, siyaset, hukuk, gelecek vaat ediyorsa, somut üretimlerde bulunamaz. Sadece geleceğe soyut adımlar atar.
Zira uygulamaların hiç biri hedeflenen değerlere ulaşma noktasında emin değildir.
Toplum, siyaset, sosyoloji, hukuk, ne matematik, ne fizik, ne de kimyadır.
Yani problemler çözülür mantığı vardır. Sağlaması yapılır.
Yani fiziksel kanunlar geçerlidir. Veya kimyasal formüller hep aynı şartlarda aynı şekilde uygulanır.
Demek değildir. Böyle sonuçlar siyasette, hukukta, sosyal olaylarda olmaz.
Sanıyorum, bilimin teknik yönüne ait bilimsellikle, topluma yönelik bilimsel araştırmalar karıştırılmaktadır.
Bilimin teknik yönüne ait bilimsellik somut neticelere ulaşabilir. Ancak toplumsal konularda bilim asla somut kavramlara ulaşamaz. Ulaştığı bütün kavramlar, kurallar soyut kavramlardır.
Onun için, laik görüş somuttur deyip kenara çekilmek sadece bilimi karıştırmak, anlamamak demektir.
İnsanlar fikirlerinde ne kadar çok dikkatli, dürüst, empati değerlerine sahipse o kadar yükselir. Aksi halde değer kayıplarına uğrar.
Beni inanan biri olarak ikinci sınıf vatandaş sayan, toplumsal talebin yoktur diyen görüşle ne konuşabilirim ki?
Veya siz, din dışı üretimlerinizi kendinize esas aldığınız müddetçe toplumsal talebiniz olamaz desem siz benimle neyi konuşabilirsiniz ki?
Artık ortaçağ zihniyetinden kurtulmamız gerekir.
Eğer gerçekten insanlık değerlerine inanıyorsak, dayatmaları, dogmaları, şablon tanımları aşmamız gerekir.
Toplum adına söz söyleyen hiç bir görüş somut değerler üretemez.
Kaldı ki, bilimsel görüşe sahip olmak, soyut değerlere sahip olmaktır. Zira bilimi yücelten, geliştiren soyut değerlerdir.
İnsanların görmediklerine, bilmediklerine, duymadıklarına inanmalarıdır.
Ancak bu inanç insana, benim bilmediğim, görmediğim, duymadığım şeyler vardır mutlaka, ben bunları bilmeliyim diye yola çıkarır. Bu inanç olmaz ise bilim olmazdı.
Kanımca, bilimsellikten yana olanların henüz bilimin ne olduğu konusunda eksiklikleri vardır.
Yine kanımca, bizler somut şeyler söylüyoruz diyenlerin, söylediklerinin ne olduğu konusunda temel fikirleri yoktur.
Zira siyaset zaten temelde soyut bir kavramdır. Geleceğe söyler. Gelecekse ispatlanamaz.
Adalete söyler. Adalet ise tartışmalı kavramlardır. Nerede adalet olduğu tartışılır. Adalet somut değerlerle ispatlanamaz.
Tartışılan hiç bir şey somut değer değildir. Tamamıyle soyut değerlerdir.
Dolayısıyle, toplumsal talep makalenizde somut değerler iddiası ile ifade ettiğiniz bütün değerler aslında soyut değerlerdir. Yani dinden bir farkı yoktur.
Eğer bunun farkında değilseniz bir şey söyleyemem.
O zaman somut veya somut değerler üzerinde tekrar düşünmeniz gerekir.
Somut değerler sunuyoruz iddiası ile üstünlük noktasına gelme iddianız sadece kendinizi bağlayan bir inanç olur.
Yazdığım yorumun acımaz olduğu iddiasına katılmıyorum. Neye nasıl inanıyorsam, neyi nasıl anladıysam onu yazdım.
Zira emek verdiniz sayfalarca yazdınız. Bu gayretinizle samimiyetinizi görüyorum. Samimi olan insanlara ikiyüzlü davranmak yerine, gerçek düşünceleri iletmek daha yerindedir. Üstelik insancadır.
Suçlamaları acımasız dı. Suçlama yerine güzel örnek düşünmeler var edilebilirdi.
Ben inanç kavramını toplumsal talebe göre inceledim. Bu tüm dünyada geçerli olan anlatım ve inanmalardır. Hiçbir
İnancı küçümsemek dürüst olmaz eleştiri başkadır eleştiremeyip kedinin ciğere ulaşamaması misali küçümseme başka. Bu benim tutumum olamaz.
Esasen ben felsefik kanı ve savunmalarda, özel inançların ayet ve hadisini karşı tarafa delil gibi sunulmasına karşıyım. Çünkü o zaman, tartışmanın muhatabı siz olmuyorsunuz, Yüce Tanrı, Yada o dinin değerli vahiycisi, tartışılır oluyor, bu da çok yanlış. Kaçınmamız gereken bir ilke olmalı.
Ele aldığım konular bizim dinin konuları değildi her halde ilahi dinlerin benzeşirliklerinden olsa gerek.
Cariye, kölelik, sadaka gibi ele alınan konular Tevrat'ın konuları özellikle Davut meseleleridir. Ve tüm dünya inançlarının genel ve temel ve konusudur. Özel bir gayretle anlamlar var etmek niye? Hinduizmdeki kastlar köleler paryalar çudralar vs bu anlamdadırlar, yine herkes kafasında var bulunana göre anlıyor bu da normal. Yani konu inançtır. İnançta her tür inanmayı içerir.
Ben diyorum ki toplumun iki unsuru var. 1-canlı yapsı insanın beden gücü ve düşünme yetileri emek koyuşu. 2- üretim güçleri cansız yapısı. Zorunlu olarak ona uygun davrandığımız alet, edavat, makinalar, toprak, bilgi vs. İnsan eforu bunlarla zorunlu ilişkiye girer. Bu bir üretim ilişkisidir. Üretimi paylaştırırsınız böylece yaşam sağlanır. Yani toplum sosyo ekonomik ilişkileniş sürecidir. Örneğin
üretmek için ok yapıyorsanızi nançlı yada inançsız olmanız gerekmiyor, makinanın düğmesine basmanız için inançlı yada inançsız olmanız gerekmiyor. Toplum ilişkisi bunu yasa olarak ön görmez. Örneğin elektriği nasıl kullanacağınız yada üreteceğiniz bizim keyfimizle olan bir şey değildir. Onun kendi zorunlu kurallığı var. Bu ilişkide biz bunları anlarız. Hem üretir, hem kullanırız. Buna nesnenin bizim bilincimizden bağımsız var oluşu denmekte. işte toplum burasıdır, bu üretim yapılanma ilişkisidir tüm edimleri somut ve bağıntılıdır. Burada ne toplum, ne birey; inanç inançsızlık talep edemez. Edilebilse niçin edilmesin? Toplum insan için üretir, ilişkileyebilse onuda insanın faydasına üreteceği, kaçınılmazdır. Bu da bir Tanrısal Yasa algılanırlığında olmalı.
Ben ateist değilim, yazılarımda ateistlik övülmüyor. Toplumda ateistlerin talebinin olacağını nasıl çıkardınız valla şaştım doğrusu. Toplımda bir emek üretiyor, bir zorunluluğu bilinçli etkinlikle toplumun emrine veriyorsanız sizin inanlı, inansız olduğunuz sorgulanabilirmi. Bir sağlık hizmeti alıyor ydada veriyorsanız inanlı ınansız olduğunuz kuşkulaması bile, akıl ve bilim dışıdır.
Aslında bu eleştirilerinizle konu dışılık yapıklarınızda dahil sizinle soru tartışması biçiminde olsa bir anlayış birlikleri yapılabileceği kanısındayım yer yer zaaflar göstermişsiniz ama düzeyi olan bir anlatım şekliniz konu tasnifleri yapıldıkça daha bir şekillenirlik ve yol alırlık yapacağı kanısını bana verdi. Çünkü değerli kardeşim ve ben anlamaya çalışmayı biliyoruz, suçlayıcı olmak yerine bu çok temel bir adım bence.
Konuyu uzatmayacağım. Yazım ortada, dediklerimle demediklerimle... Gerçekten Mehmet Beye bir teşekür yazısı idi. Yazının içeriğine katılma değil, anlatım yapmaya çalışır, anlamaya çalışır olması ve sorgularlık göstermesi için, teşekürler güzel dost.
Ancak, konu uzadıkça lüzumsuz tekrarlar ve birbiriyle çelişen söylem, tutum, davranışlar o kadar çok ki, söze hangisinden başlayacağım ipinin ucunu kaçırdım.
Bir kere, yazıda temel alınan soyut ve somut kavramlarının örnekleri, sunuluş biçimi baştan sona yanlıştır.
Somut dediğimiz zaman elle tutulur, gözle görünür, bilimsel olarak da her zaman neticeleri üzerinde şaşmaz doğrulara erişebilirlilik esas iken, yazıda somut kavramı neredeyse soyut olan bütün konular somut olarak nitelendirilmiştir.
En çarpıcı olarak üzerinde durulan, dini inançların soyutluluğu yanında, ateizm somut kavrammış gibi sunulmaktadır ki, bu en temel yanılgılardan biridir.
Bu gün dinin kabul söylemleri içinde bulunan her konu soyut ise, karşı görüş olarak öne sunulan ateist görüşlerde soyuttur. Zira her ikisi de söylemlerini ispat edecek bilgiye, deneye sahip değildir.
Allah vardır / yoktur kavramı üzerinde tartışırken, birinin var, diğerinin yok demesinin ispatı yoktur.
Dünyanın oluşumu, varlıkların yaratılmasıyla ilgili görüşler öne sürülürken, hangi açıdan ele alınırsa alınsın, bilimsel olarak hiçbir görüş ispat edilememiştir.
Dünyada ilk insanın var oluşu yaşama başladığına ilişkin görüşlerin hepsi somut değil soyut bilgiler ve kavramlardır.
İnsanın, dünyanın geleceğine ilişkin bilgilerde böyledir.
Nasıl inançlar ön kabulleriyle bazı şeyleri inanç olarak alıyorsa, ateizmde kendi ön kabulüyle dine karşıt olmak öçlükleriyle kabullerini / yani inançlarını gerçekleştirmektedir.
İnanmak dediğimiz ölçüt, eğer bir bilgiyi, kabul ve o bilgiye bilince ulaştırmak ise, burada dine inanan ile inanmayan arasında fark yoktur. İkisinin de kabulü dogmalardan öte değildir.
Diğer taraftan laikliği son nokta görüp değerlendirmeler yapmak laik anlayışı dogma / tartışılmazlık noktasına çıkarmaktır ki, en temel yanlışlardan biri budur.
İnsanlık tarihinde zamanında doğru ve tartışılmaz kabul edilen nice görüş / uygulama tarihlerde okunmaktadır. Yarın laik anlayışın ne olacağı, yerine nelerin konacağını göz ardı ederek, insanlığın bilgi gelişimine son nokta koymak, tamamıyla soyut bir imandan kaynaklanır. Bugün bilimden, somutluktan yana olanların, laik düşünüş üzerine, özeleştiri getirmemeleri, yasalarla engellemeleri, diğer taraftan uygulamalardaki aksaklıkları dile getirerek henüz gelişmedi, zamanla eksikliklerini tamamlayacak ibareleriyle savuşturmaları laik anlayışın ne çok soyut olduğunu, somutluktan uzak olduğunu ortaya koymaktadır.
Toplumsal talep noktasında, toplumsal varlık içinde, inançlı olanların toplumsal talepleri olamayacağını, gereksiz mantıksız örnekler vererek irdeleyen soyut bilgiler, ancak toplumda bir sınıf yaratmayı, yaratılan sınıfta, ateistlerin sözünün irade olarak kabul edileceğini, inananların inançlarına ait görüşlerinin irade olamayacağını vurgulamak olur. O zaman ortaçağ anlayışı ile, bu anlayışın arasında bir fark yoktur. Orta çağda dinsizlerin görüşleri dikkate alınmıyordu. Şimdi ise dine inananların. Tarafların yer değiştirmesiyle oluşan toplumsal erk kavramında, her görüş kendi erkinin gücüne dayanarak, karşı tarafı ikinci sınıf vatandaş olarak görmeye başladığı zaman, ikinci sınıf vatandaşların hakları aramak için kendilerine hak doğar.
Onun için ben Bayram bey’in toplumsal talep noktasında, inançların toplumsal talebi olamayacağı konusundaki tüm görüş ve örneklerini sadece sınıf yaratma, temellendirmelerin ise soyutluktan öteye gitmediğini ifade etmek durumundayım.
Bugün ben Allah’a inanan biri olarak toplumda yaşıyorsam, Bayram bey inanmayan biri olarak, ben senden üstünüm, zira ben inanmayanım, toplumsal talep hakkı bende var sende yok diyorsa, bunun eşitlik ve adaletle hiçbir ilgisi yoktur.
Böyle bir durumda, toplumsal erke ulaşarak bende aynısını söyleyebilirim. Yani Bayram bey’e senin fikrin böyleydi. O zaman erkiniz vardı. Şimdi ise erkiniz yok kayboldu. Toplumsal talep hakkınız yok diyebilirim.
Bayram beyin laik düşünüşün anlatımında, sanki din dışı olanlar veya din dışı olmak toplumda söz sahibi olmakla eştir. Buna göre dine inananların toplumda hiçbir hakları yoktur. Dine inanlar toplumsal talepte bulunacaksa, din dışı olanlar, yani ateistler gibi taleplerde bulunabilirler. Aksi halde yanlış yapmış olurlar.
Yapmayın Bayram bey, o zaman sizin bu düşünüşünüzün ortaçağ kilise mantığından farkı ne?
Diğer taraftan, Allah’a inandığını ifade eden Bayram bey, kur’anda bildirilen bilgileri hafife alan, onlarla dalga geçen bir anlayışla örneklemeler yapmaktadır. Böyle bir tutum, ciddi olarak ele alınacak, tartışılacak konuları tartışılmaktan uzak tutar. Zira tartışma ortamına gelebilmek için karşımızdaki insanın ciddililiğini sorgulamamız gerekir.
Eğer bayram beyin, Ayet ve dini hükümlerle ilgili konuları hafife alan dozdaki yorum, eleştiri ve düşünceleriyle konuya bakarsak, ateistlerin bu konularda çelişkileri çoktur. Hem de bilimsel açıdan.
Ülkemizde alıp başını giden, yalan ve ikiyüzlülükten konular nasibini almamalıdır. Eğer böyle bir tavır içine girersek, görüşme, tartışma, uzlaşı arama imkanı ortadan kalkar. Nitekim, toplumda geçmişte uzlaşı imkanları kalktığında, ikinci sınıf görülen her toplum / halk kendilerini birinci sınıf sayanlara hadlerini bildirmişlerdir.
Fransız devrimi bunun örneğidir. Yakın tarihteki, Hindistan’da Gandi’nin, Çin’de Mao’nun, İran’da Humeyni’nin başkaldırışları, kendilerini ikinci sınıf görerek onlara tepeden bakan, kendileri de soyutluk içinde bulunurken, onları soyutlukla hafife almalarındandır.
Son 100 yıla damgasını vuran laik / demokratik uygulamaların somutlukla hiçbir ilgisi yoktur. Hepsi soyut kavramlardır. Henüz deneme aşamasındadırlar. Denemelerde görülenler ise büyük bir kaostur. İşte Demokrasi Avrupa’da, Amerika’da, Uzak Asya’da, Ortadoğu’da ve Ülkemizde, laik / demokrasi uygulamaları hala tartışmalı biçimde sürmektedir. Her kafadan ses çıkaran düşüncelerin ve uygulamaların somutlukla ne ilgisi vardır. Sanıyorum Bayram bey somut kavramından sadece kendi kabullerinin dogmalarına inanıyor.
Bütün sosyal, siyasal ve hukuksal düşünceler soyut kavramdır. Bunları somut olarak lanse etmek sadece konunun bilinmediğini, olaya taraflı bakıldığını, bir şeylerin zorla kabul ettirmek olduğunu gösterir.
Mesela, toplumsal konular hakkındaki bütün öneriler soyuttur. Hedeflenen konular kurallara bağlanır ve uygulanır. Peki netice? Netice somut mudur? Hayır.. Sosyal konularda neticelerde somut değildir. Zira neticeler üzerinde de sürekli tartışmalar yapılır. Her tartışmanın yapıldığı konular soyuttur.
Mesela, siyasal söylemler. Hepsi soyut söylemlerdir. Cek caklarla insanlara sunulan hedefler vardır. Bunların somut olduğuna inanmak sadece insanı güldürür.
Mesela hukuk sistemleri. İster dinsel olsun, ister din dışı / laik olsun. Bütün hukuk kuralları adaleti gerçekleştirmek için ortaya konulur. Aklın koyduğu kurallarda, dinin koyduğu kurallarda hedef olarak adaleti gerçekleştirmek ister. Peki gerçekten adalet gerçekleşir mi?
Mesela, bir zaman suç olana bugün suç değil dersek. Bir zaman suç olmayana bugün suçtur dersek. Veya suç dediklerimize, zamanlar içinde farklı hükümler uygularsak acaba hangisinde adalet somutlaşır ki?
İnanç / inançsızlık, hukuk, toplumsallık, ekonomi, felsefi düşünceler, siyasal konular, sosyal konuların hiç biri somut kavramlar oluşturmaz.
Bir tarafın çıkıp da, bizim kavramlarımız bilimsel ve somuttur, diğer tarafın kavramları, ürettiği bilgiler bilimsel değil soyuttur demesi sadece, cehaleti ortaya çıkarır.
Bayram bey bütün yazınızdan anladığım özde iki konu var..
Birincisi, Allah’a inandığınızı söylediğiniz halde, kur’ana inanmıyor ve dalga geçiyorsunuz.
İkincisi, dine inanları ikinci sınıf vatandaş görerek, kendini üstün görerek sınıf farkı yaratıyorsunuz.
Eğer bu mantıkla konulara ve topluma yaklaşırsanız somut hiçbir tarafınız kalmayacaktır.
Makale türünde yazdıklarınızla ilgili artık yorum yapmayacağım.
Zira konunun özü yukarıda özetlediğim gibidir. İnananlara karşı kendinizi efendi ilan eden, inananların toplumsal talebi olamayacağını söyleyen, sadece kendiniz gibi düşünenlerin topluma söz söyleyebileceğini ifade eden, bencil çıkarcı bir yaklaşım, mantık ve üslûbunuz mevcuttur.
Böyle bir tavrın hiçbir insana yakışmayacağını ifade ederim.
Geçmişte devlet kuran inananlar hiçbir zaman bu kadar çıkarcı olmamışlardır.
Hz. Muhammed’in Medine’de kurduğu devlette, herkes dinine göre, yaşama, hukuk edinme, siyasi erk edinme anlayışında, Medine vesikasını imzalarken, saygılarından dolayı Hz. Muhammed’i başlarına başkan seçmişlerdir. Hatta seçimleri yüzünden bütün Arapların hışmını alacaklarına inandıkları halde.
Aynı zamanda, Müslümanların tarihinde, Yahudilerin, Hıristiyanların, kendi dinlerine, hukuklarına, oluşturdukları toplumsal erklerine göre, Müslümanların devletlerinde rahatça özgürce yaşamlarını sürdüklerini, zamanla değişecek sizin bugünkü baskıcı, dayatmacı anlayışlara ulaşarak toplumsal birliği kaybettikleri yerli yabancı tarihçilerce anlatılmaktadır.
Sizler bugün inananların toplumsal talep hakkı yoktur derken, inananlar, kendi dönemlerinde her dine, görüşe toplumsal talep hakkı vererek sizden daha üstün olduklarını göstermişlerdir.
İnsanlar ancak görüşlerinde dogmalar olmamasıyla değer kazanır.
Benim inancım vardır ancak ben inancımı hiç kimseye dayatmam. İnandığım kitapta bunu söyler. “Hiç kimse dine girmeye zorlanamaz” Bunu çok iyi bilirsiniz.
Ama siz yazılarınızda, toplumda var olmak istiyorsanız, din dışı taleplerde bulunmanız gerekir diyerek, din dışı düşünmeye ve davranmaya iten, dayatmacı bir anlayışa sahipsiniz.
Rabbimden dileğim, sizlerin, kendiniz gibi dayatmacılar eliyle imtihan edilmemenizdir.
Zira okuduğunuz kur’andan hatırlarsınız.
“Rabbiniz kibirli olanları sevmez ve onları kibirlilerle imtihan eder”
Bunu yazmamdaki neden, yazınızın tümünde, din dışı olmanın kibirliliğini taşıyan öz, ifade, sunumlarınız mevcut.
TÜM YORUMLAR (4)