İnanma ve sevme gibi tutumlar kişisel özelliklidir. Şunu da söyleyebiliriz, inanma ve sevme
Toplumdan önce vardır. Bunların toplumdaki işleyişlerde, yeniden ve çokça yansıtılır oluşu, bu duygulara ivme ve yoğunluk kazandırdı. Bu da zaten inancın toplumsal temelli olmayışı
Kanıtıdır. Bu şu demek; inanç ve sevme toplumun, çokça da halkın yaşam biçimi ve tarzına göre şekil alır. Nasıl rengin görselde her hangi bir şekli yoktur, bir kedide kedi biçimlidir, bir kazakta, insan gövdesi biçimlidir ise, inançlar da; toplumsal üretim ve refahın tüketilişine uygun sosyal düzeyle biçimli, halka ait yaşamla ilintili bir ilinekselliktir.
Örneğin Hinduizm de Brehmene bir inek vermek, mutlulukların en yücesidir ve nirvanaya giden yolun kendisidir. İnançlarda bir sınıf maddi olarak verir iken, bir sınıfta alır. Ve de nasipler eşitsiz dağıtılmıştır. Yoksulluk sabredilmesi gereken bir sınama olgusudur! Eğer sabır sınavını başarırsa cennete gideceği hüküm olunur.
Toplumsal yaşayış genellik kurallıdır. Örneğin toplumun can ve mal güvenliği yaşamsaldır ve korunur. Toplumun sağlığı yaşamsaldır ve gözetilir. Bireylerle sınırlı kalmaz. Bireye ait yaşamsal ilişkinlik istenci, toplumsal istek olarak irade olur. Burada şu ince çalar vardır. Kör olan bireyler için gerekmeyen sanat, görsel araçlar, toplum için var edilir. Ya da aksi, gören için gerekmeyen Kiril alfabesi dahi, toplum için, toplum adına gerektirilir.
Oysa inançta sizin için gerekli olmayan bir mabet yıkılır, üstelik sapkınlığı, küfrü önlediniz diye sevap alırsınız! Bunlar cahil uygulamalar, inançta yeri yoktur demeniz sizi kurtarmaz. Bu mantık yüz yılların uygulanırlığın sosyolojik bir mirasıdır. Kaldırmaya çalışırsınız ama sosyolojik genetiklik sürer. Hiçbir zaman bir inancın, örneğin kilisenin; kendi dışındakine siz de ibadet edin diye havra, ya da havranın, kilise yaptığı görülmüş duyulmuş bir inanç, edimsel kucaklayış tutumu değildir, olmamıştır. Çünkü tüm bunlar da inanmanın değil aklın gereğidir.
Bu yüzden Londra sisinin bulanıklığından, kılıç elde Kudüs önünde olunmuş. Ve Talas ırmağından, İber Yarım Ada'sına gidilmiş. Tüm bunlar izanı zorlayan açıklamalarla size anlatılır. Sıkıştırırsanız özünde hoşgörünün, yan yana yaşamanın var olduğunu söylerler. Ama bu erdem hiç icrada yoktur. Aslında bunların tümünün temeli de ekonomik, maddidir.
İnanç bundan ötürüde toplumsal değildir. Ve inancınızı yerleştirmek için mevcudu tahrip edersiniz, bozuldu diye öncekinin legalliğinden ve mürit kılarlığından yararlanırsınız. Yıktığınızın, güya boşluğunu doldurursunuz. Bu inançların dışlama ilkesinin işleyişidir. Yine inançların, özgürlük ve hak tanımazlığıdır. Böyle eleştirildikçe de size karşı akli tutumlar tak iyesi üretirler.
Yani bir inanç yıkıp tahrip ettiğinin yerini alırken, ona batıl diyerek saldırıp yok ederken, hak ve özgürlük tanımazdır. Lakin kendine gelecek her cebir ve şiddete karşı inanç hak ve özgürlüğünü savunma ikili kıstası ve çelişmeyi taşır. Hak geldi batıl yok oldu demek soyut olarak doğrudur. Ancak somutta, kendi batıllığınızı hak sayma gibi bir yanlışa düşersiniz.
Toplumsal yaşayışlar genellik içeriklidirler. Bunların istisnai durumları da olmaktadır. Kişi özellikli yaşantılar özel içerikli yaşantılardır. Kişisel yaşamdaki bazı özelliklerde, toplumsal tutum ve yaşayışta istisnadır. Varoluşlar istisnasız olmuyor. Ama sadece istisna... Kural dışılığında kural dışılığı değildir. Bu da doğal işleyişin görülmesi gereken görünmez yasa ve kuralıdır. Şu da var ki bu istisna, İlahi'sel bir kural değildir. Özün yapısı böyledir.
Toplumu inançsal görünümlü düzenleyebilirsiniz. Ancak toplum yinede inançsal değil de, zorunlu olarak toplumsal nesnel kurallara göre işler. Siz isteseniz de istemeseniz de, bu böyledir. Sizin topluma her inançsal müdahaleniz, bu yapı ile çatışmaya ve gerilime gider. Bu huzursuzluk aşılana değin epey çatışma yaşanır. İnanç bazlı toplumsal yönetimler istisnadır.
İnanç bazlı sandığınız toplumsal yapı, zorunlu olarak nesnel bazlı sürüp gidecektir. Ama halk olarak siz onu, ilahi ve inanç temelli ilişkiler sanmaya devam edeceksiniz. Farkında bile olmaksızın.
Bu hal, halk olmanın bir ırasıdır ve doğasında vardır. Ama size reva görülen, toplumsal ve evrenselliği olmayan bir halk yaşantısı olacaktır. Toplumsal işleyişiniz (maddi olanakları sağlayışınız) yaşantınız ve refahın üretilip bölüşülmesi hep maddi temelli olacaktır. Ama halk olarak biz bunun bilincinde olmadığımız için, işler yanlışta gittiğinde; ta ki canımıza tak edene dek, Tanrı korkusundan değiştirilmesini teklif dahi edemeyiz. Bu süreni öznel ve inançsal bazlı ve bir düzenli uygulama sanacağız.
İnancı;
1-İnanma ve inanmama genel bağlamında ele alırsanız
2-İnancı bir düşünme sonucu oluşan kanı kabul ederseniz
3- Düşünmeyi öznellik ve nesnellik temelli görürseniz
4-Öznellik; düşünceciliğin, düşünceden düşünce çıkarma, metafizik gem almazlığının bir oluşumu olduğunu bilmişseniz
5-Nesnelliği bir diyalektiklik, etkilendiğini etkileme tutumundan bir üretme, üretilme süreci bilirseniz:
İnancın da iki yolda gelişeceğini hemen görürüsünüz.
Bu tür gelişme, var oluşun diyalektiğidir. Bu ikili (aslında çokludur) ıra, birbirinin zorunlu koşuludur. Birbirini dışlayarak, ama muhatap alarak çatışarak gelişirler. Siz gerçeklikte ne kadar soyut hakikatler kılarsanız, bir o kadar da, düşünceci, özneliğe inakçılığınız gelişir. İnakçılık kendini nesneliteye göre kılıflar. Nesnel zaten, kendi ilişkinlikleri ile bir beliriştir. Bu, inanmanın düşüncenin belirimidir. Oluşturduğunuz bu düşüncecilik kadar da, aksini ispat için, hakikat ortaya korsunuz. Öznellik hiçbir zaman gerçekte karşılığını pek pek bulamamış kısa süreli faydalarından, doğmaları ve tabuları oluşturmuştur.
İnanma zamanla eften olunca, çatışmaları, ortaya konanlar ve sonucu da, püften olmakta. Kendini hak görürlükle, diğerlerini de: batıl ve zail olunurluk görü edimi ile dümdüz ederler. İnanma her daim sosyalde yaygın olduğu gibi, süreçle bir aldatma, bir aldanma edimi ile somutluğa dönüşür. Bunlar fal, bakı ve astroloji! Üfürükçülük, büyü biçim ve kılıflarından tutun, cemaat yapılanmalarına değin okültis yapılanmalardır. Gnostiklik ve grostek türeyim öznelikte düzenlemeleridir.
Denize düşen, yılan nesnelitesine sarılırken, şimdilerde denize düşen yiğit, yalana talana, hortum kesmeden, çeteleri kaldırmaya, bir bayramlık giyiniş ile bir dar olurluk, vehimlerine sarılmakta! Somutta, nesnelde; sarılacağı var edişleri başarıp, eseri ile var olamadığından, püfler var edip, can havli yaratmadalar. Bir hukuk, bir refah, bir Cumhuriyet oluşa, tuğla koyamadıklarından, akıllarınca, leyleği kuşa benzetme çabaları var ederler! Bunlar da geri tepince mazlumiyet püfleri üflerler.
Sürecek 20
Bayram KayaKayıt Tarihi : 18.9.2008 12:37:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!