Değilse, baykuş sesindeki uğursuzluğa inanmak, sizin; hiç bir somut koşulunuzu varlayamaz ve sizi toplum da yapamaz. Ama ona inandırılırsanız, üretiminizin tüketiminde ona pay var ettirilir. Bu tür inanmalar dinleşmemiştir diye inanç olmaktan çıkmaz. Dinleşme inançların referansı olamaz. Önce inançlar vardı, sonra dinler, selekte tutumla sistemleşip evirildi.
Soru şu; toplumsal yasallıkta, nesnel uygulamalarda inanç talepleri var mı? Ve yoksa da, olmalı mı? Olabiliyorsa, nerede olmalı? İnsanlık, bu değerlerin cevabını büyük oranda bulup aşmış, bu günkü aşamaya gelmiş iken. Bu temeli bilmeden, kavramların toplumsal ve öznel oluşla, bu temelde fikir üretmeden, anlam ilişkilerini ortaya koymadan, kör dövüşü tutulmaktadır. Öznellik oluşlar, toplumsal olularmış gibi, genellenip; ulemaya sorulmada! Oysa ulema, birey ve halk yaşamında vardır da, toplumsal sözleşmenin, neresinde vardır?
Hangi maddi koşul üretiminin, neresinde ulema var ve ulemasız o iş ve maddi yaşam sağlanamamış olsun? Bu bir çeşit kâhincilik, ilkel toplumların sosyal gelişiminde gerekli olmuş, aşılmış bir aşamadır. Tuhaftır ki anayasamızda; ne Türkçe dersi, ne de beşeri bilimler ve ne de, doğa bilimlerinin okutması hiç zorunlu ders değil iken, bir tek, din dersi öğretimi zorunludur! Hem de, laik toplumsal sözleşmede (12 Eylülün garabeti ile) ! Ve toplumsal taleple, bir inanmanın dayatılmasıyla, o inancın din âlimlerini! De, yetiştiriyoruz. İçinde girdaplaşma buralarda aranmalı. Yetiştiriyorsanız istihdam edeceksiniz. İstihdam ediyorsanız bu sonuçları yaşayacaksınız.
Ve bu alimler, kitaba uygunluğa göre; kan ve organ naklinden tutun, gen transferine, oradan hadron çarpıştırıcısına değin, uygunluk fetvası veriyorlar! Allah aşkına, bu tutum gelişmelere cevapları, uygun değil olsa, bu alandaki toplumsal talep; bıçakla kesilir gibi duracak mı, yoksa yoluna devam mı edecek? Yani bu çalışmaları âlimler mi istedi? Onların gayret ve özendirmesi, zorlaması ile mi, organ transferi gerçeklendi? Onların bu çalışmalar da, en ufak dâhilleri ve haberleri var mı ki? Bu başarılar toplum oluşun ortaya koyduğu, insandan bağımsız, insanın toplumsal birey ve toplumsal emek beceri başarısıdır. Bu başarı ve isterlik, alimlerin değil, insan yaşamın taleplerinin gereğidir. Hiçbir inanç genç transferini ortaya koyamaz. İnsanda yapamaz. Bu ancak toplumsal işleyişin sonucudur.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Merhaba Mükrime Hanım, 1
Genel eleştirelliğinize teşekür etmiştim. Bana göre, bazı kavramların anlaşılmasında, yanılmalarımız var gibi geldi. Yazımın temel amacı, kavram kargaşası içinde olduğumuzu belirtmekti, bu bir. İkincisi de bir şey söylerken pek çok şeyide bağlantılarınıda özleştirmiş olmamız gerektiğini belirtmeliyiz, demekteydim. Bu denemeler, böyle bir gayretin kendi sınırlılıkları içinde yazıldı. Şu anda 30 bölüm üzerinde yayınlandı.
İnanç kavramının genellik arz eder oluşu, sizin eleştrinizde de, es geçilip, karga ötmesi, ve baş örtüsü evrensel inacı; örneğin yahudilikte, hinduizimde, hırıstıyanlıkta, Sümerlerde vs.genel oluşunu bilmeyip, kısır bir anlayışla, ikisi bir arada nasıl kullanılmış diye hayret edilmekte. Oysa başını örtenin biri domuzu lanetlerken biri, oturma odasında besleyen bir tutum içinde , aynı karga ötmesini, Ya da merdiven altında geçmeyi uğursuzluk saymak gibi. Mercimeği marulu kutsal Ya da haram saymak, da bu gibiler kategorisindedir. Meram bu.
Bu genel bilinirleri, bir daha tartışılılır düzeye çekmek, ne aklın, ne bilgi dağarcığı olurluğun gereği değildir. Oysa dinlerin de bir inanç olduğu görmezden gelinmiş. Ben hangisi doğru, hangisi yanlışdır, anlatımına girmedim. Sadece inançların, toplumsal talep, toplumsal hak ve toplumsal bir özgürlük olmadığını belirtmeye çalıştım. Bu inanç konuları ötme Ya da merdiven altında geçme gibi anlayışların halkta rağbeti olabilir, ama toplumda ve toplumsal üretimde yeri yoktur. Bilinmesi bilinmemesi toplumu feraha Yada zaafa götürmez. Denen bu.
Burada baş örtme ile, karga ötmesi inancı arasında, temelde hiç bir fark yoktur. Bu görüle bir, her iki inanmada aynı kafa yapısının ürünüdür, iki. İşte eleştiriniz bu sıkıntının kavrama sancılarını taşımakta.
Görüyorumki, zinanında (Sexualitenin) tolumsal bir talep mi, biyolojik bir talep mi!olduğu düşünülmeden, toplum kavramı pekiştirilmeden, samimi bir heyecanla, cevap gayreti yapılmış. Zina toplum olmanın bir nedeni değildir. Ancak toplumsal siyasanın, özellikle de, özel mülkiyet anlayışı ile ortaya çıkmış, toplumsal bir olgudur.
Yoksa zina tabir ettiğiniz biyolojik neslin devamı olgusu,insan oğlunun ilkel ve grup yaşamı süresince zina olduğunu bilmeden, çokça ve sıkça yaptıkları, yaşamlarının bir parçası idi. Bu zina kavramı, aile ve mülkiyetin özelleşmesi ile, yani yaşamın ilişkilenişi ile toplum içinde, ortaya çıktı. Yani inançların bulup benisetip giydirdiği bir ilke de değildir. Aksine inançlar insanın yeni tutuma göre, eski tutumdan geçemez oluşlarına, o anki düzenin düşünsel estetiksel olgunlaştırmasıdır.
Bu konu iki yönlü araştırma içindedir. Benim anlatım konumun dışında. Referanduma gire mi girmez mi değinmedim bile...Ancak bunlarda ahlak kavramı içinde mütala edilmeli.
''Ama meleklere iman gibi gayb âlemine olan iman, bu dünyadaki hareket alanımızı etkilemektedir.'' demişsiniz, ama nasıl bir verimlilikle? Halkı etkileyebilir hanım efendi ama toplumun neyini etkiler? Benim işlediğim konu İnanç bir toplumsal talep midir?
Diğer söylemleriniz yazıya izafe bir cevap olmayıp, dar anlayışla, inakçı ve inalcı tutumla yazılmış, kendini sınırlayan, anlama ve anlatım var edemeyen doğmatik yaklaşımlardır. Bilimsel tutum, bilim felsefesi ve bilimsel analiz tutumlu değildirler. Örneğin Ömer inakçılığı gibi, yada kürtajın inanma sonunda ortaya çıkan bir durum olmayıp, aksine bir teknik bilgi aşamasının ortaya koyduğu kullanım olduğunu görmemişsiniz. Kürtaj bir özgürleşme becerisidir. Onu kullanıp kullanmamak halkın, kişinin, bileceği iştir. Kürtajı halk Ya da inançlar üretmemiştir. Toplum üretmiştir. Toplumun malı inacın konusu olmaz. Kişinin tasarrufu olur. Kişi inanmasa bile toplumda o işin hizmetini vermek zorunda kendisi üzerinde uygulanmasını istemiye bilir. Kürtaj hizmetini inancından dolayı vermez. Sormazlar bile. Toplumsal yüküm ve zorunluluktan dolayı yapar. Tartışmanın, tutumlar edinmenin, bu bilme ve ayırt etmeler minvali üzerinde olması gerekirken, bu minvale uygun düzenlemeleriniz olması gerekirken, toplumun geldiği düzlemin altında bir düzlemde tartışmanın, sizin öznel sanılarınızla , kanılarınızla toplumsal işleyişin ne ilgisi olabilir.
Bir de “”inancı kutsal kitaplar bazında, anlatmaya kalsanız, içinde çıklmayacak derinlik olurluğunu”” söyler oluşunuz, benim anlatım konuma vukufiyetinizin olmadığını, tamamen dar kalıplarla ve İnalcı bir tutumun, en güzel örneği, sanki sergilenmiş.
''Ben yine de Bayram beye yazısıyla birlikte inandıklarımın ne kadar doğru olduğunu hatırlattığı için teşekkürlerimi sunuyorum. '' sadece kendi çalıp kendi oynarlık olmuş, bir mugalata. Hiçbir eleştirellik özelliği yok. Hiç bir şey demeyeceğim...
Diyecektim, ama bu genel bir yaygın tekrar ediş bilgiçliği olduğundan bir mantı koyacağım.Bu: ''Ben yine de Bayram beye yazısıyla birlikte inandıklarımın ne kadar doğru olduğunu hatırlattığı için teşekkürlerimi sunuyorum. '' denmesi bir kere tam bir cahil söylemi, onun için cevap vermeyecektim. Çünkü değmezdi. Ama bilgilenme olsun diye şunu söyleyim.
Diyelim ben yanlıştayım. Çokta yanlışım. Yine diyelim ki keçiyi kurt sanıyorum. Benim bu yanlışım, sizin keçiyi tilki sanmanızı doğru kılar mı Allah aşkına! Benim yanlışım sizin nasıl doğrunuz olur? Hiçbir şey bilmeyerek, bir başka yanlışla oluşunuzla, doğruyu, nasıl bilir olursunuz? Bu tür yaklaşımı anlamak, savunup anlatmak tahsil erbabının harcı değil? Yanılabiliriz yanlış yapabiliriz, ama burdan bize doğru çıkmaz. Hırıstıyanlığın insanları suya atıp; “”boğulursa suçlu, boğulmazsa suçsuz”” yanlış mantığı, sizin insanları yakma eylemi anlayışınızın doğruluğunu ortaya koyabilir mi?
Değerli eleştirmene bende aynı argumanla ve yanlış olduğunu bile bile cevap vereyim. O örnek gösterip çok övdüğü Ömer ; ridde olayları nedeni ile insanları ateş kuyularında imha etmiştir. Aynı mantıkla bir müşrikte ben: “””Ömer'e bakınca ne kadar doğru bir inaç ve yol üzerine olduğumu görüyorum”” dese... Bunalar tartışma bilgi ve akıl kor oluş değildir.
İkinci bir açıdanda bakınca; oysa akıllı ve eğitimli bir insanın, kişilerin günlük yaşamda, hem yanlış kanıları hem de doğru ,sanı ve kanılarının da, olacağını bilir.
Bu mantığın zorunlu sonucu şu: Başkaları ne kadar doğru ise, biz o kadar yanlışız. Eğer başkaları yanlışsa biz o kadar doğruyuz. Böyle absürtlük olur mu?
Saygı ve sevgilerle
Sayın Mükrime Hanım, 2
Bilgi severlik tutumunuzu, durumu vuzuhluğa kavuşturmak isterlik yaklaşımınızı takdirle karşılarım.
''Kafayapısı'' kavramı sakın hakaret gibi algılanmaya, bu insanların, hepimizin yaşamının her aşamasında kurtulamadığı, bir içinde oluş haliye durumudur. Bu anlayışla, ortaya yere kuantım teorisi de koysak, bu aşamadan kurtulamıyor olabiliyoruz demek. İnanma eğilimliliğe yatkın oluşun, aklı perdelemesi anlamındadır. Bir durum tesbitinden öte anlatım içermez. Düşünce yapısı bir sistematiklik içerir gibi geliyor bana. Yani kaotik gelişme sistematiği ile davranan biri, kanguru soyundan geldiğine inanmaz. Eğer inanıyorsa kafa yapısı ile ilgilidir. Bu sözcüğün biyolojik anotomi anlamda kullanılmayıp, düşünbilim bazında kullanıldığı açık. Cümlenin siyakı, bunu açıkça göstermiyor mu? Sanırım sizi ikna eder.
Şu konuda bir uzlaşalım. Ben inanç vardır, yoktur demiyorum. İnancın daha bir özelleşmişi tutumsal ilkelilik ve kurallılık haline gelmiş, din dediğimiz olgular oluşmuştur. Dini gruplar; geniş beşeri coğrafyaları etkileyen, kendine has yanları ile, yüz yılların, insan akıl ve tecrübeleri ile geliştirilip, zenginleştirilen dinleri ben, vardır yoktur demedim. Görmezden asla gelmedim. Konum sınırlı. Adı üstünde ''İnanç Ve Toplumsal İstem'' çerçeve bu. Burada ne inançlar yok sayılmada, ne işe yaramaz oluşu denmekte. Aksine inancın kişi içinde başlayıp, kişi içinde biten tesbitim ve gerekli kılışım vardır. Bu tür çıkış hiç anlamamışlık olur bence. Hiç bir inanca özel eğilip, özellik öncelik tanımadım, bize has gelen inançların, özelliklerin, tamamına yakınının da, Dünya inancında var bulunması unutulmasın lütfen.
Bir örnek vereyim bizim dinimizde olmayan, ama bizim inancımızda var bulunan, sırat köprüsü inancı diğer dinlerden ''Zerdüşlükten Cinvat köprüsü inancı'' bizim inanca da geçip, islam gibi algılatılmıştır. Yani inançlar da genelden (Dünya'dan) yerele birikiş vardır. Az da olsa terside olası.
Bu bağlamda siz, güncelin kelime dili ile beni anlayıp yorumlamaya çalışmayın lütfen. Bilimsel anlamda özgürlük, sizin anlattığınız özgürlükle hiç alakalı değil. O tür özgürlükler, öznel düşünceci ve metafizik kalıplardır. Böyle anlatımın temelsiz oluşundandır ki hiç bir haklılama, haksızlama içermez. Kişi öznellikli, tek benci, saltık, nesnel ve gelişmeci temeli olmayan, bir keyfilik içerir. Zaten deneme yazılarıma bu konularıda içerttim.
Yanlışlığım, hatalarım, herkes gibi kendimi ve okuru yanıltır olmam, olmaz demek, inanın olanaksızdır. Eleştiriden, özellikle karşı eleştiriden eleştiri olursa, bana tarifsiz haz verir. Ama birbirimizi anlayarak ve eleştiri olmak kaydı ile. Kavramlarımız genel, bilimsel tutum içerikli olmalı. Ne biyolojik ne metafizik olmamalı. Bireysel subjektiflikler içermemeli. Hiç bir dinin, inancın tanımları ile tanımlanmamalı. Objektif (nesnel) uygulanır toplumsal içerikli ve bilim felsefesi tanımlı olursa, yansızlıkla olaylar görülüp açıklanabilir. Zaten inanma temelli kavramlarla ne bilim ne de farklı düşünce üretemezsiniz. Özel anlatımlar o konuların kendi içinde, incelenmesinde tutulacak yol olmalı.
Ben size şöyle sorayım; Özgürlük nedir ? ki inançları toplum bünyesine, özgürlükle kararlı biçimde uygulayalım! ve eğer uygulanıyorsa kimin inançlarını uygulayalım? Erken kalkanın inançlarını mı ? Yoksa, bir gün onu bir gün şunu, bir gün bunu mu? Yoksa diğerlerini bastırıp susturup kendimizi mi kame edelim. Hangi inanmanızın eksikliği toplumda üretim halkası eksikliğini tamamlayıp, inanmanızla toplumda neyi üreteceksiniz?
Lütfen yazışmalarda, anlamamaktan kaynaklanan bir kaçış yolu olan bahane gurur yapıcı anlamalar yapmayalım. Örneğin sınava mı çekiliyorum gibi, manasız demeler, benim hayat boyu sevmediğim bir karşı oluştur. İnsanların birbirini anlamasını önleyen redci bir yaklaşımdır.
Saygı ve selamlarımla
Sayın Mükrime Hanım 3
Baştan beri savunduğum, kavram kargaşası ve ön yargılı tutumlar, eleştiri olmanın ötesinde yer tutuyor. Bir konu, ya kendi özeli ile kendi içinde tartışılır. Ya da, en genel düşünce bilim denen, bilimsellik içerikli ulamlarla ortaya konur. Benim tutunduğum ilke ikinci yol olduğu halde, sanki özel tanımlı inanç kavramından referans almışımda güya bu dünyanın gelişmelerinden habersizmişim gibi bir bahisle, yanıt olmayıp, yanıt küçümserliği havası ile kaç kitap okuduğum sormaktasınız? Şimdi bu eleştiri mi?
Şimdi ben, her hangi bir inancın, inanç tanımı ile ortaya çıksam, diyelim islam inancı ile yazsam. Bu tanımla açıkladığım durumla, seyir ve gelişme açısından, gideceğim, Hiçbir yer yoktur. Sadece bu inancın haricindeki inançları, Hırıstıyanlığı, Yahudiliği, Hinduizmi vs. yi yok ve batıl saymaktan başka, bir de at gözlüğü de olacaktır. Bu subjektiflik ve öznelliktir.
İşte buyurun: “” İnsanların İslam fıtratı üzerine doğduklarını beyân eden bir dini sadece kişisel boyutta değerlendirmenizi de doğru bulmuyorum. İslam, sadece kişinin kendi içinde yaşanan ve orada olgunluğa ulaşan bir şey değildir. Çünkü İslam, kişiye yönelik emirler getirdiği gibi toplumsal yapıyı kuşatıcı düzenlemeler de getirmiştir. “”! “”insanlar islam fıtratı üzerine yaratılmış”” diyor, benim de islam fıtrat gereği yaratılışla, zorunlu olarak belirip konuştuğumu görmezden geliyor! Ve redcilik hemen başlıyor. Halbuki, diğer dinler de, kendilerinin, kişilere ve toplumlara yönelik olduğunu söylüyorlar! Tabi bu at gözlüğü ile onları göremeyiz. Bu bir öznel düşünceciliktir ve bir yere varamamaktır.
“”sizin toplumsal talep olamaz dediğiniz bir din, bir toplumun doğrularını tasdik edip yanlışlarını düzelterek bir inkılap gerçekleştirmiştir.””! Diyor. Ben aksini iddia etmedim. Bu evrensel ve evrimsel bir yasadır. Köleci toplum, ilkel toplumu; Feodal toplum, köleci toplumu; kapitailizim de feodalizmi, bu ilke ile aşmıştır. Ayrıca bir teknoloji de, diğerinin iyi yanını içerip, kötü yanını eleyerek modeller.Ben inançları incelemediğim halde, anlamazca incelermişim, tutumuna sokulmak isteyen, yanlışlamalara düşülmekte. Denemem, İnancın bir toplumsal istem olup olmadığıdır. Falan inancın “”ben toplumsalım, hem insanları, hem toplumu düzenlerim “” demesini, onun toplumsal olurluğu saymak. Hem bilim dışı, hem akıldışı, hem subjektif bir düşüncecilik metodur. Bu skolastiğin, Aristo söylüyorsa doğrudur diyen otoriter yapıyı eleştirme üstü tutan inakçı mantığıdır. Yazılarımda bu açıkça belirtildi.
Eleştirmen, inançsal tutumun her dağılımını sergiliyor. Örneğin şu cümleleri: “” Bir kadının Hz. Ömer’e itiraz edip herkesin içinde ““Bu konu böyle değildir? dediğini biliyor musunuz? Hz. Ömer’in bir halife olduğunu hatırlayalım.”” İnakçı tutumlulukla, önyargı ile inal sergileyip, bilgi yerine, inancı koyarak inalcılık yapmakta. O kadar güzel bir örnek ki. Üstelik genel bir konuyu özel tutumlu bir inanca indirgeyerek, sayın eleştirmen sınırlı anlayışla sanki bunu hiç kimse söyleyememiş, söylememiş gibi, dezenformasyonik tavır içine girmekte.
Ben de, eleştirmende bir önyargının, bilinçli anlayışı yitirir olmanın; sancı ve kaygılarını görüyorum. “”Toplumda inanç yoksa ahlakta yoktur.”” diyor. Tam bir şartlanmışlık inalcılığı bu. İnsanlar ahlakı, inançlarından değil, birbiri ile ilişkilerinden, Üretim tarzı ve üretim ilişkilerin yaşanmasından, toplumsal üretimin paylaşım çelişmelerinden çıkarmıştır. Siz bir mızrağı icat etmeden, onun etrafındaki ilişkisel üleşim toplumsallığını oluşturmadan, onun nasıl ahlaki olup olmayacağınızı bilmeniz değil siz, en bilir inanç adamı gelse yine bilemez. Evrensel yasa bu.
İlkel , komünal toplum başlangıçta hiç hırsızlık bilmezken, özel mülkiyetin belirmesi ile, ve, kölesel yaşayışların belirdiği dönem sonuna doğru hırsızlıklar, efendiler, köleler, sadaka merhamet gibi ahlaki tutumları da ortaya koymuşlardır. Yani ahlak toplumda yaşanan bir anlama ve çözümdür. Bir bilimsel gelişmenin ahlakiliğini, inanca bakarak değil, bir başka bilimsel gelişmenin kıyaslaması, ile ahlaki tutum olup olmadığını belirlersiniz. Kapitalist toplum ortaya çıkmadan, grev lokavt gibi ahlaki tutumlar ortaya çıkabilir mi? Ya da inançlar bunu bilip ahlaki tutum olarak söyleyebilir mi? Bu gelişmişlik düzeyi olgunlaşmadan sosyal güvenlik tedbiri ahlakını inançlar öngörebilir mi? Görmüş müdür? İnanın biz, inançlıyız da, inancın da, ne olduğunu bilmiyoruz, gibime geliyor! Ama şu an konumun dışı.
Eleştiriler şu bazda olursa sevinirim. Konu evrensel oluşun bilgisi ve bilimselliği ile ortaya konmalı. Bu tutum ancak Bilim felsefesi ile olur. Bilimsel felsefeyi, gerçekliğin bilgisini sağlayan, bilimsel bilgilerin hiç biri, sağlamaz. Bu bilimlerin ayrı ayrı yekünü de bilimsel bilgiyi vermez. Bilimsel felsefe bu bilgilerin, ardışık mekanik toplamı da, değildir. Felsefe; İnsanların (insan düşünmesi de bu kapsamda) ve oluşturduğu toplumun da içinde olduğu, evrendeki tüm olgu ve olayların, temeli olan yasalarını bilmektir. Bu temel yasaları Hiçbir bilimsel gelişme, kendi başına çözümleyemez. Yaşam sizin bilincinizle (inancınızla) belirlenmez, tersine bilinciniz ve inancınız yaşamla belirlenir. Yani bir anlamda sürekli hayır diyerek, eveti bulursunuz. Aynı evette kalmaz, onuda yadsır çözümler, yeni olanla eskiyi aşarsınız. Buralarda kendisini dönüştüremeyen köhne anlamaların bulunamayacağı açıktır.
Denemelerimi bu tutumla ele almağa çalıştım. Başardım mı hayır. Yanlış ve yanılgılarım yok mu? Kesinlikle çoktur. Bu gösterilmelidir. İnanç yoksa ahlakta yok demek, tam bir akıl tutulması ve çıkmazıdır. Bırakın cevap Ya da tez olmayı, kargalar bile güler. En ilkel insan düşünmesi bile, bana yapılmasını istemeyeceğim tutumları, benim de karşıya tarafa yapmamam gereken, bir denge ilke, ahlak olduğunu, hemen ilişkisel davranış içinde görür ve anlar.
Ama bana gelen tüm 7-8 kadar eleştiriler, bu bağlamda değil. Ya falan kutsal kitap şöyle diyor ya Ömer bunu diyor haberin var mı? diye subjektiviteye kaçıyorlar. Ya bana misyon yüklüyorlar, şöyle yazılmalsın, böyle yazılmalısın diye. Şöyle yazılmalı böyle yazılmalısın demek, şöyle düşünülmeli böyle düşünülmeli demekle özdeştir. Bu halde siz, farklı oluşları nasıl ortaya koyacaksınız? Bunlarda bilmez oluşların ırasal davranışlarıdır.
Şu bilinmeli ki, evrensel düşüncede ve bilmsel felsefenin içinde, Hiçbir yerinde inakçı düşünce ve Ömer yoktur. Ricam felsefe şu, felsefe bu, diye subjektifler değil de, evrensel yasalar ışığıyla, konuyu anlayıp eleştirmek. Bana ne okuduğumu sormak yerine, ne demeye çalıştığım konusunda anlayıp, eleştiri getirilmeli. Burada sorulandan çok, soranın ne okuduğu ile ilgili problemler var gib. Hücetini aşan bir alanda, en basit nesnel hakikatleri göz ardı edecek denli, bilmezleşme tavrına girmiş. Oysa aynı düzlemde eleştirerek yol açıcı yaklaşım ve tez eleştiri getirilmeli idi. Konumuz ne inançların kendisi, ne inançların işe yaramaz olduğunu söylemek, ne de inançları göklere çıkarmak değil. Bunun üçüne de, ne eleştirellik olaraktan, ne destekler mahiyette de girmedim. Zaten amacım bu değildi.
Şu da unutulmasın, akıl; eşdeyişle bilim, bu inançlara tepkiden sonradırki kendi yolunu ve prağmasını ayırmıştır. İnanç ya da inançsızlık koyarak ne akıllı ne de erdemli olursunuz o sizin probleminiz.
Saygılarla...
Sayın Mükrime Hanım, 4
Siz öncelikle, halk ve toplum kavramını karıştırıyorsunuz bence. Ben yazılarımda, halkın bireylerinin (biyolojik bireylerin)Ya da halktan kişilerin inancı vardır. Ve de olmalıdır diyorum. Toplumların, Ya da toplumun inancı yoktur diyorum. Bunun nedeni de: a) Her toplumun kendine göre somut yasallığının oluşudur. b) Toplumun birey yanın, inancı vardır. Ama bu da bireyin gördüğü işle ilgili ve bire bir bağıntılı değildir. Toplum ve halk yazı dizime bakabilirsiniz.
Yani, değil inanç; insan bilinci dahi, bu yasalara, uygun olmak zorunda. Yasallığa uygun istekler ve tutumlar ortaya koyamaz iseniz; ne insan bilinci, ne de insan inanmaları, toplumsal üretimde hiç bir şey var edemez.
Böyle olunca; “”dinimizde kulağa ezan okuma,”” halkın kişilerinin bir inancıdır, bu bir. İkinci olarak bunu bana ne diye eleştiri getirdiniz anlayamadım! Ben bunu var veya yok diye eleştirmiş değilimki. Üçüncü olarakta: “”din, topluma müdahele eder”” demişsiniz! Din topluma müdahele etmez, dini bir eleştiride ahlak olarak tanımladığınıza göre, örneğin toplum hırsızlık yapmaz, toplum zina etmez. Bunlar bireysel tutumlardır. Din bireye, kişilere özneye dolaysı ile aynı inanç gruplarına ve halkın bu inanan grublarına müdahele eder. Halkın bu inanan grublarıda bu inancı doya doya yaşar. Bu parağrafınız tamamen akıl ve bilim dışı ve inakçı. Beni ilgilendirmez . Sadece ilgileyen kısımdaki bağlamda kargaşayı göstermem yeter!
5.parağrafınız, benim tez ve anlatım konumun dışındadır. Hiçbir inancın, özel inanmaları, benim konumun içinde değildir. Sadece anlatım konuma denk düşen herhangi bir dinde özelliklede Tevrat'ta Ya da genel Dünya inançlarında var bulunan değinmelerdir o kadar. konuya bir inancın penceresinden baksam konum genel felsefik olmaktan çıkardı.
6. Parağrafta; “”Ya da şöyle düşünelim. Sizin yaklaşımınıza göre İnaç, toplumsal talep olamaz. Bu durumda dinimiz ne kadar büyük bir yanılgı içindedir ki cemaatle yani topluca yapılan ibadetlere daha fazla sevap vermeyi uygun görmüştür?”” diyorsunuz. Bakın anlama ve anlatım yanlışlığınız var. Ben “” Toplumsal talep olamaz”” diyorum siz cemaat ve toplulukla yapılan ibadetten bahsediyorsunuz! İyi de, cemaat ve topluluk TOPLUM değildir ki! Hala yazarın ne anlattığını anlamamış, kafanızdaki şablonu getirip; güya cevap diye yazıyorsunuz.
8. parağrafta “”her şey nesnel olmak zorunda değildir”” diyorsunuz. Toplumda ne yazıkki her şey, nesnele göredir! Örneğin üretmezseniz toplum dağılır. Bilim üretemezsiniz. Ürettiğinizi, sosyal adalet ilkenize göre, bölüşmezseniz hırsızlık ve yağma artar. Elbet üst yapı düşünmelerimiz vardır. Nesnel değil gibidir ama temelde nesnelle uyuşmak zorunda. Örneğin soyut olarak Ay'a gidilir dersiniz. Bu fikri toplumda olgunlaştıra, olgunlaştıra; nesnel hale getirip, nesnel koşulları var edip, Ay'a gidersiniz. Ama yine soyut olan bir inanmayı, örneğin cini; olgunlaştırıp var edemezsiniz. Bu yüzden, nesnel olmayan toplumsal değil, halktan kişilerin, düşünme ve inancıdır. Zaten toplumdaki inanmalar toplumsal emekle var edilir. Toplumsal inanmalar, ileride somutlanıp somutlanamayacak öngörülerdir.
Lütfen konuyu anlayıp, genel yaklaşıp eleştirelim. Kendi kuruntularımızı nesnel gerçeklik gibi ortaya koyup, eleştiri imiş gibi, yaklaşmayalım. O,”” kaç kitap okudunuz?”” sorunuzu kınıyorum. Ve verdiğiniz cevaplarla kimin, ne okuyup; kaç kitap okumadığı ortaya yeterince çıkıyor, zaten.
Saygı ve selamlarımla.
Sayın Sinan Karakaş,
''BİR SORUN BİREYSEL OLMUŞ OLABİLİR BİREYLERİN TALEPLERİ OLMUŞ OLABİLİR,BUNA TOPLUMSAL TALEP YOK BÖYLE BİR İHTİYAÇ YOK DİYEMEZSİNİZ, TOPLUMLAR TAŞTAN AĞAÇTAN MI MÜTEŞEKKİLLER ELBETTE Kİ BİREYLER TOPLUMU OLUŞTURMAKTALAR,DÜNYA VAR OLALI BELLİ BU TOPLUMSAL TALEPTE VAR OLMUŞTUR.BU GÜN FELSEFE YOK DİYEBİLİRMİSİNİZ FELSEFELERİN KURAMCILARI İNSANLARI YÖNLENDİRMEKTELER Mİ EVET DÜNYA MERKEZLİ FELSEFE EKOLLERİ TOPLUMSAL TALEP OLUYORDA İKİ DÜNYALI BAKIŞ AÇISI NASIL TOPLUMSAL TALEP OLMUYOR,ULEMANIN NE OLDUĞUNU BİLMENİZ GEREKİRDİ,ARAP DİLİNDE BİLİM ADAMLARI ÜLEMA DİYE NİTELENDİRİLİR,HER İLMİN ARAŞTIRICISI VE BİLGİNİ O KONUNUN O BİLİMİN ULEMASIDIR.BU GÜN MARKSIN HEGELİN ENGELSİN KURAMCILIKLARINI DA İNKAR EDİYOR MUSUNUZ,ONLARIN MOTİVASYONLARI DEĞİL Mİ BU GÜN AVRUPANIN İÇİNE DÜŞTÜĞÜ ÇIKMAZ.SOVYETLER BİRLİĞİNDE BİLE RUSLAR TEKRAR DİNLERİNE DÖNDÜLER.BU GÜN DÜNYAYA YÖN VERMEYE ÇALIŞAN VE MATERYALİST FELSEFENİN DE KURUCULARI OLANLAR YAHUDİ KÖKENLİ DEĞİLLER Mİ.YORUMLAR HER ZAMAN ONAYLAYICI OLMAYABİLİR ,RED EDEN YORUMLARIDA KABULLENMENİZ GEREKECEK,BUNADA SAYGI DUYMANIZ GEREKİR SİZİN YAZDIKLARINIZA BENİM SAYGI DUYDUĞUM GİBİ.SAYGI VE SELAMLARIMLA''
...............................................................................................................................................
“”TOPLUMLAR TAŞTAN AĞAÇTAN MI MÜTEŞEKKİLLER “”
Bu tür yazılar, karşı oluşa, Ya da, aynı konuya bizim gibi bakmayanları, hep inkar, inkar ediyorsunuz derler. Kendileri görüş koymayarak, inkar içine düşüyorlar, farkında değiller. İnkar dedikleriaynı kabul edişin başka versiyonu olan, akıl koyuşlardır. Aslında akıl koyuşu, inkar diye algılatıp, zımnen geriletmektir bu tutum. Akıl koymak, bilgi koyup sorgulamak, ne zamandan beri inkar oldu bilemedim gitti?
Toplumlar Maalesef; taştan, ağaçtan ilişkisel müteşekkillik içinde. Duvar ustalığını, geometrik düzenini, taş duvar işçiliği ve uzluğu sağlar. Taşın fırlatılması avcılığını, daldaki meyveyi taşlayarak düşürmesini ve toplamasını, belirler. Taşın kesiciliği ve kulübe olurlukları da, başka insansal özelliğini, insan bilincini ortaya koymuştur. Bu müteşekkillik insanda, toplumda olduğu için, insan üretebilmekte, hayvanlar üretememekte. Ve insanlar inancını bu varlaştırmalar sonundadır ki, geliştirirp iyice bir derinlikleştirdiler. Bu müteşekkillik olmayınca sanıları kanıları hiç derinleşemeyecekti. Toplum demek sadece taşı ele alırsak, taştan yolları inşaatları olan, bunlarla ilişkisel bağıntıları olan devinen bir bütünlük
Ulemaya Arapçada bilim adamı dendiğini söylemeniz, harikaydı doğrusu! Böylelikle inançların ön gördüğü; büyücülük, üfürükçülük, medyumluk gibi tüm okültüst tutumları bir güzel bilimsel kılıp çıkardınız. Bir, başarı ancak bu kadar olur. İnançlarda da sakın büyü, sihir üfürme olmadığını da belirtmeyin lütfen. Üstelik Dünya'nın İ.Ö 4004 yılında yaratıldığı Dünya'nın 6 günde yaratıldığı gibi, bir yığın bilimsellikleri savunup duruyorlarken.
Hele ulemaya Arapçada bilim adamı dendiği kanıtınız, Dünya'ya ters takla attırır. Akıl, izanla bağdaşır bir anlama yapmam olanaksız . Maşallah bu kadar olur. Araplar öyle diyorsa doğrudur, arapçada öyle ise, doğrudur uslamlamasıdır bu. Skolastik felsefede Aristo söylüyorsa doğrudur mantığının, inanma versiyonu, bir inakçı inalcılık. Ne yazık ki evrenin bilimsellik anlayışı Arabın ulema anlayışından çok farklı.
İşin tuzu biberi, toplum kavramına: “”İKİ DÜNYALI BAKIŞ AÇISI NASIL TOPLUMSAL TALEP OLMUYOR”” diye bakış açısı var edişiniz, tarif edilmez bir alkışlılık başarısı. Toplum tanımı, bizim suizannımıza göre tanım yaptığımız bir tanımlılık alanının çatışması değil. Toplumun bizim düşünme yapımızdan ayrı ve bağımsız işleyen, yasaları, nesnellikleri var Maalesef. Bu Dünya'nın bakışı bunu temelliyorda, ikinciye en ufak cevabı olmuyor. Benim elimde değil, elimde olsa inanın dükkan sizin.
Toplum insan demek değildir. Toplum insanların bedensel ve düşünsel emeklerini, üretim güçleri ile yani Makine alet edavatla, toprakla, bilgi vs. ilişkilendiren, kurumlaşmalar işleyiş yasaları, örgütlenme ile yapılaşan, karşılıklı bağıntılı bir sosyo ekonomik süreçtir. Yani toplumda canlı ve cansız zorunlu ilişkilenmiş, bir; isteğimiz dışı işleyiş vardır. Fırıncı Ali, işini yaparsa doyuyoruz. O da elektriği, kurumsal olarak, elektrik yasalarına göre sürekli üretirseniz işini başarıyor. Elektrik idaresi, jenaratörün nesnel yasalarını gerçekleyen bir başka kurumun varlığına, bu kurum da, Ahmet'in bireysel etkinliğine ihtiyaç duyar, Ahmet'in bu talebi karşılaması demek, Alev', Ahmet'in apandistini sağaltırsa, Ahmet çalışabiliyor olacak. Alev' de Pastör'ün hijyenik çalışmalarını tutumlarsa bu işi yapabiliyor. Pastör dahi bu işi...
Görülüyor ki toplumda; Doğa-insan; insan-doğa, İnsan-toplum, toplum-insan; insan-teknik; teknik-insan, ilişkisi ile beliriyor. Ve toplum bir üretim ilişkisidir, inanç ilişkisi değil. Kişi -kişi ilişkisi burada yok. Ahmet, Ali ile küs dahi olsa, bu yasallığını yapmak zorunda. Görülüyor ki, ikinci dünyaya ilişkin en ufak bir emare, toplumsal yapılanışta Maalesef yok.
İnanç Ahmetin kafasında olacaktır.Olmalıda. Ama Ahmetin davranışını, insiyatifliliği, fevri oluşu yerine daha çok, toplumda üretim güçlerinin kendi disiplinine uygun, toplumun belirlediği noruma uygun ve de Ahmet'in o konuya ilişkin birey olurluğuna uygun, davranmak zorunda. Ahmetin ahlakı ahlaksızlığı bu yaşama ilişkisi ile yargılanıp, bu işleyişe uygunluklarla üretilecek. Eğer siz toplumsal üretimi, toplumsal paylaşımda, haksızlıklara götürürseniz, Ahmet inançlı da olsa inançsızda olsa, çalacaktır. Toplumun sınıflı yapısı bunu gerektirir. Sizde sadaka kültürü ile Ahmet'in bu yoksulluğunu toplumsallığın bir zorunlu sonucu gibi algılar algılatırsınız. Ahmet çalışsa bile, sadaka ile idameye mecbur olur.
Yazınız bir eleştiri olsa, çok sevinecektim. Tamamen bilim ve akıl dışı öznel inalcı inakçı, kavram kargaşalı, önyargılar. Üstelik baştan aşağı düzeltilmeye gerek duyulan zan ve kuruntular. Bireysel olanı, toplum için: “”iki dünyayı da hesaplayarak toplumu işletsek”” demek, ne kadar akıl ,bilim ve yurttaş olurluk tutumu bilmiyorum. İşler somutta toplumda faraza ilie olsa iyi de, olmuyor, olamıyor, pratiğe konamıyor. Bir önerme konusu ile bağdaşır ilintililik içermeli, tutarlı olmalı. Aslında bu sorunun cevabı bile olmaz. Olabilse mutlaka yapılırdı. Toplum kendi için olacak bir faydadan, bir üretimden niye kaçınsın ki?
Saygılarla başarılarınızı dilerim.
Not: Ben kimseye büyük puntolarla yazmıyorum. Çünkü aczimi gösterir. '
Öncelikle yazınızın düşünce sancılarını üstlendiğini ve bu sancıyla kaleme alındığını hissettiğimi belirtmeliyim. Ancak sancılarınızı sadece bulunduğunuz yerde çektiğinize ve inanç konusunda yazdığınız bu yazıda inanç kavramını kullanıp inancı kendi yargılarınızla çerçevelediğinize inanıyorum. Bu konuda sağlıklı bir şekilde bir yazı kaleme almak için inanca dair kaç kaynak okuduğunuzu merak ediyor ve yazınızın tezlerini savunmayarak aksine farklı kanatta yer alıyorum.
Bizim dini inançlarımıza göre bir bebeğin kulağına ezan okunur ve hatta maddi imkanlar yeterliyse adak kurban kesilir. Ve hayat, bir bebek için böyle başlar ve aile-çevre etkisiyle farklı çizgilerde devam eder. Elbette ki bu temel, her ailenin benimsediği ve uyguladığı bir durum değildir. Ancak bu, dinin toplumun temelinde yer aldığını değiştirmez. Ve insanlar, dini konuları özel bir çabayla topluma yansıtmaya da çalışmaz. Çünkü zaten din, topluma müdahale eden bir olgudur. İnsanların İslam fıtratı üzerine doğduklarını beyân eden bir dini sadece kişisel boyutta değerlendirmenizi de doğru bulmuyorum. İslam, sadece kişinin kendi içinde yaşanan ve orada olgunluğa ulaşan bir şey değildir. Çünkü İslam, kişiye yönelik emirler getirdiği gibi toplumsal yapıyı kuşatıcı düzenlemeler de getirmiştir.
“Ve bu alimler, kitaba uygunluğa göre; kan ve organ naklinden tutun, gen transferine kadar uygunluk fetvası veriyorlar! Allah aşkına, bu gelişmelere cevapları, uygun değil olsa, bu alandaki toplumsal talep; bıçakla kesilir gibi duracak mı, yoksa yoluna devam mı edecek? ” cümlenizde de kaygınızı anlıyorum. Ancak bir şeyi dikkatinizden kaçırıyorsunuz. Tıp, bu konularda dinden fetva istemez. Yaşam ölçülerini din tarafından belirleyenlerin ise bu fetvayı isteme hakları vardır. Dinin hayır dediğine tıp evet dese de toplum bunu kabul etmek zorunda değildir. Mesela, kadın kürtaj ile bebeğini aldırmak istese tıbbın dini kaygıları yoktur ve bebeği alır. Ama din, bu konuları tıbbın konuları olarak görüp susamaz.
İnancın toplumsal talep olamayacağını örneklendirirken verdiğiniz misaller arasında da uyumsuzluk var. “Karga ötmesinin uğursuzluğuna, baş örtmenin sevabına inanmak...” cümlenizde karganın uğursuz sayılması dinin değil toplumun yargısı iken dinin emri olan başörtüsü ile aynı çizgide yer almıştır.
“İnanç şimdiki ve eski yaşayışların, bireysel algıdaki yansıma ideolojileri veya fantezileridir.”Cümlenizde de inanç için yaptığınız tanım o kadar büyük zorlamaları ve ithamları taşıyor ki bu noktada fazla yorum yapmak istemiyorum. Çünkü bu cümlenin açılımını ortaya koyabilmem için dinin teorik ve pratik yönlerini anlatmam ve Kur’ân’ın zihniyet inkılabından bahsetmem gerekecek. Bu konu benim lisans dönemi bitirme tezimi size özetlememi gerektirir. Ancak Kur’ân inkılabı özete sığmayacak kadar geniş bir yelpazede yer almaktadır. Sadece şunu belirteyim ki sizim toplumsal talep olamaz dediğiniz bir din, bir toplumun doğrularını tasdik edip yanlışlarını düzelterek bir inkılap gerçekleştirmiştir. “Toplumların inançları değil, ideolojileri vardır. Bunların farkı kıyaslanacak.” Derken de dini sadece kalpte bir iman ile gerçekleşebilen bir boyuttan ibaret görmüşsünüz. Dinimiz bir amentü ile sınırlı değildir ve kendisine ait mükemmel bir dünya görüşü vardır ve siz o dünya görüşünü tanıdıkça inancın, toplum için ne kadar geniş bir bakış açısı kazandırdığını fark edersiniz.
Ya da şöyle düşünelim. Sizin yaklaşımınıza göre İnaç, toplumsal talep olamaz. Bu durumda dinimiz ne kadar büyük bir yanılgı içindedir ki cemaatle yani topluca yapılan ibadetlere daha fazla sevap vermeyi uygun görmüştür?
“Bir inanma konusu olan, bireyin meleğe inanması, ne toplumsallığın gereğidir, ne de benim inancım, kadın sesini mekruh buluyor; bunun için kadın toplumdan çekilsin, beni günaha sokuyorlar demek, ne istem hakkı ve ne de, özgürlüğüdür! Toplumun oluşun gereği de, değildir. Toplum bunların dışındaki nedenle var olmuştur ve talepleri de, o koşullara uygunluk olmalı. Ya da bu uygunluğu aksatan kuralları düzeltme olmalı, inancın talebi, toplumsal talepte, doğası gereği olmamalıdır.” şeklinde belirttiğiniz bir görüşünüz var. İman, toplumsal olarak gerçekleşen bir şey değildir zaten. Kadın için yazdıklarınız da sizin din hakkında okuduğunuz yüzeysel bilgilerin varlığına işaret ediyor. Tarih, bu söyleminizi inkar edecek kadar fazla deliller ve örneklerle doludur. Bir kadının Hz. Ömer’e itiraz edip herkesin içinde “Bu konu böyle değildir? ” dediğini biliyor muydunuz? Hz. Ömer’in bir halife olduğunu hatırlayalım.
“Sizin meleğe inanmanız somutlanamadığı için, toplumsallığın nesnel gereklerinden olmadığı için; sevginizin ve meleğe inanmanın, size erdemsettiği tutumları, hiç değilse toplumsal talepliliğe taşıyamayacağınız açıktır, nafiledir.”Cümlenize de gelince her şey nesnel olmak zorunda değildir. Her şey nesnel olarak da etki etmek zorunda değildir. Ama meleklere iman gibi gayb âlemine olan iman, bu dünyadaki hareket alanımızı etkilemektedir.
Mesala, inancı kişisellikle sınırlı tutalım. Bugün zina etme özgürlüğü onaylanmakta ve bu noktadaki yasaklar dini çizgiden kaynaklandığı için hoş görülmemektedir? Ne kadar tuhaf! Bir emir hoş görülmüyor ama zina hoş görülüyor? Ne kadar da hoşgörülü bir toplumuz, değil mi?
Yazınızla birlikte inandıklarımın ne kadar doğru olduğunu hatırlattığınız için teşekkürler... Sizinle aynı düşünmesem de duygu yönü ağır basan yazıların yanı sıra yazınızda olduğu gibi düşünceye hizmet eden yazıların kaleme alınmasını temenni ediyorum. Saygılarımla...
'İnanç şimdiki ve eski yaşayışların, bireysel algıdaki yansıma ideolojileri veya fantezileridir. Nesnel toplumsal ilişkiler, öznede var edilemeyince, anlanamayınca, özne; zihni bilerek değilde, inanarak ikna etmiş. İnanç nesnel talebin hiçbir yerinde yoktur. Toplumun organik yapısını kavrayamayan birey, bireysel öznedeki anlama inanmaları ile, yaşamı algısal çarpıtabilmekte. '
'İnanç merak eğilimine, bireysel bir bağ ve olgunlaştırma cevabıdır. Anlama ve yorumlama heyecan ve hayranlık iç yaşanırlığı olmalı. Zaten bunun güzelliği de burada. Herkesin aynısını hissedemediği bir içsel hal sevinçlenmesidir. '
Bu saptamaları herkesin okuyabilmesini isterdim.
EMEĞİNİZE YÜREĞİNİSE SAĞLIK.KALEMİNİZ DAİM OLSUN HOCAM.
Ben bu yazıda haksız ve insafsız bir hesaplaşma görüyorum dostum.Atomun çekirdeğini ayrıştırmaya çalışmak gibi.Evren ve içindekiler ve yaşadığımız şu hayata bütün bir perspektiften bakmak lazım.her parçanın bir biriyle bağlantısı vardır.Ve bu bağlantıları sağlayanda yüce kitabımız Kur'an dır.Evet Kur'an anlayış ve idrak ister.Yarım yamalak eksik bilgi ve öğütler ancak onu yorumlayanı bağlar.Buda demek değildir ki ,dini bilimsel gelişmelerden muaf tutalım.Tam tersi bilimsel gelişme ve teknolojiyle din dahada aydınlanır.
Selamlarımla
Değerli dostum.. Çalışmalarınız düzenin ve batının din anlayışı doğrultusunda gidiyor. .
Ancak şunu unutmayalım ki, insanlar, inanç, duygu ve eylem bütünlüğünde hayata bakarlar. Her insan bu konuda yaşamda hak talep eder..
İnanç neye olursa olsun inançtır.
Allah'a inanmakta inançtır
Allah'a inanmamakta inançtır.
İnsanlara şunu diyemezsiniz.. Siz inançlarınızı evinizde bırakarak topluma çıkınız. Bunu dediğiniz gün ortaya ikiyüzlü riyakar insanlar çıkarmış olursunuz.
Çünkü o insan hem evde, hemde toplumda inancıyla, duygulanır, düşünür, davranışlarda bulunur.
Efendim.
Sen evinde inancınla, duygulan, düşün ve davranışlarda bulun.
Topluma çıkınca, inancının dışında, duygulan, düşün ve davranışlarda bulun..
Yani evinin dışında ikiyüzlü, riyakar ol. Diyemezsiniz.
Bunu dediğiniz gün, sözü edilen insanlığın temel hakları beyannamesine ters düşersiniz..
Din kavramına gelince, bu konuda çok farklı yorumlar mevcuttur..
Mesela;
Türk Dil Kurumu tarafından 1930’lu yıllarda yayınlanan Türkçe sözlükte “din” şöyle tanımlanıyordu: “Bir yaşam tarzı. Türkün dini Kemalizmdir.” Pozitivist ulusalcı ideolojinin Türkiye’de yaşayan halk için Kemalizm adı altında seküler bir din inşa etiğini ve bütün bir halkı bu seküler dine girmeye zorladığını ifade eden Kenan Alpay, resmi ideoloji ve devlet kurumlarının adeta eşi benzeri olmayan bir ilah olarak Atatürk kültünü inşa ettiğini söyledi. Büyük övgüler, antlar-marşlar, saygı duruşları, dizginlenemeyen coşkular, bitmeyen matemler, dağa taşa yazılan veciz sözler, her yere dikilen anıt heykeller ve nihayet bir mabet/ziyaretgah halinde tüm ulusalcılar için bir arınma, tövbe, iman tazeleme, boy gösterme merkezi olarak her an yeni misyon ve işlevlerle donatılan Anıtkabir… “Kemalizm/ulusalcılık modern ve seküler bir dindir ve bu dinin binlerle ifade edilen fanatik müntesipleri var.”
(Kaynak: http://www.turkish-media.com/forum/lofiversion/index.php/t113481.html)
Ayrıca yine Türk Dil kurumunun 1946 yılındaki yayımında, 'Türkün dini kemalizdir' vurgusu yapılmaktaydı.
Ancak sonraki basımlarda tepkiler nedeniyle değiştirildi.
Onun için derim ki, din tanımı ve kavramı konuları, Müslümanlarin tarihi kültüründe, kuranda, uluslararası bilimsel formlarda, felsefede farklı içerikler kazanır.
Bütün bunları göz ardı ederek sadece bir açıdan yorum yaparak sonuçlara varmak akıl etmenin önündeki taşlardan biridir.
Elbette, inanan, düşünen, yaşayan insan, inancına, düşüncelerine, yaşamına göre toplumsal, siyasi taleplerde bulunacaktır.
Toplumdan siyasi taleplerde bulunmak sadece ateist anlayışlara ait olamaz.
Veya toplumdan siyasi taleplerde bulunmanın önüne, insanların inançlarını toplumuda dile getirmeme, yaşama isteklerini engellemeler dikilerek inananlar ikiyüzlülüğe itilemez.
Bu tür yaklaşımlar, sosyolojik, psikolojik ve siyasal rahatsızlıklar verir.
Nitekim, içinde yaşadığımız ülkede, dünyada rahatsızlıklar yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır.
Özellikle ülkemizde bu rahatsızlıklar ayyuka çıkarak, ikiyüzlülüğü itilen yani, evinde inançlarına, dışırıda inançsız yaşama itilenler, evrensel hukuk beyanındaki insani taleplerini dile getirerek,
'din dışı olmakta bir inançtır, toplumsal, siyasi taleplerin sadece din dışı konularda ait olduğunu söylemek eşitsizliktir. İnsan haklarına saldırıdır' espirisi ile olaya bakmaktadırlar.
Elbette hiç bir insan, kendi düşünceleriyle diğerini egemenlik altına alamaz.
Dine ait olan 'kulllara kulluk etmeyeceğiz' espirisini herkes her yerde kullanırken, din dışı olanların, dine göre davranacakları toplumda egemenlik altına alma girişimlerinin mantığını anlamak zordur.
Çalışmalarınız inşaallah verimli olacaktır. Başarılarınızın devamını dilerim.
Bu şiir ile ilgili 10 tane yorum bulunmakta