Toplumsal etmenlerde nesnel zorunluluğu görüp: “”Güneş nasılsa doğacak, parti kurmağa ne gerek var? “” deme aptallığına düşülmemelidir. Bu da başka bir aptallık olur. Nesnel etmenlerle, öznel etmenlerin bağımlılığını bilmemek de, nesnelin yasal zorunlu oluşunu, amaçlarımız doğrultusunda varlaştırma yapabileceğimizi, bilmemek olur. Sanki nesnel yasalar, bizim amacımız doğrultusunda kendiliğinden, doğa dışı güçle, geliştirilecekmiş gibi bir yanılma, soruyu tersten ortaya koyma olur. Siz, amaçlamadan, siz gereksemeden, kendi kendine bilgisayar, Hiçbir zaman, kullanımınıza amade olmayacaktır. Gereksemeniz de, yolun belirlediği eylemlerin akabinde ki aşamasal kat edişlerin varlaşmasıdır.
Toplum, bireylerin kurumların, karşılıklı ilişkileri ile sürer. Toplumun sosyo ekonomik yapısı da bireyleri oluşturur. Toplum dışında birey olmaz, gruba Ya da sürüye aitlik vardır. Benim doktor birey oluşumla, sizin uzay mühendisi bir birey oluşunuz, toplumun diğer bütün yüz binlerce kişilerinin, yaşama olanaklarınızı, ekonomik olarak ve bilgi alt yapısı ekipmanı olarak, sağlıyor olması sayesindedir. Bunların hiç biri, toplum dışında ve inançlarla, halkla var edilemezlerdir. Halkın inançları varsa, toplumun da, özgürlüğü sağlayışı vardır. İnançlar nesnel anlayışlarla, kanı ve sanı oluştururlarsa işlevsel olabilirler.
Eğer bir sistemde, üretim ilişkileri, üretim yapısını, engellerse, o yapı, değişmek zorundadır. İstense de, istenmese de. Yani üretim ilişkisini, üretim güçlerine göre destek olur biçimli yapılarsınız. İnançlar böyle bir yasal oluşun Hiç bir yerinde yok ve onu desteklemez. Ne üretim gücünün (Makine, insan, hammadde, alet, toprak, deneyimler; edinilmiş tutumlar, nesnede çıkarsınmış bilgiler, bunun gibi olabilecek araştırma geliştirme vs.) içinde, inançlar yoktur. Ne de, üretim ilişkisinin içinde, inançlar vardır. Ama bu ilişkilerin ikisi de, toplumsal talepte vardır, zorunludur. Geliştiricidirler, dinamik karşılıklı bağımlılık var ederler Karşılıklı değişime açıktırlar. Ve toplum bireylerini, dolaysı ile de, halkı; özgürleştiricidirler.
İnandığınız için, inanç açısından; dışlama özgürlüğünüzdür. Dolaysıyla dışlanırsınız. İnanma dışlamadır, kendini belirleyiştir. Her belirleyiş gibi, dışlamadan inanmanız yalandır. Ta ki, fırsatını bulana değin katlanmadır bu söyleyişiniz. Bu eskiyi dışlamadır. Çünkü eskiyi dışlamadan, inançsal olarak, inanç olarak, ne yer edip kabul edilirsiniz, ne de kendinizi gelişebilirsiniz. Ancak, dışlananın yerini siz alarak, kendinize bir yer açabilir ve kalırsınız. İnanç, nesnel temeli olamayan, ancak böyle bir inandırma gerekçe ile ikna ve var oluştur.
İnançlar da; gelişmek, tutunmak için, eski olma korkuları nedeniyle ve eskiye karşı hayati korkuları zorunluluğu ile yeni oldular. Bu bir zorunlu oluştu. Eski ile biraz bağı kesilmiş bir halk yaratıp, yeni oluşun kapısını araladılar. Bunu yaparken de, eskinin unutulan, zararlı bozulan yol yöntemlerini (şeriatını) düzelttiklerini iddia ve ikna yöntemini ortaya koyarak, yeniyi; eski olandan düzeltmelerle kalıcı olanı ihdas ettiler.
Nasıl bizim için kötü olan volkan patlamaları, başlangıçta Dünya'yı yaşanılacak yer yaptı ise Bize göre dışlanma ve çatışmayı getiren, kötü görünen, çatışan inançlar, halk içinde ancak böyle yayılabilirdi. Yani inancın tutunup kökleşmesi, varlığını sürdürebilmesi için bu eski yeni çatışma hali devamlılıktır. En masum biçimi ile sürekli sözel tartışılırlıkla ve ibadet yaptırımıyla, sizi ajite tutarlar. Bu, inancın doğasına uygunken, halk yaşamına uygun iken, toplumda eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu inancın, özellikle de, özelleşmiş, yerelleşmiş inançların ilkesidir. Bu hal, kişilerde ve halk içinde yer ederliğin ve yer ettikten sonra da; yaygın olmanın tutumudur. Böyle olamaz ise yayılamaz.
İnanan insanın özgürlüğü, çok çok kısıtlı olacaktır. Bu ancak inanılan konular dahilinde bir özgürlüktür. Aksini düşünme, kendi kendinizin (inancınızın) inkârı olur. Bu da farklı ideye sahip olamama demek olup, farklı düşünmeye özgür oluşunuzun inkârıdır. Neden? Çünkü her tutum ve ölçünüz inancınıza göre olacaktır. Sınırlılıkları ve izinleri, özgür düşünmeniz belirleyecek değil, inancınız belirtecektir. İnsan bir kerede yaratıldıya inanmışsanız özgürce evrimi veya çok oluşu veya soy oluşu gibi açılımların tümüne karşı olacaksınız. Yani tek kuş karga olacaktır.
Bu ilke, özneye (bene) , topluma yararlılığı ölçüsünde değil de; inanca hizmet eder mi? Veya inançta var mı? İnanımıza uyar mı? Ölçüsüne göredir. Bu da kısıtlılığımız ve özgür olamamamızdır. Aksi bir tavır içinde olunduğun da ise, inancınız yiter, mevzi yiter. Yüce Ruh'un egemenliği yerine, kendi iradenizi koymuş olursunuz ki, tümden inancı sakatlar.
Özgürlük, aykırılıkları da benimseyerek, yan yana, yaşatılmasını gerekli kılar. Birinden diğerine gelişerek, özgürlükle birinin seçilmesini gerektirir. Bu da sorumluluk doğurur. Ama bu inancın değil, aklın gereğidir. İnanç bir ve değişmez olduğundan, böyle bir hakkınız ve isteminiz olamaz. İnançta siz inanmanın ve onları uygulamanın sorumluluğundasınızdır. Sizin psikolojiniz, o anki sosyolojiniz, inançların umurunda bile değildir. Başkaca bir şeye karşı sorumluluk yoktur. İtaatiniz asıldır. Sizin çıkarınız, inanma ve öte dünyada umulan bir mutluluktur. Dağılan rızıktan hakkınızı, razı olarak almak olacaktır. Böyle bir inançla, kişi kaynaklı, kişi öz güvenli, kişilikler yaratır olamayıp, muti kişilikler yaratılması olacaktır.
İnançtan yorumlarla, yeni inanlar icat edilerek ilginiz, diri tutulur. Bu nesnel gelişememenin gazını almanın ve yön sapıtmanın toplumda konuşma, boş tartışma meşgalesidir. Artık pratik koşulardaki aksamaların çözümü yerine, inanç temelli edimlerin ifasını yerine getirirken, getirilmesinde kusurluk yaptığımız güya yanlış edimlerin kefaretini, tartışmanın yorumları olacaktır. Ve her şey, Yüce Kudret'in istemesi ile olacak! Sanki bizi dilediği gibi keyfilikle yaratmamıştır... Oysa tüm bu olumsuzluklar Yüce Kudret'in dilememesi ile olup bitecektir! Sorumlu bulunmayacak. Yorum yapılamazsa baskı ve çatışma başlayacaktır.
Şimdi biraz somutla yalım. Örneğin inancınız size; Yahudilik, Hıristiyanlık inancındaki gibi; Dünya'nın altı günde, ağacıyla hayvanı ve insanı ile yaratıldığını söylüyorsa, sizin için, bu oluşuma gerekli, asgari sürecin beş milyar yıl, geçmiş oluşuna, inanmama hakkı ve karşı duruş özgürlüğü var! Tabi bu soyut hak ve özgürlüktür. Daha açığı, gerçeği aramama ve bilgilenmeme özgürlüğüdür bu!
Dense ki; yahu bırakın altı günde birtakım kimyasal oluşum ve koaservatların oluşumunu, altı günde, magma bile soğumaz, civciv dahi 21 günde çıkıyor deseniz yine de, nafiledir!
Bu cevaba karşılık, belki size kâfir der, artık dışlanmışsınızdır. Bu da bilginin kovulmasıdır. Sizin bunu söyleme hak ve özgürlüğünüzü, hazmedemez. Siz nesnelden temelle konuşup hareket etmişsinizdir. O, inanma odaklı konuşmuştur. Onun içindir ki, inanılan konular asla ne özgürlük sorunudur, ne de insan hakkıdır. Yukarıda belirttiğimiz gibi aklı dışlama inancın hakkıdır. Aksi halde bu akıl dışlama, ne bilgisel özgürlük gereğidir, ne de insan hakkıdır.
Tabi böyle bir inanç kendisini, “”ben bilimle çatışmıyorum “” diye savunamaz. Size bilimle çatışmadığı konusunda bin dereden bin su getirir. Sizin nesnel öznel kısıtlılığınızla, kısıtlı geldiğiniz, açıklayamadığınız alanları, hemen dolgu malzemesi olarak, inançla doldurur. O konu, zamanla, basitçe bilinir, açıklanır olduğunda ise, kendi ipini kendi çeker. Birisinin ömrü nesnel koşulların dayattığı sürecedir, birisinin ömrü inancın sizi inandırdığı sürecedir. Gözlemlerinize aykırı da olsa.
İnsan hakkı ve özgürlüğünün niteliklerinden biri de, genellik evrensellik taşır olmasıdır. Cahil insanlar her şeyi kendi içinde başlatıp, içinde var oldukları inançları kişiselleştirip,
Yeniyi meydana getirir olmakla, eski inançları yıktılar bu olumlu yandır. Ama bunlar da sığ ve basit kalmaktaydı. Bu nedenledir ki aynı tür inançlar ve anlayışlar genellik ve evrensellik kazanamaz oldular. Dışın işleyişini okumak tutumlaşmak, içle uyuşturmak yerine dışın yansımalarını sanısal algılarla kendilerine egemen, riayet ettikleri düstur yaptılar. Bunda da, sanılar ne kadar hakikatse, o kadar yararlı oldu, hakikatten (akıldaki anlamaların dış gerçekliğe uygun oluşu) koptukça da, kendi prangasını kendileri kuşanır oldular.
Sürecek 19
Bayram KayaKayıt Tarihi : 27.3.2008 11:09:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Ahlakı bir üst yapı kurumu olarak değerlendiririm.Toplumsal yaşamı belirleyen kurallardan biridir.Toplum düzeninin zaman içindeki gelişmişliğine göre değişkenlik gösteren bir canlıdır da.Örneğin,uzağa gitmeye gerek yok.Daha 60'lı yıllara değin,babasının yanında çocuğunuzu kucağınıza almanız ve sevmeniz ''ayıplanan'' bir durum değil miydi?
Evet,ahlakı belirleyen toplumun ta kendisidir.
Tebrikler Sayın KAYA...
TÜM YORUMLAR (2)