İnanç Ve Toplumsal İstem (talep) 16

Bayram Kaya
2924

ŞİİR


13

TAKİPÇİ

İnanç Ve Toplumsal İstem (talep) 16

Bizim; rızıklar eşitsiz ve keyfi dağılmıştır anlayışımız, bizi pasifice eden bir tutumdur. Ve davranıp üretmemizi, gelişmemizi önlemektedir. Nedeni basit, ne kadar çabalarsan çabala, takdir olandan gayrisine sahip olamazsın demektir. Davranmayla hak edemeyeceksem; 6 meyve ağacı dikip, bir meyve ağacının verdiğini ürünü alacaksam, diğer beş ağacı niçin dikip, bakacaktım ki! Ki fazlaya sahip olamayacaksam, niye davranayım? Bu da sönme ve gelişememedir. Evrensel ilkeye aykırıdır. Sistemi tam da sönüme götürür. Buradaki bu tür anlayışla eşitsizliğe, inançsal bakış, akamet getirmekte. Halk grup yaşamına uygun bir anlamadır.

Böyle bir anlayış, bireyin düşünsel Tanrı anlayışına da, uygun olabilir. Bu anlayış, eylemsel pratik ve evrensel ilkeden çıkmamıştır. Sadece soyut düşünmeden, kendi için kendisinin amacı olmuş bir düşünmenin akametidir. Böyle bir düşünme kendi amacı içinde, kendini varlaşan olarak kalmalı, Yüce Tanrı anlayışına mal olunmamalıdır. En azında da, hiç değil ise farklı düşünmeye meydan bırakmalıdır.

Oysa rızık, var olanın çalışılarak, emek konarak elde edilmesidir. İnsanlar yeterli rızık edinemiyorsa, niye emek koysunlar ki! Bu keyfilik, ne toplumu örgütler. Ne hakkaniyet sağlar. Ne hukuku geliştirir. Ne de, toplumu bir arada tutar şekilde huzurlu kılar. Ne bir gelişen toplumsallık, ne de doğruluk var eder. Zaten inancın dediği gibi olsa idi, öyle doğru kabul edilse idi; bu durumdan, üstü örtülü cayılmazdı ve bugünkü toplumsal yapıya gelinemezdi. Çalışacağım, üreteceğim, ama rızkım farklı olacak! Bu insan hünerli, egemen sınıf hegomanyası anlayışıdır. Tersten dolanarak, toplumu Yüce Ruh adı ile sefalete razı etmektir. Söz dinler uysallıkta kılınmaktır. Yüce Tanrı, böyle anlamada arı ve temizdir.

Doğada, varlığın özünde, sosyalite de; zıtların birliği ve savaşımı yasası, gelişmenin olayların olguların özüdür. İnançlar da, günün değişmelerine karşı, değişmezliğin yılmaz temsilcisidirler. Değişmeye karşı olamayacağını görür olması, hemen bir kurnazlığa başvurmasını gerekli kılmıştır. Ve kendisinin, zamanlar üstü olurluğunu ortaya atacaktır. Bu da iyice çıkmaza girmesine neden olacaktır. Artık yorumdan yoruma derinleşen, durumla ters, düşen, günü, duruma ters düşmekten; kurtarmayla cebelleşen bir durum vardır ortada Asla kurtulamayacağı düşünce çelişkiler içine yuvarlanır. Bu onu geliştirmez, aksine iyice hantallaştırır.

Bu hal, önce İnanç koyanların sözünü; “”uydurma”” sözlerden arındırma diye masumane ve özel inanç gayreti ile başlar. Yüz yıllarca süren, yaşayışta geçerliği olmayan, söylemler, konjonktürsel yaşayışa ters düşen sözler, sanki yaşandığı günlere denk düşen doğruluk ve uygunlukta söylenmemişte, bu gün için söylemiş gibi kabul olunur. Artık söz söyleyenin olmayan, ama onunmuş gibi söylenerek, aklileştirilir.

Aklileştirme yapılınca da; ya yerine yenisi uydurulur, ya da, onları söylemedi diye, ayıklama yapıla yapıla, zamanla, söyleyenin sözünden ortada hiçbir şey kalmaz. Sanki söyleyen, hiç yaşamamış olur. İnancın temelini oluşturan esaslar da, bu kaçınılmazdan yakasını hiç kurtaramaz. ** Çünkü inanç emreden de, hangi hükmün kaldırıldığını da söylemezde bizde hangisinin kalktığını asla, hiçbir zaman, bilemeyiz. Bu muğlâk ifadeler can simididir. Bir duruma göre kalkmış hükmü yiyen yargılar, bir başka durumda da caridedir. İşte “” bazı hükümler yürürde kalkmıştır”” demenin, ama hangileri olduğunu bilmemenin kurnazlığı, muğlâklığı, işe yaramaktadır! Az tartışıldı mı, bu hükmün kaldırılmış hükümlerden birisinin olabileceği söylenir. Böylece inançların pek çok esası da acaba kalktı mıydı, yoksa kalkmadı mı, diye bir iyice kendiliğinden belirsizleşir olacaktır.

Denir ki, tüm inançlarda; ”” en makbul tutum, zulüm görenin zalimde hakkını alanınızdır””. Rızıkların çalışan birinin, bu ilkeden ötürü, çalışmasının, emeğinin, hakkını alamaması. Ya da hiç almaması. Boğaz tokluğuna olması az veya çok dağıtılması, bu mantıkta zulüm görülmez! Çünkü bunu zulüm görmek, inançtan çıkmayla eş anlamlıdır. Böyle olunca da, sizin “”emek ve hak arar olmanız”” düşünülemez bile. Eğer, düşünülüyorsa, bu Yüce Ruh, emrine kulak asılmıyor demek oluş kısır döngüsüdür. Bu konuda, ne söylerlerse söylesin, ne vaat ederse etsinler, yalana kaçacaklardır.

Hem rızıklar eşitsiz dağıtıldı diyeceğiz ki bu durumda, ortada zalim bile kalmaz. Çünkü zulüm ve zalimlik, rızıkların gasp edilişinde ortaya çıkarlar. Hem de, zalimden hakkınızı alacaksınız diyeceksiniz! Bu olası mı? Bu sözler, sistem koyan ve birbirini tamamlayan bir uyuşma değildir. Ama halk yaşamının farklı şartlarına, günün koşullarına göre, denk düşmekle amaç güttürülmüş söyleyişler gibidir. O günün o coğrafyanın güncel çözümüne faydacı pragmatist bir yaklaşım olmuş gibi görünen günü birlik doğru bir karar gibidir. Bu yüzden de, birbirini tutmuyor. Toplumun yaşayışına değil de, bireyin, halkın güncelindeki kendi yorumlamalarına karşı gelebilecek argümanlardır.

Aslında burada zalim, “”sizin gibi “” inanmayanlardır belki de! Bu ise doğrudan doğruya bir dışlamadır. Sizin bunu gerçekleme hakkınız vardır!

Bırakın hak aramayı, yoksulluk övülüp, göksel saltanatın mazhariyeti olarak işlenmiştir. Eşitsiz, kimine az, kimine çok, rızık dağıtımı yanında, bırakın hak iddia etmeyi, yönetene kayıtsız şartsız itaat vardır. Çünkü yöneten, kral; Yüce Ruh'un yeryüzündeki vekilidir. “”İsa göksel saltanatı sağlamak için gelmiştir. “”; “”Konuşan ben (İsa) değil, babadır”” İsa'ya (bana) inanan, babaya inanmıştır (yuhanna) .

Burada siz, toplumsal yapıyı, toplumsal hakları, toplumsal üretimi, toplumsal demokrasiyi, toplumsal özgürleşmeyi nasıl göreceksiniz? Böyle tutum olsa olsa, kendi bireysel anlama ve tutumlarınız olmaktan öte gidemez. Halksal bir oluşum oluştur, gereklilik ve gerçekliktir. Halksal anlamalar, sistemleşemedikçe, yönetimsel isteme (talebe) dâhil edilememektedir. Çünkü halksal alan, bir yığın yanlış tecrübelerle, bir yetenek geliştirme ve deneysel tutum zenginlikleri çıkarma alanıdır.

Burada, halk içinde; toplumsal gelişme, hak, hukuk, tartışma toplantı gösteri grev vs. vs. çıkar mı? Kime karşı! Yüce iradeye mi! Tanrı'sal irade olur mu? Böyle bir şiar sizi inancınızdan çıkarır. İnançsız görülürsünüz. Oysa toplumda hak ararlıkla, toplumdan çıkmazsınız, dahası; toplumda hak aralığınız, bir bilinçli yurttaşlıktır. Yurttaşlık hakkı ve yükümlülüğüdür. Üstelik yasalarla korunan bir hakkınızdır. Toplumsal talepte, kişilerin sözü, Tanrı vekilliği ve kefillik oluşturmaz. İnançlar, Yüce Ruh'a vekillikten dolayı kefaletli bir tutumdur. Bu da onun somut ve caride olmamasıdır. Bu açılardan da bakınca, inanç toplumsal talepte yoktur.

İnancın özündeki, bizi çağıran, inanmanın asıl temel konusunun, bizden bir talebi olamaz. Çünkü bizi dilediği muktedirlikte yaratmıştır. İnanma özü gereği tekbenci ortaya konduğu içindir ki, inanılan konu hakkında, doğru dürüst anlamalarımızı, bilgilenmemizi ve bilgilerin carileşmesini, ortaya koyucu çabaları engeller. Kendisini alternatif ve bilimmiş gibi, daha da öznel anlatımlarla pazarlar. Her ne kadar inançlar önce, Yüce Ruh'un talepleri gibidir ise de, sizin talepleriniz daha bir önde gibidir. Yani önce kardeş sayılmanız esastır.

Zenginlerin rızkında da, fakirlerin bir payı vardır, uyarma tehdit ve önermesi peşi sıra gelir. Zenginlerde fakirin hakkının olması gibi, kişi yararına ilişkin tutumlar, inançlaşmışsa da, asıl engeli koyanda bu kabulü anlayışlardır. Zamanı için bir çözüm olmuştur elbet. Ama güncelin çözümü gibi gözükmüyor. Hatta güncel gibi dahi durmuyorlar. Tüm bunlara rağmen o günlerde dahi sizin talepleriniz, inanma ve dua etmekten, ummaktan öte gitmezdi.

Sürecek 16

Bayram Kaya
Kayıt Tarihi : 26.7.2008 10:14:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Bayram Kaya