Toplum, yaşama nesnelerinin üretilişindeki iş bölüşücünü ve bunların üretiminin sonunda paylaşım ilkelerini düzenler. Bu üretilenin, gereksilerin şu kadarını Yüce Ruh tarafından, sana rızık öngörüldü denilebilir mi? Bu tür sözde Ruhun söylemi, Ali, Veli gibi, egemenlerin talebi olduğunu kuşkulanmaz mı?
Nitekim bir inanışın pratiğinde, savaşta ele geçirilen 24000 koyundan, savaşa katılanlara 4 er tane pay, yâda ganimet verilmiş. Ama inanmayan, savaşmayan cephe gerisindeki zenginlere 100 er tane koyun verilmiş. Gerekçede hazır! Mevcut İnanca gönüllerini kazanmak içindir! İnanmış mantık sormaz. Demez ki; biz davaya inanırken, payla mı inandık? Bize neden; eza, cefadan gayri, hiç pay verilmedi? İnanmayanlara illa bir pay verilecekse, birer tana verilse idi, gönülleri olmayacak mıydı? Küserler miydi? Bu tutum açıkça rüşvettir. Hem rüşveti yasallar, hem inandırma konuşma söyleminizin zayıflığını belgeler ki; ancak sözün sağlamlığı ile değil, rüşvetle inanca katılım sağlarsınız, demek olur. Hele ki haldeki inanırlardan ziyade inanmayan akıllı düşman zenginlerin kazanılması daha önemlidir algısını, hiç kuşkusuz ki vermiştir. Bu da tercih edilmemesi gereken yoldur.
İşte hak etmeden kazanmanın yolu zımnen meşrulaştırılmakta belki de bilmeyerek. İlla da o günün mevcut koşulunun pragmatik faydacılığı bu akıllılığı gerektiriyordu aslında. Birileri hem inanacak, hem savaşarak rızkını sağlayacak, ama buna rağmen; üretirken, nasibi azalıyor. Lakin diğeri hem inanmayarak, hem emek katkılığı koymayarak, hem de düşman olarak eza cefa yaparaktan, fazla fazla rızık sahibi oluyordu! Bu da adalet oluyor. Köleci toplumla ortaya çıkan anlayış:”” Çünkü kazanılanda kimine çok kimine az rızık vardır! ”” söylemi, ta Mısır'dan beri söylene gelen inanılan laftır. Ve her inancın temelinde var.
Tabi toplumsal vicdan da, bu yapılanmaya göre olacaktır. Doğru eğri de, bu anlayışa göre, haklı haksız sayılacaktır. Böyle sürdürülmediği için de, böyle yapılaşma, toplumsal talepte yoktur. Rızık nesnel, üretim nesnel, paylaşım nesneldir. Buyurucun adilliği kabule şayan değildir. Nesnel bir talebe, tamamen öznel bir anlayışla, ruhsallık atfedilmiştir egemen çevre anlayışlı dikte ediştir. Adalet anlayışı, her ne kadar “”Yüce Ruhtan geldi”” deseniz de bu söylemler gününün nesnel, çıkarsal, egemenlik sel, insansal, konjonktürlü olmaktan, elini çekemiyordu.
Sizin sadece bunların ilahi olduğuna, karşı konulmaz, değiştirilemez olduğuna Sıtkı ile canı gönülden inanmanız gerekiyordu. Oysa Yüce güç, öyle dilese, sizin aykırı davranmanız olası mıdır? Amacınız ne olursa olsun. Çünkü bu nesnelliği tersten dolandırarak, ilahi irade gibi ortaya koymak, hiç bir gelişme ve yarar sağlamaz. Sağlayamamıştır da. Böyle bir tutumun, bütün kazandığı başarı şudur. İnandırmanın paralizesinde olanlara siz, nesnel ilişkilerin uygulamasını, zorunlu olarak düzenlerken, bunu, ruhani tebliğin bir başarısı gibi sunmanızdır. Bu da, her söyleminizin, itiraz edilmeden, kutsallık algılanırlığında kabulü değerlenmesi olacaktır.
Sizin aykırı davranmanız olası mıdır? Dendiğinde Elinize bir cüzi irade verilir ancak, rızıkların eşitsiz dağılır olması karşısında, bu da, pek işe yaramaz olur hemen.
Bir inanır, savaşta, canını dişine takıp, can vererek, ölerek, öldürerek, yaralanarak, savaşı kazandığı halde (somut emek çaba, iş koyduğu halde) : İnsanın bütün çabası sıfıra indirilir. Önemsizleştirilerek, değersizleştirilerek; Zafer, başarı İlah'tandır denir. Çünkü emek sahibine, kendinin, değer üretip yaratmadığı aşağılaması verilmelidir sömürü düzeninde. Hatta savaşı sizin canınızı dişinize takıp savaşıp ölüp öldürmeniz bile bir hiçtir. Tüm bunları size yaptığı yardım sağlamıştır. Dahası ruhani, göksel orduların bu tür yardımları Davut'un meselelerinde, İsa’nın söylemlerinde bol bol vardır.
Aslında ilk çağlarda eleştirel düşünemeyen, geniş yığınlara, inandırarak toplumsal tutum ve tavırlar rahatlıkla aldırılıyordu. O zamanın, genel geçerli bir yol ve yöntemi idi bu taktik. Elbet çok yaralı da, zararlı da oluyordu.
Tüm oyun bu. Bu oyunda sağlanan, sömürüyü sürdürmek, toplumu Ya da kişileri uysallıkla yönetmekti. Kendi beceriksizliklerini, İlahi gücün istemezliklerine havale etmek kolaycılığı vardır. Ölmenin öldürmenin temeline dahi, Yüce Ruh konur ki, suçlu aranmaya. Savaşı bile, bu ruhlar ister. Hem de tehdit edip, verdiği nimetleri başınıza kakarak ister. Bunlar konumuz dışı olmakta Sadece inandırmanın paralize edişine örnek olarak verildi. İnanma insan üzerinde olabildiğince müessir ve var olan bir ulviyettir. Ama tutumlaşmayı becerip bilemediğimiz için, bir başarısız da, olan yanımızdır. Olumsuz olarak, inançları çok güzel somuta çevirebiliyoruz! Bunun olumlu, rasyonel, bilimsel somut adımlarının, atılabilirlik emareleri uç vermiş gibidir. Hiçbir ön koyuşu, temel almadan başarılacaktır. Çünkü ön kabullerin, hiç biri doğru olmayabilir. Hatta hiç kabul etmediğimiz bir tutum, çok temel ve doğru olabilir.
Bu anlayışın, adalet anlayışı, doğru yanlış anlayışı, toplumsal talepte ki haklar mücadelesi ile uyuşur mu? Evrensel olur mu? Neyin mücadelesini vereceksiniz; eğer, eşitsiz; ”” kimine az kimine çok, rızık dağılmışsa””. Aslında, eşitsizlik, evrendeki var oluşun durağan olmayıp devinimin, gelişmenin temeli, kaotikliğidir. Oysa eşitsizlik inançlarda, eşitsiz dağılımla; itiraz etmemeye kabul edilirliğin, sükûnetin, uysallığın, katlanmanın, değişip dönüşememenin, kanaatli olma pasifliği yapılmıştır. Tam tersi durumla, dengeye ve düzenliliklere girmenin aracı olabileceği halde. İnsanlar kanaatli olacakları yerlerde, kanatsız kılınmışlar. İtiraz edilecek yerlerde de, kanatlı yapılmışlardır.
Böyle bir şey olası mıdır? İşte toplumsal sistemi çökerten düşünme budur. Böyle bir inanma, toplumda kendini ifade edemezliktir. Yurttaş olamama, sivil grup temsilliliği yapamazlıktır. Hakları ve örgütlenme özgürlüğünü, zaafa uğratır. Tüm demokratik açılımlarınızı dahi, akim kılar. Demokratikleşip özgürleşmenizi ketler. Ta ki bıçak kemiğe dayanana dek sürer. Böyle bir anlayışımız, yaşama ve üretme şeklimiz, nesnel gelişimci değildir. Sorunu tersten ortaya koymuştur. Üretmeden, daha toplumu yapılandırmadan, ne tür konjonktür el ortama doğacağımız dahi bilinmeden, o konjonktürün olanaklarını rızık olma keyfiliği ile dağıtılmış kabul ediyoruz!
Denebilir ki Tanrı geleceği bilir.
Yüce ve Mutlak güç Tanrı hakkındaki her anlayışımızın, Tanrı'yı belirleyip sınırladığını unutmayalım. Bu kırmızı çiçek, dediğimiz zaman, artık sarı, mavi, yeşil renkli olmayan çiçek demiş oluruz. Sınırlayarak kavrıyoruz. Ya da varlığı sınırlıyor, mücessem (görünür-somut, elle tutulurluk) kılıyoruz. İşte her hangi bir inanma biçiminde Tanrı: “”Ben rızıkları dilediğime eşitsizce verdim””” demesi anlayışı, konuşması kendini, sınırlarlıktır, başka türlü davranamazlıktır. İkinci olaraktan da Tanrı bildiklerimizden, anladıklarımızdan arıdır, ilkesine ters düşer. Bu iki ilke, bizi bu alanlarda, böyle kalıpçı ve sorunu tersten ortaya koyup, düşünmekten men eder.
Bu, düşünce için böyledir. Ama Ya gerçekte, “”Tanrı bilinmesi”” böyle mi? böyle mi olmalı? Bu çok önemli bir düşünsel yanılsamadır. Mutlak varlık için, eşitsiz ve eşit (adil- adil olmayan) var edişler mutlaka vardır. Varlıklar olumsallıklar içinde davranır. Ve önce olası sonra olasılık ve sonra olanaklı ve sonra gerçek kılar. Gerçekten önceki durumlar, insan zihninde, hakikat olarak meşveret olunur. Gerçek bambaşka bir şeydir. Çok felsefik olmadan, şöyle söyleyeyim, eğer biz Yüce tanrı böyle dedi dersek, buna karşı söyleyeceğimiz her söz Tanrı'ya karşı olmak anlamın gelir ki hiç davranamayız. Tüm çaba ve mücadelemiz ve hatta tartışmamız Yüce Tanrı'yla mı olacaktır? Bu esasen mümkün değildir, düşünülemez bile. Yüce Tanrı'nın bizdeki eşitlikçi Ya da eşitsiz gibi olan algılatma anlamlanması, bir ön bilme olarak, zihinsel bir hakikattir. Ama Tanrı'yı bilme olarak, asla gerçek değildir. Bu konuları başka bir çalışma ile mütalaa edebileceğim gibi geliyor bana. Yaratılışta, tek durum yoktur. Nitelimler bizim egosantrik algımızdır.
Sürecek 14
Bayram KayaKayıt Tarihi : 20.3.2008 10:26:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!