Artık sizin düşünmeniz akıl erdirmeniz gerekmez. Siz, sadece; olanın bitenin Yüce ve Üstün gücün, varlığının bir delili olduğunu düşünün yeter. Doğaüstü güç, sizin yerinize düşünür, size söyler. Size, güzelce uymak düşer. Zamanla çelişkiler, yetmezlikler mi oldu. Doğaüstü gücün sözlerinin, zamanlar üstülüğü, devreye girer. Bu kez rahipler, sizin için kafa patlatır. Siz, düşünüşte ne yapacaksınız, sorun gitsin ulemaya!
Bütün bu yanılmalar, doğaüstü gücün, anlaşılıp öğrenilememesinden çarpıtılmakta. İnsan bilinci, iki olgu arasındaki geçiş, anı kaotik durumların, etkiyen zaman paradokslu hareket yansımalarını algılamaktadır. Algılama nedeniniz, bizimde, aynı nesnel yasallığı içermekte oluşumuzdur. Özdek olarak... Aynı bozulup dağılma, dağılırken aynı var kalma, aynı var kalırken dağılma zaman, uzay devinimlerini yaşamaktasınız. Aynı gibi kalıyor iken, hal durumlarına çözülen madde frekansları birbiri içine yansır, geçer. Buhar oluş gibi zan ola.
Bu hal duyuşun, yasallığı bilinmediğinden öznece çarpıtılmakta. Beyin çevredeki yansımaları yaşamaktan kurtulamaz, süzüp değerlendirse de. Kendi seçme kriteri ve yansımanın izini dönüştüremeyerek silikçe, beynin; üzerinde taşımaktan kurtulamadığı bir baskıdır. Bu hal manyetizmanın var olup, bizim duyumsal olarak manyetik etkiyi var edemeyişimiz gibi, bir seçiciliği, gelişmenin bu aşamasında, dönüştürüp yansıtamama kusurudur.
Şöyle açıklayım suyun üç hali bilinir. Bir hacim buz, buz hali ergirken hem buz, hem su oluş özelliğini, aynı anda taşır. Yani buz gibi davranırken, su özelliği kazanıp, su gibi davranmaya nicelenmiş, su gibi davranırken, buz olayları zamanı, frekansı, hareketi sürmekte. Bu ara az da olsa buharlaşma olay ve süreçlerini de yaşar. Bu geçişlerin dalga frekans, zaman, hareket davranımını beyin yansı olarak duymakta. Yani çevredeki kaba oluş süreçlerini izlerken, beynin algısında olan, ama somutlanamadığı, fakat kişiye tarifsiz bir ruhsallık tadı veren algı. Mana ve kendinden geçiş algısı, doğanın kendisinden gelen bir algıdır
Temeli nesnel, ama yeni bir ilişki ve bağıntı, ancak beyinin ortaya koyup bizi rahatlıkla davrandıracağı bir durum, gibi gelmekte bana. Belki beyin yeterli olgunlaşmadığından, özel beyin bölgesi ile işleyip, yasa kılamamada, anlayamamada bu düzlemselde. Bu yansıma aklın çarpıtmalarıyla yamuklaşıp insanı rahatsız etmekte ve bir teslimiyet algısı ile inanma doğmakta. Belki beynin daha cücüklük evrimi taşıyor olmasıdır bu. İnanç bu kırılma geçiş anlarının aynı anmalıkla, ileri geri zaman sarması, varlık olurla oluşa yönelmesi, geçişleri gibi değerlendirmekteyim. Uyanıksınız ama ayıkamayıp aynı anda bir önceki uykudasınız. Bu detaylanacak bir konu.
Laiklik nesnel bir temelice (Varlığa ön şart ve yargı ile yaklaşmamadır) ve sosyal toplumsal yasallığın, nesnelliğin ortaya koyduğu, gelişme değişme dinamizmini anahtarlayan, toplumcu insan tutumudur. Akılın bir kullanım ilkesidir. Değişmenin kendisini anlayan, bir anlama ve anlatımdır. Tüm hızlı gelişimini toplumsal üretişten daha da çabuklaştırmaktadır Varlığa ön şart ve yargı ile yaklaşmama ilke yasası, gerekçe oluşunda şunlar vardır;
1- İnancın, sorunları tersten koyması vardır. İnanç odaklı eksenleşmenin, toplumsal süreçli gelişmeyi dondurmasını, değişmezlik ilkesi ile önşartı kılmıştır.
2- Toplum talebinde inancın uygulanması, yaşamı anlaşılır kılmayıp, aksine yaşamın akılcı ortaya konmasının engellenmesi vardır.
3-Bu engellemenin, bu kısırlığın da, toplumda; bir temelsiz çatışma ortamı sürdürülmesidir. 4-Laiklik, inanmayı yok kılmayıp öznelliğini söyler, toplumsal talep yapılamaz, olması anlayışıdır. 5-İnanmanın denetlenemez sınırsızlığı ve çeşitliliği vardır. Bir üretim ilişkisi olan toplumda, olamayacağı gibi; halkta da, tek temsilcilik olma özelliği, genel kabul edilme benimsemesi yapılamaz. Bu fikir özgürlüğü açısından çok iyi iken, birlik olamama, çatışma alanı olma, yönünden gözetilecek bir durumdur. 6-İnanç toplumsallık değil, halk içinde, zümre ve grup oluşturup, bir birini dışlar kılma tavırlıdır. Toplumsal yapıya aykırıdır.7-İnanç eksenli oluşan gruplar: yaşam temelli, üretimsel koşullarla oluşmayıp, örgütsel olmayıp, inanç eksenli kümeleniştir. 8-İnançlar; değişmeme, tartışılmama, zamanlar üstü olurluk gibi savları; gelişmeyi, özgür düşünmeyi, ister istemez dışlar. 9-İnanç halk içinde, sosyalite de, toplumdaki yaşam ve izlenimlerin, bireysel yargıyla yansılatılmasıdır. İnsansal egemenliği, Tanrı'sal egemenlikle karıştırılması gibi bir temel yanlışa gidilmekte. Tüm bunlar laik gerekçe oluşların bir kısmıdır. Laiklik, toplumsal süreçlerde aklı öne alan tutum ilkedir. Oysa halk yaşamında naslar (doğmalar-önyargılar) , aklın önüne alınan, bir tutum ilkedir.
Tek güç Yüce Ruh ise, madde onun rakibi olabilir mi? Yaratan'a, yaratılmışın ve devamlı yaratılmakta olanın, kıyası olur mu? Böyle bir kıyaslama, yaratılana; Yüce Ruh' un, mahiyetini bilemeyeceğimiz egemenliğini, insana izafe etmek olur ki, alabildiğine yanlıştır. Sonra da bu, yaratılanla Yaratan'ı, çatıştırır olma yanlışlığına düşmemizdir. Üstelik de Yüce Güç’ün, her şeye gücünün yeterliğini, sizin savunur olmanız, aczi yetin savunulması olur! Kabul edilemez. Yaratılan; Yüce Güç karşısında, karşıt güç değildir. Aksine yaratılan özdek, Yüce Güç’ün başlangıç koşulların da, şekilleyip yol verdiği olgusal, zaman, hareket, uzay ilişkisel bütünlüğüdür.
Her tür, üstün olma ve olurluk egemenliğini kendinde mündemiç kılan Yüce Güç’e, biz; varlığı, başka ilişkilerin varlığını gerektiren özdeğe referans edilir mi? Esasen varlığın Yüce Ruh’ça çelişkileşir oluşuna acizliğinin, kıyasını, Yüce Ruh'a izafe yapabilir miyiz? Bilakis bu işleyiş Yüce Ruh'un iradesi değil mi? Burada tıkanıp, algıları yasallaştırmayı, becerir olamadığımızdan, yasallığı bizce anlaşılır kılamadığımızdan, kuruntu ve saçmalık yapıyoruz şimdilik. Asıl nasın Tanrı'sal iradenin, akıl ve işleyişi olduğunu görememekteyiz.
Hem inançlı olup, hem özgür düşünülemez mi?
Hıristiyanlık ve Yahudilikte “”rızıkların eşitsiz dağıldığı, Yüce Ruh'un dilediğine dilediği gibi, rızık vererek, kimini fakir, kimini zengin yaptığı”” anlayışı, anlatımı ve doğması vardır. “”Rızıkları doğaüstü gücün, isteyene istediği gibi dağıttığı, rızık için hiç kaygı çekilmemesi”” gerektiği, gibi inanmalı bir savı da vardır. Hatta: “” Kır zambaklarına bakın, ne eğirirler ne dokurlar, Tanrı Baba onları giydirir”” der. Yoksulluğu, çalışmamayı bile böylece över.
Bu, pek çok temelden, çok yanlıştır.
1-Bir kere, nesnel toplumsal gerçeklik durumu ve sorununu; tersten ortaya koyan, bir ustur, mantıktır bu. Üretmeden tüketmeyi buyurmakta. Oysa üretmeden nasıl tüketileceği denmeyip, kuşlara kır zambağına bakılması söyleniyor. Örnek vererek, eğirme dokuma yapmadan; yani çalışmadan yiyicilik öğütlenmekte! Oysa biliyoruz ki, kır zambakları hem eğirmekte hem dokumakta. Dolaysı ile de, sosyalde anlamsız bir tartışma ve çatışma olgusu. Dilencilik anlayışını patlatmıştır. İnancım bu dendi mi cevabı da yoktur.
2- İnanmanın ikinci koşulu olan, toplumsaldaki paylaşım bozukluğunu, gelir dağılımındaki adaletsizliğini, çıkarsal egemenliği; seçkinlik, seçilmişlik mantığını, özneye oturtmaktadır. Önce bir soyut Yüce Ruh tarifi yapılır. Bunun egemenliği karşı konulmaz hâkimiyeti pek çok sıfatı ile bir iyice işlenir. Sonra öznel düşünceciliğin gereği, toplumsal yapılanmanın yaşayışın güya kuralları, o döneminin egemen görüşüne göre, rahiplerce vaaz olunur. Sonrada bunlar toplumsal temele, razılık, karşı konulmazlık, doğruluk duygusu ile oturtulur.
Sürecek 11
Bayram KayaKayıt Tarihi : 1.6.2008 02:02:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Bayram Kaya](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/06/01/inanc-ve-toplumsal-istem-talep-11.jpg)
TÜM YORUMLAR (2)