O kadar olup bitenin kör düğümüne, sürerliğine karşın, bilgisayar, sizin soruya laf olsun torba dolsun kabilinden iyilik güzellik diyemediğinden, bu soruya verilecek cevabın saçma olacağını bildiğinden, soruyu saçma ve cevaplanamaz görmüş. Eh soru PC disiplinine göre böyle saçma ve tersten olursa, Hiç bir cevabı da olmaz elbette.
İnancın en belirgin yanı, amaçlılık; erek güder oluşudur. En genel söylemle, her şey insan içindir! Eşeğin anırması insan için olmasa da! Eşeğe binmek, yük taşıtmak, insan içindir! Yanardağ, bir zorunlulukla infial etmez, insanın inançsız ve ahlaksızlığı için bir cezadır!
İlkel yaşamın günümüzde de süren, Batlamyus anlayışı dediğimiz bir erekçiliktir bu. Bu temel felsefe de şudur: Dünyanın varlığı, Tanrı varlığı içindir. İçenliğin birinci şartı bu. İkinci şartsa, Tanrı da halefi kıldığı insan için, her şeyi var etmiştir. Ağacın meyve vermesi, yarın Güneş'in doğması, vesaire hep insan içindir. Ve bunu kutsal kitaplar: “”Sizler için verdiğim, türlü türlü nimeti, nasıl inkâr edersiniz”” diyerek pekiştirirler.
O halde insan, ne edip, ne edip; kayıtsız şartsız bu Yüce Ruh'un duvar gerisinde Ya da perde arkasında bildireceklerine uyulması gerekiyor. Asur'da Ziusudra; Sümer'de Ut-Napiştim duvar gerisinde buyrukları alırlar. Sanki Ruh, tüm evreni dilediğince yaratmamıştı ya da yaratamamış da, nihaiyi şeklini veriyor sanırsınız! Zan etmenin, bir bilmezliğin, hem de otoritenin kendisini bu yolla akis ettirişidir, bu tutum. Yüce Ruh'la aldatır olmanın ilk adımlarıdır.
Yüce Ruh, bireylerde bir bilinç durumudur. İnsanın araçla doğayı üretir olması, önce toplumu ve sonrada mal edinme çarpıklığını ortaya koymuştur. İnsandaki Yüce Ruh anlayış mutluluğu, yalnızlıktan kurtulma, yaşamının gelecekte de sürer oluşu, yaşamının gayesiz olmayacağı algısı ile biçimlenirken, Toplumdaki eşitsizlikte Yüce Tanrı anlayışını belirleyen unsurlardan biri olmuştur.
Ve toplumsal tedirginliğin çözümüne kutsal kitaplar şu anlayışla ve anlatımla el ataraktan yaklaşmışlardır: “”İnsanların mal edinmesinde, Yüce Tanrı'nın, kimine az, kimine çok...”” verir olurluğu çare olarak toplumsal yapı eksenine, bu anlayış oturtulmuştur. Bu olup biten haksızlıklara göz yummadır. İnançlar toplumsal üretimin ve paylaşımın, hiç ilgilisi değilken, toplumsal eşitsizlik çatışmasının kendisi olup çıkmıştır. Tarihi bir perdeleme misyonu olmuş
İnsanlar zulüm diye hep bu haksız oluşları, inanç duygusu altında maddi yaşam taleplerini, dile getirmiştir. İnançlar bazen hak aramayı, zulüme karşı direnişi, inancın övgüsü kuralıymış gibi yaparken, bazen de pasif kalıp; inananların pasif davranmasını isteyerek “”işlerin önünü sonunu, kendine bırakmayı”” inançlılık gibi saymıştır.
Müsebbibi olmadığı topluma, hem içten, hem dıştan bakmaya çalışmıştır. Yine inançlar, kendi gibi inanmayan kavimlerin malını; “”Yüce Ruh dostu ve Yüce Ruh düşmanı”” ilan ederek mal çapulunu legalleştirmiştir. Musevilerin Mısırdan çıkarken ki buyruk: “”İsrailliler Mısır'ı soyun, eliniz boş çıkmayın”” emrinin alınışıdır. Haçlı yağmalarını hatırlayın lütfen. Yani inançlarda toplumsal tedirginliğe eklenen bir yapay, ama çok etkili unsur olmuştur.
Toplumsal istemde de bir ereklilik ve amaçlılık vardır. Bu erekçilik nesnel koşulları bilip anlama ve bu yasallıklar doğrultusunda, insan yaşamını, rahatlığını sağlama biçimindedir. Bu inanca İDEOLOJİ denir. Yani ağaç insan otursun diye bank olmaz. İnsan bu nesnel yasayı bildiği içindir ki, ağacın özelliğini nesnel yasasını bilir. Sonra da, bu nesnelin bilgisiyle yapabilirlik egemenliğini; insanların kullanım yararına, dönüştürür. Bankı, parklara yol boyu kenarına kullanım için mekân tutturulur. Buğu gücünü fark eden insanoğlu, önce buğu gücünü harekete çevirmiş. Enerjinin dönüşümü yasallığını keşfetmiş, öğrenmiş. Sonra da, bunu aya gitme ideolojisine kadar, bir dizi geliştirerek toplumsal erekliliğe (yarara-amaca) sunmuştur.
İnançsal ereklilik, toplumsal talepteki ereklilikle, taban tabana zıt ve tersidir. İdeoloji: varlığın yasal temelini, bilmekten kaynaklanan, yapabilirlikle ve bu yasallık doğrultusunda, insan yaşamına katıcıdır. İnsanlar, sanatı; nesnelerin ve emeğin kullanım yararını (ilaç gibi) : ve teknik üretimini, amaçlılık doğrultusunda, yetenek olarak ortaya koyarlar.
İdeoloji bu amaçlılığı, ortaya koyan ve çeşitleyen, üreten, paylaştıran; yönetme sanatı olarak, toplumsal talepte yerini alır. İnançta sadece katlanma vardır. Ve Yüce Ruh şunu dedi diye, buyrulur. Yani süren gelenek göreneklere bazı eklemeler ve değişmeler yapılır. Bu buyruğun sizin yaşamınıza denk olup olmaması, hiç önemli değildir. Karşı durup hakkınızı arayamazsınız.
İnanma evrensel temelli derken: 1-Sırf meraktan kaynaklanan bilmek isteyişten doğan inanma vardır. 2-Temelini, nesnel yasaları anlamaktan Kaynaklanır. Ona uygun öznel tasarlamalarla toplum için yararlar ortaya koyan, inanma iken, pratiğe dönebilen, bilgi olan, inanması kast edilmekte. 3-Evreni bir Yüce Ruh yaratmıştır diyen inanma varken ve buna karşı hayır, evreni kimse yaratmamıştır diyen, inanmayan inanç da vardır. Bu yüzden, bu anlayış Dünya'nın her yerinde şu veya bu biçimde, dinsel- dinsizlik inanması ve bilimsel tutum olarak vardır. Bu nedenle sadece İNANMA kapsamlılığı olarak, evrensel insan hakkı dendi. İnanma inanç olarak evrenseldir ancak her yerde geçerli, bir türden olmayaraktan da
Evrensellik vasfını yitirir. Duyuş olarak evrensel duyulanlar olarak gelişi güzeldir.
Uygulama olarak; dinsel boş inanma dediğimiz inançlar, bilimsel inanmadan (ideolojiden) çık farklı olarak ayrılır. Dinsel olan inanmalar ve batıl olan inanmaların, nesnel realitede, pratikliğe bir cevabı yoktur. Öznel kurgulardan, öznel kurgu çıkarma işidir. Cevap gibi olan tutumlar Yüce Ruh'a atfen somutluğun çıkarsal ve subjektif olarak paylaştığımıdır. ””Sezar'ın hakkı, Sezar'a”” diyerek yapının temelindeki zorunluluğu bilmeyip, bilmezden gelip güce tapmayı öğütlemektedir. Oysa homurtu ile devinen arabada, Sezar'ın değil, “”toplumsal emeğin””in hakkı vardır. Pratikte hiç karşılığı ve konusu olmaması ile ve özelleşmesi ile hatta hiç inanılmaması nedeni ile dinsel ve boş inançlar, ideoloji dediğimiz ikinci inanma biçiminden, ayrılarak, toplum talebi olma ve evrensel olma özelliğini yitirirler.
Birinci inanma, yani boş inanç ne anlama alınmalı? Birinci inanma sizi, karşı konulmaz bir doğaüstü güce, sarsılmaz bir bağlılık inanırı yapar. Her şeyi sizin için yarattığı ve bu dünyanın geçiciliğini, asıl olanın, yine bizim için yaratılan, öte dünya olduğu benimsetilir. Öte dünyayı kazanmak için de, doğaüstü ruha kayıtsız şartsız boyun eğip, hatta göz tokluğu var kılıp, dediğini yapmak olduğu, bir güzel inanma merakımıza temel yapılır. Bu işin birinci ve en önemli yanıdır.
İkinci ayağı da, doğaüstü gücün, bizim için yarattığı her şeyi kullanırken, onun istediği gibi yaparak şükürsel yaşamamızdır. İşte Film burada başlar, soyut ve öznel yaratılan öznel ulviyetli düşünceler, birden yaşamın pratiğine Tanrı emriymiş gibi döner, insanları zaptı rapta komutlaşmaya başlar. Ve toplumdaki egemen rahiplerle, seçkinci zümrelerin iradeleri Tanrı iradesi gibi, insanlara allayıp pullayarak öğretilir. İnançsal öğrenme çok değerlidir. Biraz doğaüstü gücün hakkı, biraz kul hakkı diyerek; sorgulamaya izin vermeksizin sürer gider. En ufak karşı geliş Üstün Ruha karşı geliştir!
Sürecek
İnanç Ve Toplumsal İstem 11
Artık sizin düşünmeniz akıl erdirmeniz gerekmez. Siz, sadece; olanın bitenin Yüce ve Üstün gücün, varlığının bir delili olduğunu düşünün yeter. Doğaüstü güç, sizin yerinize düşünür, size söyler. Size, güzelce uymak düşer. Zamanla çelişkiler, yetmezlikler mi oldu. Doğaüstü gücün sözlerinin, zamanlar üstülüğü, devreye girer. Bu kez rahipler, sizin için kafa patlatır. Siz, düşünüşte ne yapacaksınız, sorun gitsin ulemaya!
Bütün bu yanılmalar, doğaüstü gücün, anlaşılıp öğrenilememesinden çarpıtılmakta. İnsan bilinci, iki olgu arasındaki geçiş, anı kaotik durumların, etkiyen zaman paradokslu hareket yansımalarını algılamaktadır. Algılama nedeniniz, bizimde, aynı nesnel yasallığı içermekte oluşumuzdur. Özdek olarak... Aynı bozulup dağılma, dağılırken aynı var kalma, aynı var kalırken dağılma zaman, uzay devinimlerini yaşamaktasınız. Aynı gibi kalıyor iken, hal durumlarına çözülen madde frekansları birbiri içine yansır, geçer. Buhar oluş gibi zan ola.
Bu hal duyuşun, yasallığı bilinmediğinden öznece çarpıtılmakta. Beyin çevredeki yansımaları yaşamaktan kurtulamaz, süzüp değerlendirse de. Kendi seçme kriteri ve yansımanın izini dönüştüremeyerek silikçe, beynin; üzerinde taşımaktan kurtulamadığı bir baskıdır. Bu hal manyetizmanın var olup, bizim duyumsal olarak manyetik etkiyi var edemeyişimiz gibi, bir seçiciliği, gelişmenin bu aşamasında, dönüştürüp yansıtamama kusurudur.
Şöyle açıklayım suyun üç hali bilinir. Bir hacim buz, buz hali ergirken hem buz, hem su oluş özelliğini, aynı anda taşır. Yani buz gibi davranırken, su özelliği kazanıp, su gibi davranmaya nicelenmiş, su gibi davranırken, buz olayları zamanı, frekansı, hareketi sürmekte. Bu ara az da olsa buharlaşma olay ve süreçlerini de yaşar. Bu geçişlerin dalga frekans, zaman, hareket davranımını beyin yansı olarak duymakta. Yani çevredeki kaba oluş süreçlerini izlerken, beynin algısında olan, ama somutlanamadığı, fakat kişiye tarifsiz bir ruhsallık tadı veren algı. Mana ve kendinden geçiş algısı, doğanın kendisinden gelen bir algıdır
Temeli nesnel, ama yeni bir ilişki ve bağıntı, ancak beyinin ortaya koyup bizi rahatlıkla davrandıracağı bir durum, gibi gelmekte bana. Belki beyin yeterli olgunlaşmadığından, özel beyin bölgesi ile işleyip, yasa kılamamada, anlayamamada bu düzlemselde. Bu yansıma aklın çarpıtmalarıyla yamuklaşıp insanı rahatsız etmekte ve bir teslimiyet algısı ile inanma doğmakta. Belki beynin daha cücüklük evrimi taşıyor olmasıdır bu. İnanç bu kırılma geçiş anlarının aynı anmalıkla, ileri geri zaman sarması, varlık olurla oluşa yönelmesi, geçişleri gibi değerlendirmekteyim. Uyanıksınız ama ayıkamayıp aynı anda bir önceki uykudasınız. Bu detaylanacak bir konu.
Laiklik nesnel bir temelice (Varlığa ön şart ve yargı ile yaklaşmamadır) ve sosyal toplumsal yasallığın, nesnelliğin ortaya koyduğu, gelişme değişme dinamizmini anahtarlayan, toplumcu insan tutumudur. Akılın bir kullanım ilkesidir. Değişmenin kendisini anlayan, bir anlama ve anlatımdır. Tüm hızlı gelişimini toplumsal üretişten daha da çabuklaştırmaktadır Varlığa ön şart ve yargı ile yaklaşmama ilke yasası, gerekçe oluşunda şunlar vardır;
1- İnancın, sorunları tersten koyması vardır. İnanç odaklı eksenleşmenin, toplumsal süreçli gelişmeyi dondurmasını, değişmezlik ilkesi ile önşartı kılmıştır.
2- Toplum talebinde inancın uygulanması, yaşamı anlaşılır kılmayıp, aksine yaşamın akılcı ortaya konmasının engellenmesi vardır.
3-Bu engellemenin, bu kısırlığın da, toplumda; bir temelsiz çatışma ortamı sürdürülmesidir. 4-Laiklik, inanmayı yok kılmayıp öznelliğini söyler, toplumsal talep yapılamaz, olması anlayışıdır. 5-İnanmanın denetlenemez sınırsızlığı ve çeşitliliği vardır. Bir üretim ilişkisi olan toplumda, olamayacağı gibi; halkta da, tek temsilcilik olma özelliği, genel kabul edilme benimsemesi yapılamaz. Bu fikir özgürlüğü açısından çok iyi iken, birlik olamama, çatışma alanı olma, yönünden gözetilecek bir durumdur. 6-İnanç toplumsallık değil, halk içinde, zümre ve grup oluşturup, bir birini dışlar kılma tavırlıdır. Toplumsal yapıya aykırıdır.7-İnanç eksenli oluşan gruplar: yaşam temelli, üretimsel koşullarla oluşmayıp, örgütsel olmayıp, inanç eksenli kümeleniştir. 8-İnançlar; değişmeme, tartışılmama, zamanlar üstü olurluk gibi savları; gelişmeyi, özgür düşünmeyi, ister istemez dışlar. 9-İnanç halk içinde, sosyalite de, toplumdaki yaşam ve izlenimlerin, bireysel yargıyla yansılatılmasıdır. İnsansal egemenliği, Tanrı'sal egemenlikle karıştırılması gibi bir temel yanlışa gidilmekte. Tüm bunlar laik gerekçe oluşların bir kısmıdır. Laiklik, toplumsal süreçlerde aklı öne alan tutum ilkedir. Oysa halk yaşamında naslar (doğmalar-önyargılar) , aklın önüne alınan, bir tutum ilkedir.
Tek güç Yüce Ruh ise, madde onun rakibi olabilir mi? Yaratan'a, yaratılmışın ve devamlı yaratılmakta olanın, kıyası olur mu? Böyle bir kıyaslama, yaratılana; Yüce Ruh' un, mahiyetini bilemeyeceğimiz egemenliğini, insana izafe etmek olur ki, alabildiğine yanlıştır. Sonra da bu, yaratılanla Yaratan'ı, çatıştırır olma yanlışlığına düşmemizdir. Üstelik de Yüce Güç’ün, her şeye gücünün yeterliğini, sizin savunur olmanız, aczi yetin savunulması olur! Kabul edilemez. Yaratılan; Yüce Güç karşısında, karşıt güç değildir. Aksine yaratılan özdek, Yüce Güç’ün başlangıç koşulların da, şekilleyip yol verdiği olgusal, zaman, hareket, uzay ilişkisel bütünlüğüdür.
Her tür, üstün olma ve olurluk egemenliğini kendinde mündemiç kılan Yüce Güç’e, biz; varlığı, başka ilişkilerin varlığını gerektiren özdeğe referans edilir mi? Esasen varlığın Yüce Ruh’ça çelişkileşir oluşuna acizliğinin, kıyasını, Yüce Ruh'a izafe yapabilir miyiz? Bilakis bu işleyiş Yüce Ruh'un iradesi değil mi? Burada tıkanıp, algıları yasallaştırmayı, becerir olamadığımızdan, yasallığı bizce anlaşılır kılamadığımızdan, kuruntu ve saçmalık yapıyoruz şimdilik. Asıl nasın Tanrı'sal iradenin, akıl ve işleyişi olduğunu görememekteyiz.
Hem inançlı olup, hem özgür düşünülemez mi?
Hıristiyanlık ve Yahudilikte “”rızıkların eşitsiz dağıldığı, Yüce Ruh'un dilediğine dilediği gibi, rızık vererek, kimini fakir, kimini zengin yaptığı”” anlayışı, anlatımı ve doğması vardır. “”Rızıkları doğaüstü gücün, isteyene istediği gibi dağıttığı, rızık için hiç kaygı çekilmemesi”” gerektiği, gibi inanmalı bir savı da vardır. Hatta: “” Kır zambaklarına bakın, ne eğirirler ne dokurlar, Tanrı Baba onları giydirir”” der. Yoksulluğu, çalışmamayı bile böylece över.
Bu, pek çok temelden, çok yanlıştır.
1-Bir kere, nesnel toplumsal gerçeklik durumu ve sorununu; tersten ortaya koyan, bir ustur, mantıktır bu. Üretmeden tüketmeyi buyurmakta. Oysa üretmeden nasıl tüketileceği denmeyip, kuşlara kır zambağına bakılması söyleniyor. Örnek vererek, eğirme dokuma yapmadan; yani çalışmadan yiyicilik öğütlenmekte! Oysa biliyoruz ki, kır zambakları hem eğirmekte hem dokumakta. Dolaysı ile de, sosyalde anlamsız bir tartışma ve çatışma olgusu. Dilencilik anlayışını patlatmıştır. İnancım bu dendi mi cevabı da yoktur.
2- İnanmanın ikinci koşulu olan, toplumsaldaki paylaşım bozukluğunu, gelir dağılımındaki adaletsizliğini, çıkarsal egemenliği; seçkinlik, seçilmişlik mantığını, özneye oturtmaktadır. Önce bir soyut Yüce Ruh tarifi yapılır. Bunun egemenliği karşı konulmaz hâkimiyeti pek çok sıfatı ile bir iyice işlenir. Sonra öznel düşünceciliğin gereği, toplumsal yapılanmanın yaşayışın güya kuralları, o döneminin egemen görüşüne göre, rahiplerce vaaz olunur. Sonrada bunlar toplumsal temele, razılık, karşı konulmazlık, doğruluk duygusu ile oturtulur.
Sürecek 10
Bayram KayaKayıt Tarihi : 15.3.2008 22:29:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)