Bu çalışma, bir grubun bilimsel içerikli, paylaşım yazısına, cevap yazacakken, ortaya çıkan uzun bir analiz çözümleme oldu. Yazıma şöyle başlamıştım
...
Artık masalları ve bunların çokluğunu, banal dilekleri paylaşır olmaktan, gına gelmişti. Her aklına esenin, bir şeyleri paylaşım diye değil; seyrekliklerin, sindirilir olur değerlerin paylaşımı olmalı.
Bu magazinsel pörsümüşlüklerin dik alası her yerde bol bol var. Artık insanlarımız sonuç alamadığı ve asla alamayacağı, inancı tartışma yerine, dezenformasyonlarla şaşkınlaşmak yerine; araştırmaları, teorileri, bilimsel sonuçları okumayı da, öğrenip, tartışır olmalı.
Bakın güncelin tartışmasına, hiç akılcılık var mı? Sosyal sözleşmelerde inançsal duygu, tartışılıyor, ne, neye göre, hak ya da değil? Ne neye göre zulüm, Ya da değil? Ne neye göre korku, Ya da değil? Her bireysel hak toplumsal talep midir? Her toplumsal talep de, bireysel olmalı mı? Bireysellik, bunun bellisizliğinde şekilleniyor? Türban hak ve moderinite sayılıp! Çarşaf ve burkanın, bir hak olmadığı, modernize topluma aykırılığı, akıllılığı ortaya konuyordu!
Saati mi şaşırdı bu hıyar?
Gerçi hiç saati olmadı ama
En azından birine sorar.
Cebimde bir lira desen yok,
Yazarın halk ve aydın kavramlarına yazdığım bir ifadeye ilişkin verdiği özelime cevaba ben de cevap yazmıştım
Ama anlaşılan yazarın anlatmaktan dinlemeye vakit bulamayan ruhi mizacı açıklamalarımı bütünüyle dikkate almadan sözlerine devam etmiş.
her neyse..
kayda ve açık alana (agora) yansımış bir tartışma konusu hakkında asıl muhatabımız anlamasa bile okuyucuların doğru bilgilenmesini sağlamak vazifemizdir diye düşünüyorum...
Efendim...
halk kelimesi etimoloji itibarıyla arabça bir kelimedir ve arapça gramer kurallarına göre ''yaratmak '' anlamına gelir..Yaratılanlar ise mahluk olarak ifade edilir arapçada
Türkçemizde halk sözcüğü insanlara teşmil edilmek suretiyle ''toplum'' anlamına kullanılmıştır
felsefe ve sosyolojide muhtelif zamanlara göre şöyle kavram çiftleri kullanılmıştır.
içlem, kaplam; zarf,mazruf; şamil,şumul gibi
daha bir çok ifade şekli de vardır bu kavram çiftinin ama şimdi sözü uzatmak istemiyorum.
Halk kapsayandır...Topluluğun umumi adıdır sosyolojide
Bunun içinde (halk kavramının içinde) bir çok tasnif ve niteleme vardır
avam, havas
kitle, elit
cahil, akil
vs.. vs.
ingizler,intellectual,elite, lord
gibi nitelemelerin yanısıra avam nitelemesini de kullanmışlar..
avam için,'' the common people, the lower classes.''
müşterek insanlık yapısı içindeki alt sınıflar demişler
halk içinde people,nation, folk, public gibi nüanslı bir çok kelime kullanmışlar
yani bir zamanlar münevver dediğimiz aydın kavramı halk kavramının dışında değil, içinde içlem (mazruf) bir kavram olduğu inceliğini vurgulamaktı niyetim
Daha da özet söylersek...
Benim eleştiri yazım 'işlek olduğuna bütün kalbimle inandığım yazarın zekasının '' bu yazı ile özensiz,sosyal ve felsefi jargonlara aldırmaz, çalakalem üsluba sahip olduğunu vurgulamak gayesine matuftu..
Tekrar ediyorum
sistem, rejim, iktidar gibi kavramlar tarif bakımından üzerinde hemen hemen tam mutabakat sağlanmış kavramlardır sosyolojide..
Sistem; evrensel yasalarla sosyal yapıların felsefi bir planda tartışıldığı alandır..
Rejim, bu felsefi diyalektiğe göre(sisteme göre) sosyal yapının olmazsa olmaz koşullarının belirlendiği alandır
bu koşulları sağlayan toplumsal yapıya ait sosyal sözleşmeyi va'zeden gücün iradesinin aşılması halinde değişebilecek bir olguyu işaretler.Çünkü her sosyal sözleşme akdi arkasını bir güce, bir iradeye yaslar..
İktidar kavramı ise ise rejimin teşkilat şeması gibidir..Rejimin işleyişine ait güç kullanımının dağıtımını tarif eder..Sosyolojik manada iktidar kelimesi, günü birlik avami kullanımda geçen hükumet, kabine, muhalefetin zıddı gibi kavram benzeşimlerinden daha üst bir kavramdır..
parlementer sistem, başkanlık sistemi, avam ve lordlar kamarası, meclis ve senato gibi oya (reye) dayalı yapılanmalardan yürütme ve/veya yasama erkleri
oluşur..
bu iki erke karşılık oy verenlerin tek tek kişisel veya tüzel hak ve sorumluluklarının ne şekilde korunacağına veya tecziyesine dair en bağımsız olması gereken bir erk daha vardır ki bu da yargıdır..
Yargı, tüzel bir hak olarak devletin rejiminin esaslarının tecavüze uğrayıp uğramadığını da belirleme yükümlüğü taşır...
Sosyal sözleşmelerin oluşumu muhitten merkeze veya merkezden muhite şekilde oluşur..
Son asırlarda batılı toplumlar, sözleşmelerini tabandan tepeye doğru bir güçle oluşturma mücadelesini vermelerine karşılık,doğulu toplumlarda sosyal sözleşmenin merkezden muhite bir şekilde oluştuğu bir vakıadır..
Ancak tabandan gelen bireysel hak talepleri her batılı ülkede nitelik yönünden aynı değildir..toplumcu ve ferdiyetçi sistemlerin mücadelesi geçtiğimiz yüzyıl boyunca sürmüş ve bir noktada ferdiyetçi modelin büyük oranda başarısı ile sonuçlanmıştır
Bu durum, galip gelen sistem daha etiktir anlamına gelmez..Ama bir galip gelenin varlığıda bir vakıadır..
rejim konusuna değinmişken Türkiye anayasaları rejimin olmazsa olmaz koşullarını ''anayasanın başlangıç ilkeleri'' dediğimiz kısmına hapsetmiştir..
Bu kilit altındaki esaslar rejimi vaz eden ve var eden güçlerin dışında ve üstünde hiç bir güç tarafından değiştirilemez ve ilga edilemez
Veya bu gücü elinde bulunduranlar zaman içindeki gelişmelerin zaruretine bağlı resterasyonları dikkate almaları halinde yenilikler yapabilirler..
Türkiyede rejim batıdaki bireysel hak ve özgürlüklerin pragmatik bir şekilde ülke şartlarına akuple edilmek üzere oluşturulmuştur..
Bu rejimi kuranlar elbette standartların aşağısına inmeyi kabul etmeyeceklerdir
Ancak ve ancak bu hak ve özgürlüklerin zaman içinde kazandığı yeni standartların ilavesi sağlanacak şekilde bir rejim tadilatı veya resterasyonu mümkündür...
okuyucuların takdirine sunulur...
Evet, sorunlar tersten ortaya konuyor. Böyle olunca da, yapılan analizlerrin niteliği, temeli çürük bir zemine yapılan lüks bir binanın iç mimarisinin ne kadar mükemmel olduğu ile övünmek gibi oluyor.
Asıl sorulması gereken şudur bence: 'Nasıl oldu da, insanlar bunca sahiplenebildi; özüne ait olmayan rüzgârları ? Ben'ine iliştirilen ( ya da öz'üne ait olmayan ) İnanç, nasıl oldu da, O'nun ( sanki ) vaz geçemeyeceği ritüeli haline geldi ?
Toplumsal gerçeklik determinizminde, sebepler çok karmaşık olmasına rağmen aslında basittir de. İnsan, çözümünü bulamadığı ama yanıtını acil olarak 'BİLMEK' istediği sorulara GETİRİLEN yanıtlara itibar etmeye başlamıştır. İlkellikten kurtulayım derken, KENDİ oluşturduğu düşünsel ( aslında İnançsal ) girdaplara kaptırmıştır bilincini.
Aslında özüne ait olmayan ve girdaplarda yakasına yapışan bu tür acil çıkış kapılarının, kendisini çıkmazlara sürüklediğini anlayamamaktadır.
Bilim insanı yanılabilir. Yıllar hatta yüzyıllar boyu geçerliliğini korumuş olan ve YASA olarak kabul edilmiş gözlem ve buluşlar, terk edilmiş olabilir. Bu durum, bilimin evreni anlamak için YANLIŞ yol olduğu anlamına gelmez.
TEZ: İnan ve Bilim şişen iki balon gibidir. İnann balonu daha çok şişerse, bilim balonunun genişleme hacmi daralır zihinlerde. Ve aynıyla tam tersi. Bilimin alanı genişledikçe, İnanma kapasitesi azalacaktır
Aslında yorumlara cevap vermeyecektim. Yada dizi sonunda toplu cevaplayacaktım. Ama ben bir temel yanlışı ortaya koymaya çalışıyorum. Aynı temel yanlışla cevap veriliyor bu da üzücü oluyor. İşte bir örneği.
“”
...
halk ve aydınlar..
aydınlar halk değil mi.. “”
Hayır efendim aydınlar halk değil. Halkta aydın değil. Tıpkı delilerin halk olmadığı gibi. Halkında deli olmadığı gibi. İşte her yerde karşımıza çıkan kavram kargaşası, bilmezliği Ya da abur cuburluğu. Sorunu tersten ortaya koyuş. Halk genel bir kavramdır. Halkın içinde Ali, Veli vardır ama, ne halk Ali Veli'dir, nede Ali ,Veli halktır. Halk bireyliğin tüm özelliğini taşır. Ama bireylik halkın tüm özelliğini taşıyamaz. Örneğin halkta antibiyotik yaparlık özelliği bulunur, ama Ali ile veli bu işi pek ala da, hiç bilmeye bilir. Yada Ali ve Veli kaos kuramını hiç duymamıştır, bilmez bile. Ama halktan bilenler vardır. Halkta inanma inanmama vardır ama ali bireysel olarak hırıstıyandır, müslümandır, Ya da kendine göre inanma anlamaları vardır, veya hiç inanmaz. Halk bunun hangisidir, halk bir tüzellik mi?
Aydın bireylik bir tavırdır. Ama her bireyde olmaz. Bu söylem bireylerin aydın olamayacağını içermez, ama gerçeklikte böyledir hemde % 90 oranla. Halkta Hiçbir zaman aydın olamayacak engellilerin olacağı da unutulmamalı. Ama her birey engelli değildir. Toplumsal yapılaşmadan temellidir. Toplum aydınlığı bireylik olarak çok önemser. Halk için olanını eğitim mütaalası içinde, gerektirme olarak şu anda 8 yılla zorunlu tutmuştur. Birey ve bireylik kavramlarıda çok iyi bilinmeli.
Bu yanlış oluşlar, güya (konu dışı olan) sorular konu anlatımı içinde işlendiğinde daha fazla detaya girmiyorum. Çok soru da, hiç konuyu anlamayan, konu ile uzaktan yakından ilgisi olmayan; öznel düşünceciliğin tüm yanlış ve yanılgıları ile, konuyla uzaktan yakından ilğisi olmayan, bir çıkarcı, mevzi savunma gayreti ile ortaya konmuş, akıl ve bilim dışılıkları hemen sırıtmakta.
Aydın da 'Halk'tır elbet. Lakin yön verer tohum, elenen, ( ya da ) elenecek çürük tohumlardan farklıdır. 'Seçme'de Yüzde yüz kabul varsa, bu, 'doğallık' anlamı taşımaz. Seçme, bireysel tercihlerdir, doğal olan değil. Bu yüzden, önceki yorumda yapılan eleştiriyi kabul edemiyorum.
Profesör Mete Tunçay'ın bir makalesi var. Başlığı ''inanılacağa inanmak, bilineceği bilmek''
Çok esaslı bir felsefi konudur bu.Esasında her bilgi kabullerle, bedihi olarak alınan değerler manzumesi ile postülalarla başlar.. Yani inançlarla..
Öte yandan her inanç eninde sonunda varlığını bilgi düzeyinde göstermek ve akla başvurmak zorundadır..
Anılan profesör makalesinde şunu söylüyordu.
Çağdaşlığın, en önemli bileşeni olan hümanizm i alalım..
İnsanlar , insanları sevmelidir...
Bu bilimsel bir bilgi değildir.Bir inançtır.
Diyordu.
Bir başka yaklaşım .Bir başka örnek verelim..
Attila ilhan Hangi batı isimli kitabında , batı uygarlığının kaidesinin -üzerinde oturduğu zeminin- hristiyan kültürü olduğunu söylüyordu..Yani bugünkü batı kültürü eriyiğinde partiküller halinde hristiyani inancın bulunduğunu söyleyebiliriz.Demeye getiriyordu
Necip fazıl ise batı uygarlığının üç temel sacayağının bulunduğunu söylüyor.
Yunan aklı,Roma nizam şuuru ve Hristiyan ahlakı
Benim yazıda katılamadığım husus şu ..Buraya kadar yazdıklarım bunun içindi aslında.
İnanç ve bilgiyi kesin sınırlarla ayırmak mümkün değildir
Her biri diğerinin alanını etkileyen,varoluşun sonsuz tekrarlarını oluşturan ve varoluşun sürekliliğini tetikleyen unsurlardır ....
Mesela şu cümlesi yazarın...
Demokrasi de bireysel seçme hakkı var. Seçimde 100%100 şeriat dendi. Kahhar ekseriyet doğal bilimlerin öğretimine hayır dedi, bunu halk istedi diye yapacak mıyız?
Bu sorunun iması elbette yapmayacağız demeye getiriyor.
Eğer yüzdeyüz bir kabul varsa zaten bizzat doğa bilimleri bunun mecburen olacağını yani şeriatın geleceğini söyler..
yazarın bir başka tuhaf ayrımı dikkat çekiyor burada.
halk ve aydınlar..
aydınlar halk değil mi..
Bir başka konu
bilim her zaman aynı doğruyu savunmuyor
önce atom maddenin bölünemez en küçük parçası diyor
sonra da atomu bölüyor
yani bilimsel bilgi nihai ve mutlak doğrunun adı değil
zaten öyle olsa bir dogma olur...
Ben yazının emek verilmiş ve antolojide ender rastlanacak biçimsel ve kurgusal bir yanının olduğunu kabul ediyorumDış yüzü itibarıyla emek yoğun bir üretkenlik.
Ancak muhteva (içerik) yönünden defalarca eleştiriye tabi tutularak bugün artık bir diyalektik ve insicamından sözedilemeyen yüzyıl öncesine ait determinist ve doğmatik bir felsefenin üstelik zihinsel karmaşalarla ve çelişen örneklerle yapılan bir savunması olarak görüyorum..
Düşüncelerinizde başarı dileklerimle...
çalışmalarınızda başarılar dilerim hocam.selam ve dua ile.
Sözü geçen konuların ülkenin yasal şartları içinde açık seçik tartışılabilir olması zordur..
Cumhuriyet kurulurken, 'egemenlik milletindir' ilkesi ile yola çıkanlar, sonra belirli ilkeleri millete egemen kıldılar.
Şimdi ne diyorlar... Millet başka şeyi toptan istese de biz istemeyiz..
Biz kimdir?
Sosyolojik kurallar çerçevesinde düzenlerin nasıl oluştuğu bellidir.
Ya dayatmacıdır tepeden iner.
Ya toplumcudur toplumdan yükselir.
Cumhuriyet toplumcu olarak kurulmuştur.
Zamanla tepeden dayatmacı anlayışların kurbanı olmuştur.
Zaman içinde cumhuriyet rejiminin belirli kademelerini işgal eden kitlelerin düşünceleri, tepeden yasal, askeri ve medya yoluyla dayatılmaktadır.
Tartışılmazları olan anlayışların toplumsal olduğu söylenemez.
Zira tartışılmazlar tepeden insanlara dayatılır ve aksine akıl yürütmek imkansız hale getirilir..
O nedenle yazıda içerik olarak incelenen konular dayatma kültürünün sonuçları olarak karşımıza çıkar..
Dayatmacı kültürün din anlayışı, topluma dayatılarak, din budur, biz ona şu kılıfları biçtik, bizim biçtiğimiz kılıflarda dursun demek sadece zulüm doğurur..
Devir dönüp aynı şeyin tersini diyeceklerde siyasi erklere ulaşarak dayatabilirler.
Bunun empatisi bugünün dayatmacı kültürünü ifade edenler düşünmelidirler..
Siyasi yönetimlerin belirlenmesi, devletin temel taşlarının belirlenmesi eğer cumhuriyetin kuruluş felsefesinde olduğu gibi 'egemenlik millete aitse' ve millet yasa gereği bunu seçimlerle belirliyorsa, o zaman milletin önüne taşlar dikilemez.
Dikiliyorsa, burada kuruluşa aykırı felsefe üretilmiş, kuruluşun üstüne bazı güçler çöreklenmiş demektir.
Ülkemizdeki batıcı, laik aydınların demek istediği budur.
Biz halkı tanımayız. Bizim tanıdığımız tek şey kendi düşüncelerimizdir.
İfadesidir.
Bugün inançlar soyuttur kavramıyla insanların hayatına egemen olmak isteyenlerin düşünceleri de soyut kavramlardır.
Laik felsefe, ateist felsefe de kendi dogmalarıyla soyutluktan öteye gitmez.
Zira bütün düşünceler, görece bilgi ve bilgilerin yorumlanması sonucu inanç haline gelir..
Bir insanın din için ürettiği kavramlarla, din dışı ürettiği kavramlar arasında hiç bir fark yoktur. İkisi de soyut kavramlardır.
O nedenle, düşünce boyutunda bütün felsefi gelişimler soyut olup, onu somutlaştıran şey, insanların hayata yansıtmasıdır.
Bir insan din düşüncesini hayata yansıtarak somutlaştırır..
Bir insan ateist düşünceleri hayata yansıtarak somutlaştırır..
Soyut din ve din dışı düşüncelerin toplumsal yaşama somut yansımaları ise siyasi erke göredir.
Eğer siyasi erk din dışı oluşumu tepede gerçekleştirmişse, aşağıya doğru somutlaştırır.
Din dışı düşünceler de aynı şekilde siyasi erke ulaşıyorsa aşağıya doğru somutlaşır.
Sosyoloji o nedenle erkin kaynağı üzerinde bulunur.
tarihte erkin kaynağı,,
Kişisellik 'kral,padişah,imparatorluk' gibi
Burjuva, oligarşik oluşumlar güçler gibi
Halk, cumhuriyetin kuruluşundaki ilkeler gibi.
Erki elinde bulunduranlar siyasi tercihlerini, düzen oluşumunu öne çıkarırlar.
Eğer halk ile siyasi erk düşünce ve isteklerde çatışıyorsa, çatışma sonucunda halk istekleri yerine, siyasi erkin derin veya derin olmayanın düşünceleri halka dayatılıyorsa, o zaman halk yönetiminden, yani erkin kaynağının halk olduğundan söz edilemez.
Benim gözlemlediğim günümüzde ülkemizin siyasi erki halka dayanmamaktadır.
Cumhuriyetle başlayan “egemenlik milletindir” özü, maalesef geçen günler içinde yolundan sapmış, olaya askeri darbeler, derin devlet tartışmaları, bürokratlar, yargı girerek, millete rağmen düşünceler topluma dayatılmıştır.
Türban ve değişik haklar konularında tartışılan konuların hepsi görece kavramlara dayanmaktadır.
Batılılaşmayı öne çıkarıp, açılıp saçılmayı çağdaşlık sayanlar, batıdaki özgürlük kavramlarını bırakarak, kendi anlayışlarındaki modernleşmeyi topluma dayatmak istemektedirler..
Yani aynı çıkarcı liberal düşünce gibi, işlerine gelen noktalarda özgürlükten yana, işlerine gelmeyen noktalarda baskıcı ve dayatmacı olabilmektedirler.
Halka kılıf biçmek, halkın istediklerine karşı, “hayır siz bilmezsiniz, biz sizin için en iyisini biliyoruz demek” tamamı ile soyut, gerçek dışı bir kavramdır.
Bugün türban tartışmalarında gördüğüm budur..
Bazıları çıkıp, din dışı düşüncelerle, dini, dine inanan insanların yaşamını, halkın isteklerini kendi soyut kavramlarına göre dayatmaktadırlar. Ne yazık ki bunu da güya özgürlükler adına yaparak çok çarpık bir riya anlayışı sergiliyorlar
Batıdan gelen her şeye evet diyecek kadar kimliksizleşen düşünce tarzının, somut değerlerle, toplumsal gerçeklerle bir ilgisi yoktur.
Bugün din dışılık, somut değerlerden uzak, görece, dayatmacı, bencil çıkarcı bir anlayışa sahip olarak halka yön vermeye çalışarak millete efendilik yapma eğilimindedir.
Cumhuriyetin kuruluş sözleşmesindeki “egemenlik milletindir” özünü çiğneyerek, cumhuriyetçilik yapanların anlayışları kendi çelişkilerinden ibarettir.
Eğer halkın istekleri, duyguları, düşünceleri, talepleri dikkate alınmayarak, sadece bazılarının düşünceleri öne çıkarılarak yönetim gerçekleştiriliyorsa orada cumhuriyetten, demokrasiden, özgürlüklerden, haktan ve adaletten söz edilemez.
Ve işin özünde hiçbir düşüncenin başka düşünceleri tanımlama, kılıflıma, belirleme hakkı yoktur. Her düşüncenin kendini tanımlama özgürlüğü mevcuttur.
O nedenle din dışı felsefelere inananların “dine inananlara ağabeylik yapmaya kalkarak hadlerini aşmaları” insanların özgürlüğüne inananlarca gülünç karşılanacaktır. Bu durum ancak haddi aşmaktır.
Çalışmanızı okumaktan keyif aldım. Düşüncelerimi aktararak katılma fırsatı verdiğiniz için teşekkürler..
Başarılar dilerim
Bu şiir ile ilgili 7 tane yorum bulunmakta