İnanç Ve Toplumsal İstem (talep) 1

Bayram Kaya
2924

ŞİİR


13

TAKİPÇİ

İnanç Ve Toplumsal İstem (talep) 1

Bu çalışma, bir grubun bilimsel içerikli, paylaşım yazısına, cevap yazacakken, ortaya çıkan uzun bir analiz çözümleme oldu. Yazıma şöyle başlamıştım
...
Artık masalları ve bunların çokluğunu, banal dilekleri paylaşır olmaktan, gına gelmişti. Her aklına esenin, bir şeyleri paylaşım diye değil; seyrekliklerin, sindirilir olur değerlerin paylaşımı olmalı.

Bu magazinsel pörsümüşlüklerin dik alası her yerde bol bol var. Artık insanlarımız sonuç alamadığı ve asla alamayacağı, inancı tartışma yerine, dezenformasyonlarla şaşkınlaşmak yerine; araştırmaları, teorileri, bilimsel sonuçları okumayı da, öğrenip, tartışır olmalı.

Bakın güncelin tartışmasına, hiç akılcılık var mı? Sosyal sözleşmelerde inançsal duygu, tartışılıyor, ne, neye göre, hak ya da değil? Ne neye göre zulüm, Ya da değil? Ne neye göre korku, Ya da değil? Her bireysel hak toplumsal talep midir? Her toplumsal talep de, bireysel olmalı mı? Bireysellik, bunun bellisizliğinde şekilleniyor? Türban hak ve moderinite sayılıp! Çarşaf ve burkanın, bir hak olmadığı, modernize topluma aykırılığı, akıllılığı ortaya konuyordu!

Ya da şöyle soralım. Demokrasi de bireysel seçme hakkı var. Seçimde 100%100 şeriat dendi. Kahhar ekseriyet doğal bilimlerin öğretimine hayır dedi, bunu halk istedi diye yapacak mıyız? Bunlar kabul edilip, toplumsal talep mi sayılmalı mı?

Toplum; sadaka kültürüne göre; geçmiş ilişkileniş biçiminin yansıyan subjektif kültü, rızkı farklı verilenlerin, rızık verilmeyenlere, razılık sunulan cariye ve kölelik yaşam ilişkilerine göre mi yapılanacak, yoksa güncelin üretimin nesnel ilişki ve paylaşım koşullarına göre mi yapılanacak?

Eş deyişle; toplum karşılıklı bir yükümlüleşme ile gerektirmeli bir görevdeşleşmedir. Bu en temel kriterlerden biridir. Oysa inançlar bir ödevleşmedir. Karşılıklı yüküm hiç yoktur. Bu benzeşmeyi sağlamak, içinde uydurmalara gidilmiştir. Tap ve iste mantığı ile ödevleşmeden kaynaklı ruhbanlaşma ile topluma sirayeti subjektifleşiştir.

Hemen, “”halk istedi ise, demokrasi ise, olur.”” Sen ne karışıyorsun diyenleri duyar gibiyim! Bu kolaycılık, seçimi, demokrasiyi anlamama, bilmeme tavrından başka hiç bir şey değildir. Seçim ve demokrasi neye göredir? İnançların kabulüne mi? Toplumsal somut üretim koşullarının yaşayışında ortaya konan, zorunlu bir ilişki mi?

Toplumsal istemde gerektirilen, birlikte yaşama ve yaşam ilişkileri var edilmiştir. Bu ilişkiler nesnel bağıntılılıktır. Bu bağlamada, demokrasi somut illiyet bağına göre mi üretilmiş; yoksa akıl dışlıkları, akıla her eseni, demokrasiye anlam var etme midir? Yani demokrasi ve seçim; toplumsal yaşamın, üretim ve yapılanma ilişkilerinin ortaya çıkardığı ve bu temele dayalı siyasetin uygulanmasıdır. Siyaset bile bu somut nesnel dayatmanın sonucu, yönetilme, güvende olma, emek üretme, bunların paylaşımını ortaya koyan, vs. çözüm zorunlulukları tercihidir.

Temelini toplum ait istem yasalarında alır. İçinde toplumsal talep olmayan, sosyal yapıda, ne demokrasiden bahis etme, ne kamuoyu icat etmek olanaksızdır. Demokrasi inancın değil, maddi yaşamın ürettiği bir maddi somutluktur. Kaldı ki inancın sizi inandırması demokratik değildir. İnanç; size sorulmadan, hiç araştırtmadan benimsetilir. Kıyaslamalar, karşılaştırmalar dahi yaptırıp SEÇME ve sorumlu olma olanağı telkini edilmeden bu, anne baba inancı öğretilir. Başka inançların bile var olduğu söylenmeden, yanlış olabileceği düşünmesinin cıs yapacağı telkini ile kendinizi inanç içinde bulduğunuz baskı, bir öznel koşullanma durumudur.

İnanç soyut olunca, onun ortaya konuşu da soyut, akıl dışı olmak zorunda. Demokrasi İnancın konusu olamaz. Yani siz ya da toplum, kural koyup kaldırmazsınız. Ya da kural iyileştirme yapamazsınız. Bu nedenle toplum, inanç tutumların da, kamuoyu oydaşması yapamaz. İnanç demokrasinin konusu değil. Demokraside inancın konusu değildir. Bu alandaki kamuoyu oydaşma sonucu da cari olamaz. Oydaşma yapılsa da sonuç nötr algılanır. Size, meleğin cinsiyetini, öte dünyanın varlığını, demokratik tavırlı tercih ile mi benimsettiler? Ya da inançta referandum olsa dahi, alınan sonuç, meleğin kendisini ve cinsiyetini kanıtlar cinsinden, toplumsal kılışa, bir gerçeklik yapabilir mi? İnançsal talep, oydaşma sonucuyla belirlense dahi, hiç bir toplumsal talebimizi sağlayamaz. Çünkü inanç toplumsal temelli ve somut değildir. Siz elektriği bulmadan, elektriğin radyasyon oluşunu ve onu önlemeyi size söyleyemez.

Şu hiç unutulmamalı. Sosyal bilimler ve doğa bilimleri; toplumsal oluşun ortaya çıkardığı bir: insan- doğa; insan- insan, insan-toplum ilişkisinde üretilmiş bir zorunluluk ve nesnel gerçekliktir. Toplum dışında bunları üretmek olanaksız. Ancak inançlar toplum dışında da üretilir. Burada halkın alanıdır. Toplumsal talebin yapılaştırılmasında, bu bilimlerin zorunlu ilişkileri ile toplum organize olur. Kişiler, öznel yaşamında, bilimi bilmese de, bilimden habersiz olsalar da; bilimsel gelişme sonucunu ilaç olarak, trene binerek, alo diyerek, psikolojik tedavi alarak yaşarlar. Bilimi kullanması dahi, demokratik bir hakkın seçimi, ya da siyasi bir tercihin belirlenir oluşu gibi, oylaştırılamaz.

İnanç, toplumun ortaya koyduğu bir sonuç değildir. Çevrenin etkisi ile bireyin beyin işleminde, üretilmiş bir takım anlamlar; yansıması ve yanılsamasıdır. İnanç, insanların ilkel yaşayışında, toplum öncesi halinde de vardı. Hatta canlı bireylik var oluşta, çevre dayatmalarının genel çarpıtılmış yansıma duygularının, genetik mirasından da kök alır. İnsan aklında bu yansılar ve korkuların tedirginlik izlenimleri de vardır. İnanç bireyselliğin toplumsal yaşama, zihninde getirdiği, pratikte karşılığı olmayan, nesne algı gölgeleridir. İnsanlar inançları gereği, ne toplum oluşa eğimlileşmişler, ne de inancın, toplum oluşlar da, en ufak katkısı vardır.

Bu yüzden inanç, toplumsal istemin içinde olamamıştır. Güvende oluş, avlanma, seksualite nedeni ile başlangıçtaki, birlik oluşun nesnel temelidir. Sonrada birlik oluşun avantajları, ancak toplum oluşla üretilecek eylemlerine, toplumsallığın organize iş bölüşücüne ve organik ilişkilenmesine neden olmuştur. İnanç öznede var olmasına rağmen, toplumun hiç bir aşamada yoktur. Toplum, insanın düşüncesinden, bilincinden bağımsız, kendine özgü yasaları olan, üretim temelli ilişkisel bir örgensel yapılanıştır. Yani toplumun inancı olamaz. Bu kavram karıştırmalardan kurtulalım. Ben inandığım gibi sana toplumsal talep sunarım, mantığı nesnelin değil, inanmanın, boş, anlamsızlık ortaya konuluşu dayatmasıdır.

İşin özü şu: Seçimlerde, toplumsal sözleşme, nam ve koşulları doğrultusundaki çalışma ilişkinlik var edişler, seçimlik sunumlarla oydaştırılır. Değilse toplumsal talep olmayacak, öznelin, kişiselliğin fantezi yansıması olan inançlar, çoğunluğun kabul etmesi ile dahi toplumsal yapılanmaya dâhil edilemez.

Örneğin kişinin istediğine inanması bir öznel soyut haktır. Ama toplumun bunlara inanması ve kamuoyuna sunup seçtirmesi hak ve talep değildir. Nedeni, maddi koşulları ve bunun hakikat düşüncesini sağlamayan öznel istemler, toplumsal talep olamaz. Ancak öznel yaşamın hakkıdır. Halka ait alanın yaşama biçimidir.

Nedeni: 1- Toplum, inançların odaklığında, organik bağ ve toplumsal bağlamlar oluşturmamıştır, oluşturamaz da. 2-Toplumsal istem, sizin farkına vardığınız, sizden bağımsız, bir zorunluluk, var veya yok edemeyeceğiniz, kural ve yasallılıktır. Bu şu demek, tünel açmak için melek inancı gerekmiyor, PC yazılımı oluşturmak için cennetin kapı sayısını bilmeniz lazım değildir. Toplumsal talep (istem) böyle bir gerekliliktir. Bunları kamuoyu ile referandum edemezsiniz veya yok edemezsiniz. 3- İnanç temelli gibi olan yapılaşmalar, bir sosyal emeğin, temeli somut olan koşulların, sömürü ile akıldışı inanma yapılaşması etrafında paylaşımıdır. Bu yapılaşma, emek üretimini, göz boyayarak ele geçirme dilbazlık zanaatıdır.

Sürecek

Bayram Kaya
Kayıt Tarihi : 7.3.2008 00:14:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Bu çalışma bir teşekür yazısı olacakken şu anda 20 sayfalık bir analiz oldu çıktı. Genel eleştiri ve yargı koyuşa gidilmeden. Tümü okunmalı. Kavramlar özellikle anlam olarak kafamızda şekillenmeli düşünme bu odak etrafında, Toplum, toplumsal talep,nesnellilK, nesnel somutluk, toplumsal yasa, toplumsal işleyiş, toplumsal organize,toplumsal örgenlik,Toplumun insandan ve öznelliğinden bağımsız varoluş, evrensellik, öznellik, gerçek hakikat vs. vs iyi bilinip değerlemeler bu anlayışlarla eksenlenmeli, kavranmalı. Hatta laikliğin, birileri dedi yada bir toplum kanla yaptı diye değilde, bir nesnel yasallık olduğunu görebiliniz.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Hasan Büyükkara
    Hasan Büyükkara

    Yazarın halk ve aydın kavramlarına yazdığım bir ifadeye ilişkin verdiği özelime cevaba ben de cevap yazmıştım

    Ama anlaşılan yazarın anlatmaktan dinlemeye vakit bulamayan ruhi mizacı açıklamalarımı bütünüyle dikkate almadan sözlerine devam etmiş.

    her neyse..

    kayda ve açık alana (agora) yansımış bir tartışma konusu hakkında asıl muhatabımız anlamasa bile okuyucuların doğru bilgilenmesini sağlamak vazifemizdir diye düşünüyorum...

    Efendim...

    halk kelimesi etimoloji itibarıyla arabça bir kelimedir ve arapça gramer kurallarına göre ''yaratmak '' anlamına gelir..Yaratılanlar ise mahluk olarak ifade edilir arapçada

    Türkçemizde halk sözcüğü insanlara teşmil edilmek suretiyle ''toplum'' anlamına kullanılmıştır

    felsefe ve sosyolojide muhtelif zamanlara göre şöyle kavram çiftleri kullanılmıştır.

    içlem, kaplam; zarf,mazruf; şamil,şumul gibi

    daha bir çok ifade şekli de vardır bu kavram çiftinin ama şimdi sözü uzatmak istemiyorum.

    Halk kapsayandır...Topluluğun umumi adıdır sosyolojide

    Bunun içinde (halk kavramının içinde) bir çok tasnif ve niteleme vardır

    avam, havas

    kitle, elit

    cahil, akil

    vs.. vs.

    ingizler,intellectual,elite, lord
    gibi nitelemelerin yanısıra avam nitelemesini de kullanmışlar..

    avam için,'' the common people, the lower classes.''

    müşterek insanlık yapısı içindeki alt sınıflar demişler

    halk içinde people,nation, folk, public gibi nüanslı bir çok kelime kullanmışlar

    yani bir zamanlar münevver dediğimiz aydın kavramı halk kavramının dışında değil, içinde içlem (mazruf) bir kavram olduğu inceliğini vurgulamaktı niyetim


    Daha da özet söylersek...

    Benim eleştiri yazım 'işlek olduğuna bütün kalbimle inandığım yazarın zekasının '' bu yazı ile özensiz,sosyal ve felsefi jargonlara aldırmaz, çalakalem üsluba sahip olduğunu vurgulamak gayesine matuftu..

    Tekrar ediyorum

    sistem, rejim, iktidar gibi kavramlar tarif bakımından üzerinde hemen hemen tam mutabakat sağlanmış kavramlardır sosyolojide..

    Sistem; evrensel yasalarla sosyal yapıların felsefi bir planda tartışıldığı alandır..

    Rejim, bu felsefi diyalektiğe göre(sisteme göre) sosyal yapının olmazsa olmaz koşullarının belirlendiği alandır

    bu koşulları sağlayan toplumsal yapıya ait sosyal sözleşmeyi va'zeden gücün iradesinin aşılması halinde değişebilecek bir olguyu işaretler.Çünkü her sosyal sözleşme akdi arkasını bir güce, bir iradeye yaslar..

    İktidar kavramı ise ise rejimin teşkilat şeması gibidir..Rejimin işleyişine ait güç kullanımının dağıtımını tarif eder..Sosyolojik manada iktidar kelimesi, günü birlik avami kullanımda geçen hükumet, kabine, muhalefetin zıddı gibi kavram benzeşimlerinden daha üst bir kavramdır..

    parlementer sistem, başkanlık sistemi, avam ve lordlar kamarası, meclis ve senato gibi oya (reye) dayalı yapılanmalardan yürütme ve/veya yasama erkleri
    oluşur..

    bu iki erke karşılık oy verenlerin tek tek kişisel veya tüzel hak ve sorumluluklarının ne şekilde korunacağına veya tecziyesine dair en bağımsız olması gereken bir erk daha vardır ki bu da yargıdır..

    Yargı, tüzel bir hak olarak devletin rejiminin esaslarının tecavüze uğrayıp uğramadığını da belirleme yükümlüğü taşır...

    Sosyal sözleşmelerin oluşumu muhitten merkeze veya merkezden muhite şekilde oluşur..

    Son asırlarda batılı toplumlar, sözleşmelerini tabandan tepeye doğru bir güçle oluşturma mücadelesini vermelerine karşılık,doğulu toplumlarda sosyal sözleşmenin merkezden muhite bir şekilde oluştuğu bir vakıadır..

    Ancak tabandan gelen bireysel hak talepleri her batılı ülkede nitelik yönünden aynı değildir..toplumcu ve ferdiyetçi sistemlerin mücadelesi geçtiğimiz yüzyıl boyunca sürmüş ve bir noktada ferdiyetçi modelin büyük oranda başarısı ile sonuçlanmıştır

    Bu durum, galip gelen sistem daha etiktir anlamına gelmez..Ama bir galip gelenin varlığıda bir vakıadır..

    rejim konusuna değinmişken Türkiye anayasaları rejimin olmazsa olmaz koşullarını ''anayasanın başlangıç ilkeleri'' dediğimiz kısmına hapsetmiştir..

    Bu kilit altındaki esaslar rejimi vaz eden ve var eden güçlerin dışında ve üstünde hiç bir güç tarafından değiştirilemez ve ilga edilemez

    Veya bu gücü elinde bulunduranlar zaman içindeki gelişmelerin zaruretine bağlı resterasyonları dikkate almaları halinde yenilikler yapabilirler..

    Türkiyede rejim batıdaki bireysel hak ve özgürlüklerin pragmatik bir şekilde ülke şartlarına akuple edilmek üzere oluşturulmuştur..

    Bu rejimi kuranlar elbette standartların aşağısına inmeyi kabul etmeyeceklerdir

    Ancak ve ancak bu hak ve özgürlüklerin zaman içinde kazandığı yeni standartların ilavesi sağlanacak şekilde bir rejim tadilatı veya resterasyonu mümkündür...

    okuyucuların takdirine sunulur...





    Cevap Yaz
  • Zaman Sarrafı
    Zaman Sarrafı

    Evet, sorunlar tersten ortaya konuyor. Böyle olunca da, yapılan analizlerrin niteliği, temeli çürük bir zemine yapılan lüks bir binanın iç mimarisinin ne kadar mükemmel olduğu ile övünmek gibi oluyor.

    Asıl sorulması gereken şudur bence: 'Nasıl oldu da, insanlar bunca sahiplenebildi; özüne ait olmayan rüzgârları ? Ben'ine iliştirilen ( ya da öz'üne ait olmayan ) İnanç, nasıl oldu da, O'nun ( sanki ) vaz geçemeyeceği ritüeli haline geldi ?

    Toplumsal gerçeklik determinizminde, sebepler çok karmaşık olmasına rağmen aslında basittir de. İnsan, çözümünü bulamadığı ama yanıtını acil olarak 'BİLMEK' istediği sorulara GETİRİLEN yanıtlara itibar etmeye başlamıştır. İlkellikten kurtulayım derken, KENDİ oluşturduğu düşünsel ( aslında İnançsal ) girdaplara kaptırmıştır bilincini.

    Aslında özüne ait olmayan ve girdaplarda yakasına yapışan bu tür acil çıkış kapılarının, kendisini çıkmazlara sürüklediğini anlayamamaktadır.

    Bilim insanı yanılabilir. Yıllar hatta yüzyıllar boyu geçerliliğini korumuş olan ve YASA olarak kabul edilmiş gözlem ve buluşlar, terk edilmiş olabilir. Bu durum, bilimin evreni anlamak için YANLIŞ yol olduğu anlamına gelmez.

    TEZ: İnan ve Bilim şişen iki balon gibidir. İnann balonu daha çok şişerse, bilim balonunun genişleme hacmi daralır zihinlerde. Ve aynıyla tam tersi. Bilimin alanı genişledikçe, İnanma kapasitesi azalacaktır

    Cevap Yaz
  • Bayram Kaya
    Bayram Kaya

    Aslında yorumlara cevap vermeyecektim. Yada dizi sonunda toplu cevaplayacaktım. Ama ben bir temel yanlışı ortaya koymaya çalışıyorum. Aynı temel yanlışla cevap veriliyor bu da üzücü oluyor. İşte bir örneği.

    “”
    ...
    halk ve aydınlar..

    aydınlar halk değil mi.. “”

    Hayır efendim aydınlar halk değil. Halkta aydın değil. Tıpkı delilerin halk olmadığı gibi. Halkında deli olmadığı gibi. İşte her yerde karşımıza çıkan kavram kargaşası, bilmezliği Ya da abur cuburluğu. Sorunu tersten ortaya koyuş. Halk genel bir kavramdır. Halkın içinde Ali, Veli vardır ama, ne halk Ali Veli'dir, nede Ali ,Veli halktır. Halk bireyliğin tüm özelliğini taşır. Ama bireylik halkın tüm özelliğini taşıyamaz. Örneğin halkta antibiyotik yaparlık özelliği bulunur, ama Ali ile veli bu işi pek ala da, hiç bilmeye bilir. Yada Ali ve Veli kaos kuramını hiç duymamıştır, bilmez bile. Ama halktan bilenler vardır. Halkta inanma inanmama vardır ama ali bireysel olarak hırıstıyandır, müslümandır, Ya da kendine göre inanma anlamaları vardır, veya hiç inanmaz. Halk bunun hangisidir, halk bir tüzellik mi?

    Aydın bireylik bir tavırdır. Ama her bireyde olmaz. Bu söylem bireylerin aydın olamayacağını içermez, ama gerçeklikte böyledir hemde % 90 oranla. Halkta Hiçbir zaman aydın olamayacak engellilerin olacağı da unutulmamalı. Ama her birey engelli değildir. Toplumsal yapılaşmadan temellidir. Toplum aydınlığı bireylik olarak çok önemser. Halk için olanını eğitim mütaalası içinde, gerektirme olarak şu anda 8 yılla zorunlu tutmuştur. Birey ve bireylik kavramlarıda çok iyi bilinmeli.


    Bu yanlış oluşlar, güya (konu dışı olan) sorular konu anlatımı içinde işlendiğinde daha fazla detaya girmiyorum. Çok soru da, hiç konuyu anlamayan, konu ile uzaktan yakından ilgisi olmayan; öznel düşünceciliğin tüm yanlış ve yanılgıları ile, konuyla uzaktan yakından ilğisi olmayan, bir çıkarcı, mevzi savunma gayreti ile ortaya konmuş, akıl ve bilim dışılıkları hemen sırıtmakta.


    Cevap Yaz
  • Zaman Sarrafı
    Zaman Sarrafı

    Aydın da 'Halk'tır elbet. Lakin yön verer tohum, elenen, ( ya da ) elenecek çürük tohumlardan farklıdır. 'Seçme'de Yüzde yüz kabul varsa, bu, 'doğallık' anlamı taşımaz. Seçme, bireysel tercihlerdir, doğal olan değil. Bu yüzden, önceki yorumda yapılan eleştiriyi kabul edemiyorum.

    Cevap Yaz
  • Hasan Büyükkara
    Hasan Büyükkara

    Profesör Mete Tunçay'ın bir makalesi var. Başlığı ''inanılacağa inanmak, bilineceği bilmek''

    Çok esaslı bir felsefi konudur bu.Esasında her bilgi kabullerle, bedihi olarak alınan değerler manzumesi ile postülalarla başlar.. Yani inançlarla..

    Öte yandan her inanç eninde sonunda varlığını bilgi düzeyinde göstermek ve akla başvurmak zorundadır..

    Anılan profesör makalesinde şunu söylüyordu.

    Çağdaşlığın, en önemli bileşeni olan hümanizm i alalım..

    İnsanlar , insanları sevmelidir...

    Bu bilimsel bir bilgi değildir.Bir inançtır.

    Diyordu.

    Bir başka yaklaşım .Bir başka örnek verelim..

    Attila ilhan Hangi batı isimli kitabında , batı uygarlığının kaidesinin -üzerinde oturduğu zeminin- hristiyan kültürü olduğunu söylüyordu..Yani bugünkü batı kültürü eriyiğinde partiküller halinde hristiyani inancın bulunduğunu söyleyebiliriz.Demeye getiriyordu

    Necip fazıl ise batı uygarlığının üç temel sacayağının bulunduğunu söylüyor.

    Yunan aklı,Roma nizam şuuru ve Hristiyan ahlakı

    Benim yazıda katılamadığım husus şu ..Buraya kadar yazdıklarım bunun içindi aslında.

    İnanç ve bilgiyi kesin sınırlarla ayırmak mümkün değildir

    Her biri diğerinin alanını etkileyen,varoluşun sonsuz tekrarlarını oluşturan ve varoluşun sürekliliğini tetikleyen unsurlardır ....

    Mesela şu cümlesi yazarın...

    Demokrasi de bireysel seçme hakkı var. Seçimde 100%100 şeriat dendi. Kahhar ekseriyet doğal bilimlerin öğretimine hayır dedi, bunu halk istedi diye yapacak mıyız?

    Bu sorunun iması elbette yapmayacağız demeye getiriyor.

    Eğer yüzdeyüz bir kabul varsa zaten bizzat doğa bilimleri bunun mecburen olacağını yani şeriatın geleceğini söyler..

    yazarın bir başka tuhaf ayrımı dikkat çekiyor burada.

    halk ve aydınlar..

    aydınlar halk değil mi..

    Bir başka konu

    bilim her zaman aynı doğruyu savunmuyor

    önce atom maddenin bölünemez en küçük parçası diyor

    sonra da atomu bölüyor

    yani bilimsel bilgi nihai ve mutlak doğrunun adı değil

    zaten öyle olsa bir dogma olur...

    Ben yazının emek verilmiş ve antolojide ender rastlanacak biçimsel ve kurgusal bir yanının olduğunu kabul ediyorumDış yüzü itibarıyla emek yoğun bir üretkenlik.

    Ancak muhteva (içerik) yönünden defalarca eleştiriye tabi tutularak bugün artık bir diyalektik ve insicamından sözedilemeyen yüzyıl öncesine ait determinist ve doğmatik bir felsefenin üstelik zihinsel karmaşalarla ve çelişen örneklerle yapılan bir savunması olarak görüyorum..

    Düşüncelerinizde başarı dileklerimle...






    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (7)

Bayram Kaya