Halk da, toplumdaki laikliğin sosyal hayata getirilerini, getirinin nedenini bilmeden yaşar. Ve yaşayarak tüketir. Pek çok kişi bunun farkında olmayacaktır. Yapının temeli, kendi iradesi dışında, başlangıçta toplumsal hareket olarak belirmişti. Artık bütün yapılanma ve çözüm bu yapıya göre ve bu yapının içinde temellenecekti. Bunun değiştirilmesi, toplumsal yapı olmaktan çıkarılması, mümkün değildi. Toplumun dışında ne halk olur, Ya da evrensel bazda, halklar olabilir, neden bireyler olabiliyor. Ne zorunluluklarınızı bilebiliyorsunuz, ne de özgürleşip doğaya egemen olabiliyorsunuz.
Ve bile, bu toplumsal gerekliliği inançlar dayatıp belirlememişlerdir. İnançlar yapının dahli olmadığından, toplum inanç dışı sebeplerden var bulunduğundan, toplumsal çözüm ve üretimin nedeni de inançlar olamamaktadır. Yani sebebi kendi olmayan inançlar; toplumda çözümde kendisi olamıyordu.
İnsanlık, uzun bir toplumsal evrim süreci ve deneyimden sonra çekilen ıstırap ve acıların akan gözyaşı ve kanların pahasını, ancak köleci düzenin feodal düzene dönüşmesiyledir ki esaslı şekilde, elle tutulur çalışmasını düşünüp çözümlemeye girdiler.
İnançlar, halkın yaşamında, hala eskisine çok benzer biçimde vardır. Ama artık toplumlar yerlerini belirlemiş, ne olmaları, nasıl olmaları gerektiğini, acı tecrübe ile ve somut olarak bildiklerinden, laiklik toplumlarda bu belirlenim sonucunda vardır.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta