Bu üçlü yapının alanı belirgince belli olmayınca, gelişen toplumsal yapı, sorunları bilinip anlaşılmayıp, cevap verilemez olunca, bunalımlar kaçınılmaz oluyordu. Bu dönemde dinsel şiddet, baskı artıyordu. Zamanla bu dinsel gücü elinde tutan kral rahipler, dinsel anlamalarla toplumu düzenlemeyi sürdürür oldular. Gelişmiş din anlayışında bu halifelik olarak, göksel egemenliğin saltanatı olarak devam etti. Bu evrim, zaman içinde, somut koşulların topluma inançsal çözüm gibi sokulması ile inançların halk ve toplum üzerinde muktedir oluşunu artırıyordu ki, bu din adamları sınıfını ve egemenliklerini kat kat yaygınlaştırdı. Baskı otorite olup çıktı. Bu zorlanış laikleşme ve hoşgörü tutumlarını da yapılaştırışın başlangıcı olacaktı.
Toplumsal yapı iyice geliştikçe, dinsel yapı, ayağına pranga oluyor, taşınamaz bir yük arz ediyordu. Çatışmalar yüzyıllar boyu şiddetini artırıyordu. Artık savaşlar alttan alta, nesnel egemenlik savaşları kılığında, ama dinsel görünümlü idi. Dinsel karışma, toplumsal yapıda, nesnel belirlemelerle beraber işletilirken, güya gelişme dinsel anlayışlarla yapılıyor, tanrısal irade ile sağlanıyor, görünüş ve İlizyon yanılması, bakış aldatılması verdi.
Ne var ki gelişme gelenekleri dahi değiştirdiğinden, din ananelerden dönüşü, bir sapıklık ve sapkınlık görerek tam bir karabasan olup çıktı. Çünkü din, çok kere gelenekleri din, inanç olarak benimseyip tutumlaşıyordu. Eğer yeni bir din kuruluyorsa, yeninin yerleşebilmesi için, eski alışma ve alışkanlıkların, geleneklerin, yanlış olduğunu söylüyordu. Tabi kendisi için söylemdi. Eğer kendi gelenek ve uygulama benimsenme olmuş ise; eğer kendisi gelenek olmuş sürüyor ise, her yeniyi bidat ve sapıklık görme eğilimindedir. Bu da onun doğası gereği normal bir seyirdir.
Toplumsal düzen, toplumun üretim güçleri ve üretim ilişkileri ile bu üretimin, haksız paylaşılmasındaki bozukluktan kaynaklanıyorken, çözüm de, tam da burada olacakken, Tanrı buyruklarına uymamanın ahlaksızlaşmanın nedeni ile bu bozulmalar olunuyor sanılıp, öğretilendi. Sorun yapı içinde çıkıyor, yapı sorun oluyor ve yapı çözüm olması gerekirken, ahlaksızlık ve inançlara saygısızlık, tanrı emirlerine uymama, sorun ve çözüm olarak gösteriliyordu. Sorun da, çözüm de, tersten ortaya konuyordu. Hâlbuki ahlaksızlık, üretimin paylaşım bozukluğuna göre artıyorken: Ahlaklı olma, alçak gönüllülükle boyun eğiş olarak tanımlanıyordu. Bu da içinde çıkılmaz bir tevekkül edişti.
Bunun tutumun ilkeleşmesi, sunuluşu, bitmezlik ve tükenmezlikle; bıktırıcı, yararı olmayan kabullenişi uyuşturucu tartışmaları hep sorunu perdeliyordu. Sorunun çözümü gibi gösterilme yanıltmasına sık gidiliyordu. Buda çok büyük, halk ayaklanmalarına neden olup soruna Yüce Tanrı'yı muhatap kılma yanıltma ve yanlışlaşası oluyordu. Muhatap ortada yoktu, ama muhatabın söylediği kabul olunanlar, uygulayıcılarla, halkın ensesinde boza pişirilmesine dönüşüyordu.
Velhasıl, Tanrıların söylemleri de, toplumsal düzeni sağlayamadıkça, tanrıların ihtiras ve kaprislerinin, bu düzensizliği yaptığı kanısına vardılar. Önce bir hiyerarşi yapıldı: Kişi tanrıları, örneğin İbrahim'in tanrısı, aile tanrıları (Laban' n aile tanrısı) , klan tanrıları, şehir tanrıları site tanrıları gibi. Sonra en egemen yerin tanrısı, bu sıralı Tanrıların tümünün özelik sıfatlarını, üzerinde topladı. Böylece Tek Tanrı fikri gelişti. Artık erdemleri ve toplumsal düzeni Tek Tanrı sağlayacaktı! Başlangıçta laik gelişen kişisel anlama tutumlu inançlar, toplumsal yapının oturması ile toplumsal yapıya akıl erdiremedikçe Ya da akıl erdirmeyi gizlemek için, din; yapıyı düzenlemeye katıştırıldı. Artık akıl dışlanmıştı.
Mani dininde, bir sentez ve hoşgörü egemenlikli yapı belirdi. İslamda da, tam olmasa bile, Laik yapı ve söylemler, hoşgörüyü destekleyen tutumlar benimseniyordu. Ve aynı zamanda da, tamamen bunların karşısında, laik ve hoşgörüyü görmezden gelen yapılar yan yana zikredilip beliriyordu. İslamın başlangıcında var olan Yahudiler hicretten sonra Medine ve çevresinde, sebebi ne olursa olsun, hiç kalmamıştı. Sebep yaratmak kolaydı!
Toplumlar somut koşullara göre biçimleniyor ama bu biçimlenişlerin Tanrı'sal buyruklar olduğu söyleniyordu. Böylece, toplumun üretim gücü, üretim ilişkisi ve refahın paylaşımı ne kadar değişirse değişsindi, çözümler ilahi ve değişmez olduğu için, çözüm olmuyor huzursuzluklar ve şiddet terör büyüyordu. Bunun biraz yorumlarla, laiksi serbestleştirmeleri yapıldı. Ama buda yeterli olmuyordu. Özellikle Abbasiler döneminde, bundan vaz geçilerek, yönetim tamamen akli ve Zerdüşti ve komşuları gibi yapılaşma için değişik yollar izlendi ve Abbasiler görkemli bir imparatorluk yapısına gelişti.
Bunun en güzel örneği, Arap Müslüman fatihleri, Asya'da Talas Irmağı'na, Avrupa'da Fransa içlerine değin sokulurken uyguladıkları pratik yasalar, islam referanslı olmayıp, toplumsal referanslı, hatta beğenmedikleri Zerdüşti kültür temelli, Sasani yasalarını örnek almışlardır. Çünkü inançsal referanslar, toplumu düzenlemeye hiç yetmiyor, cevap dahi olmuyordu. Kişi hayatına denk gelen, ama pek çokta toplumsal referansla uyuşmayan normlardı. Cevap gibi olanlarsa, bir kabile ilişkisini düzenlemeden öteye, hiç yarar sağlamıyordu.
Buradan biraz geriye Roma egemenliğine döndüğümüzde, manzara şu: Komünden toplumsal yapı çıkmıştı. Toplumsal yapı halksal yapı ile toplumsal üretimi biçimledi. Özel mülkiyeti gerçekledi. İnançsal ritüeller günlük yaşamla at başı yaşandı.
Süreç içinde ki gelişme bu toplumsal yapıyı köy ve şehir yapılarına dönüştürürken, özel mülkiyet, üretim güçleri ve üretim aracı yoksunu kitlelerle, köle emeğini iyice ortaya çıkarıp çelişkilendirtmişti. İnançlar bu gelişmelerin ideolojilerine uygun olarak sistemleşerek dinleşti. Önce çok Tanrı'lı dinler sonra da tek Tanrı'lı dinlere evrimleşti.
Roma egemenliği, çok büyük çapta, köle emeğine, hele fetih, köle emeğine dayanıyordu.
Geniş çaplı ve çok büyük, organize olmuş köle emeği temelli, üretimler Lâtifundialarda yapılıyordu. Köleci toplumu, feodal topluma dönüşecek gelişmeler in sancıları alabildiğine artmış, uç vermişti.
Bu dönüşmelerin karmaşıklığını ve çelişkisel huzursuzluğunu yaşıyordu Roma...
Haksızlıklar, çapullar, baş edilemeyen köle isyanları, barbar kavim saldırıları Romanın dönüşemeyen mantalitesini barbarların kılıç darbeleri ile feodaliteye dönüştürecekti önce Batı Roma imparatorluğunda.
İşte bu dönüşümün inançsal işlemliliği, pek pek çok, kâhin, rabbi, vaftizcileri, aynı zamanda ve aynı coğrafyada, buluşturup, toplumsal tedirginliğe paralel, peygamberlerce işleniyordu.
İsa, “ben Musa şeriatını sürdürmeye geldim” diye kabul olunurken, Musa şeriatının da Musa inanırlarınca, iyi anlaşılmadığını töhmetli yordu. Hatta değiştirildiğini bozulduğunu söyleyip, Musa'nın olmayan yepyeni kurallar getiriyordu. Daha doğrusu süreçleşeni, ortaya çıkanı, yeniyi, göksel saltanatın egemenliği olarak sundu. Kuralları, ete kemiğe büründürme rolünü gerçekliyordu.
Sürecek 7
Bayram KayaKayıt Tarihi : 16.6.2008 15:42:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!