Laiklik, halkların iç barış mantığı, toplumların bilim üretiş mantığıdır. Toplumsal açıdan toplumun üretiş ve yönetiliş mantıkları, kendi ilişkiselliğinin güncel ve değişken dinamık oluşla işleyiş kutsallığıdır. Değilse varsanılı bir kutsallığın buyurmasına göre gerçeklenen değişmezliklerin yada kutsallıkların olmamasıdır. Halk bağlamında ele alındığında, halkın özel inançlarını uygulamada akılcılıktan çok, imanın esaslarını ön kabul alır. Yani mümin inancı içindeyken laik olamayabilen, bir gerçekçi yapısı vardır. Burada iç barışın mantığı hoşgörüdür.
Laiklik, toplumların yönetim ve üretişlerinde aklı ve bilimi ön esas almaları, din işlerinin, devlet anlayışında ayrı ve halkçı bir alan yapısı içinde gözetilmesidir. Hukukun üstünlüğünü kabulle etmekle ve beşeri hukukun egemenliğini sağlamaktır. Ve kitlelerin yönetime katılması mekanizma ve inançlaşmasını insanlara kazandırmaktır. Yani, inançların 'ulul emre itaat edin' deyişiyle kişilerin sorumluluğu bir başkasına atması kolaycılığından, kişilerin kendi sorumluluğunu kendisinin taşır olmasıdır. Eş deyişle yönetimin boynunuzda boza pişirmesine hukuk içinde izin vermez olmanızdır.
Tarihi süreç içinde sosyal birlikçi yapıdan toplumsal yapıya totem tabu anlayışın otoritesi ile gelindi. İnsanlığın totemci tabu anlayışları, insanların anlama ve eylemlerinin meşruca olumlanma aidyet çekimleştirmesi olarak tarih sahnesine konan nesnel tabu ve totemcilik olgusunun otorite gücüdür. Totem ve tabu kutsiyetli inançsal tekli anlayışa dayalı otoriter mantık, toplumsal yapı içindede karşıtına doğru yavaş yavaş dönüşmesi çok uzun yıllar sürdü. 1789 hareketi ile bu egemenlik kırıldı. Ve totemci tabu olumlama meşruiyet anlayışı ve kavratılışı yerini akla, çoklu ve deneysel olan mantığa, kuşkuculuğa dayandıran, 'laiklik' dediğimiz otoriteye yerini bıraktı.
Aynı halk, dış sokak davranışında, farklı inançlardaki insanlarla, tutumsal girişmeleri vardır. Halkın bu girişmelerinde, diğer insanların, farklı inançları, vicdani kanaat özgürlüğü içinde, seçme hakkına saygı duymasıdır. Böylelikle halk laik benimsemeyi mantıklaştırmak zorundadır.Başkasının inançlarına anlayışla davranırken, kendi inançlarınada saygı gösterilmesini bekler.
Laiklik toplumun akıl kullanma otoritesidir. Yani vicdani bir kanaat özgürlüğü değildir. Bu, hoşgörünün ve halkın işidir. Temel tezlerimin ikincisi bu. İnançlar halka ait (halksal) olurluk yaşayışının, hoşgörü ile tutumlaşmasıdır. İnançlar toplumların bir ihtiyaçtan ötürü, her gün ve sürekli ürettiği bir gereklilik değildir. Oysa toplum, sürekli ve yeniden ve yeni üretim alanıdır. Bir gereklilikler alanıdır. Bu yüzdende toplum bir laikleşme alanıdır da...
İnançlar ve dinler olduğu için laiklik vardır. Normal şartlarda insan nesnel ve somut davranışlı olmaktadır. Soyutun bilgisi, nesnelin soyutlanıp ulamlandırılışıdır. Bu ulamlaşışlar gerçeğe ne kadar yakınsa, gerçekliği ne kadar yansıtabilirse, o kadar doğrudur.
Oysa inançların soyutlaması alabildiğinedir. Laiklik, insan-insan ilişkilerinde girişen balans edimlerle buluşup, karşılaştığımızda; karşı kişilere davranışımızı belirler. Bir çeşit hoşgörü belirmesidir. Herkesin vicdani kanaat taşıyıp, istediği gibi inanıp, inanmaması ile içselleşir. Bu içsel farklılığın dışa yönelmesiyle, karşılaşan dış farklılığını sindirir bir kabullenme içinde olunması laiklik alanı içindedir.
Kişilerin halk içindeki insan-insan ve insan-gruplar ilişkisi, laikliğin hoş görme aracı ile düzenlenirken, toplumda bireylerin inançsal bir ilişkilenişiyle toplumsal ürettirişin aracı yapılamaz oluşudur. Bunlar içselliğin dışla sağlanır oluşunun alabildiğine olamayan, karşılanır ihtiyacın dışla giderilebilir olma çelişmesidir. Birey (kişi) toplumda laik olmak zorundadır. Çünkü birey, toplumun malıdır. Toplumun nesnel soyut, üretim ve ürettiriş ilişkilerinin en etkin öznesidir.
Kişiler laik olmaz devlet laiktir sözü oldukça banal düşünmeden uydurulmuş bir kof cümledir.
Üstelik olabildiğince ajan kışkırtıcı bir haklı kılışla, kendini kopyalamak isteyiştir. Yine kavram kargaşası, yine sorunu tersten ortaya koyuştur.
Laiklik, inançlar gibi içten doğan, eğilimsel bir tutumlaşış değildir. Tıpkı paltoyu giyişinizin çevrem soğuktan olmasının zorlanması gibi, laiklikte dışsal kişinin giymek zorunda olduğu bir akli; kişi-kişi ve kişi-toplum karşılaşma girişimli, üretimsel tutumdur. Değilse kişi, Tarzansı yaşam (sosyal birlik olmadığından) belirimi ile hoşgörülü dahi olunamazdı.
Acıkmanız nasıl içsel bir zorunlu tutum ise, yiyeceğinizin; bulunup bulunmaması, yiyeceği sağlar oluşunuzda, dışsal zorunlulukların tutumlaşmasıdır. İçseliniz elbet sizi, acıkmamanız; diye bir durum lama ile yönlendirmezdir. Ancak acıkmanızın karşılanıp karşılanmamasını Ya da sizin istediğiniz kadar değil de ne kadar karşılanacağı dış nesnelliğin zorunluluğudur. Bulabilmeniz Ya da hiç bulamamanızdır. Tarzan davranışınız kısmen laiktir. Çünkü Tarzan yaşamınız sosyal ve toplumsal girişimle belirlenmemişliktir.
İşte, inançların içsel kaynağının, bizi; laik yapmasını düşünmemiz mümkün değildir. Bu ben açlığın gereğini karşılamam, diyememeniz gibidir. İçselinizle, inanılan güce eğimleşir olmak zorundasınız. Nasıl açlığın sağlanması, üretimsel ve sosyal bir adapla, sağlanması mümkün kılınmışsa, inançlarımızda, dışla; dışın sosyal varlıklarıyla ve toplumuyla, karşılaşıp giriştikçe zorunlu olarak bizi laik kılmıştır. Laiklik, dış nesnelliğinin dayatmasıdır. Ve için gereklerini karşılanması için bize, uygun cevaplar sağlar olmasıdır.
Kişilerin iç durumsalı elbette laik (akılcı) değildir. Ancak aynı kişilerin dış durumu (yani iç durumun isteğini dıştan karşılar olması) zorunlu olarak laiktir (akılcıdır) . İnanç akılcı değildir.
O halde kişi, içsesliği gereği içgüdüsel ve laik tavırlı olmayacaktır. Ama içgüdü eğilimlerinin (inanç eğilimleri; biyolojik ve sosyal miras kanı ve sanılar, miras duygular) sağlanması için dışla karşılaşması ile ve isteklerini sağlayışların girişip, biçimlenip sınırlanması, kendi kendine zorunlu bir organizasyondur. Şu halde, kişi, dışsal olarak laik olmak zorundadır.
Nasıl palto giymek içinizle belirlenmez, ama içinizin bir isteği olup çıkmıştır. Laiklikte kişinin elbet içiyle bilip talep edeceği bir durum olmayıp, talebin dıştan karşılanması ile öğrenilen bir gerektirme, için sindirir oluş yansıma bilincidir.
Laiklik, inançların halksal yaşamdan belirişi ile temelde; toplumsal siyasanın meselesini ve ortaya konuluşunu işlediği kavramdır. Bu başlangıçtan tarihin uzun bir evresine değin böyle sürmüştür. Ta ki, tek Tanrılı anlayışlar ortaya çıkıp, yönetimleri düzenler ve toplumda da işlerlikle etkinlik yaşayana değin. Monoteist anlayışla bu müdahaleci durum en keskin ve etkin sürece sokuldu.
Bu teokratik anlayışla birlikte, din ve devlet işinin ayrı olabileceğine dair anlayış ve bunu ifade eder zayıf söyleyişlerde anıla gelmeye başladı. Bu disiplinin şekillenmesi, en belli ve disiplin erlik kazanması, elle tutulur mücessem oluşu bu sürecin 18.yüzyılda ete kemiğe bürünmesi ile ortaya çıkacak, taraftarları keskinleşir olacaktı. Artık değişen bir eğitim ve anlayış meselesinin bir sürekli üretir oluşun tutumlaşması meydan alacaktı.
Toplumsal siyasa, geliştirdiği bu kavramı, devletin temellerinden biri yapmıştır. Yani laiklik toplumsal yapı eli ile devletin otoritesi olmuştur. Böyle olunca da, halkın; laiklik diye bir sorunu yoktur. Çünkü halk yaşamı toplumsal yaşamdan çok çok farklı ve toplumsal yaşama ilintili bir alandır. Laiklik toplumun işleyişi, halkın kamusal alandaki belirişinin halktaki belirişine nazaran resmileşme, yurttaşlaşma bilincidir. Yurttaşlık toplumun birey ve halkını toplum ve halk için katılımcı yapan görevlendiriştir.
İnsan yaşamındaki, inançsal baskıların, ortaya koyduğu sorunsal, toplumda laiklik olarak belirdi. Bu baskılar, halksal olarak da, hoşgörü, kavramlarının evrimsel oluşturulması ile insanlar inançsal çatışmalardan nefes alır oldular. Öyle ki inançlar, bir zamanlar, insanların hem çok yarar gördükleri, hem de önlenemez, karşı konamaz, zararlarını gördükleri bir sosyolojik, kişisel, grupsal, halka değin yaşamsal olgu idi.
Ancak, laiklik sorunu olmayan halkın da, hoşgörü sorunu ve hoşgörülü sosyal yaşam icadı vardır. Şu halde; inançların, insan, halk ve toplum yaşamında, aşılması gereken bir takım sorunları daha doğrusu uyumlaşması vardır. İşte bu sorunsal, toplumsal üretişte, devletin uhdesinde, laiklik düşünsel evrim yararcılığına yüküm edilmiştir.
Halktaki inançsal huzursuzluklar da, hoşgörü ile sosyal evrimsel, sosyal var edişlere gitmiştir. Laiklik toplumda, ideolojik ve hukuksal, nesnel, somut ve objektif düzenleme olmaya, yol olmuştur. Halksal hoşgörü düzenlemesi, soyut, subjektif, bir türden olmayan; töresel, geleneksel, düzenleme olmaya yol almaktadır. Hoşgörünün yararı ve üretim işleyişi de budur.
Toplumun hoşgörü yerine mazeret dinlemesi vardır. Mazeret sizin kurallılık ve yasal sınırlarla normatifliliğinizle belirlenir. Konjonktürsel aksamalarla, engellerle ve bilinmez karşılaşmaların Ya da hastalık kaza gibi durumların öngörülebilir görev yapamama veya aksatma amilleridir.
Mazeretin sorumluluğu sunanındır. Ve müeyyideyi gerektirir.
Hâlbuki hoş görüde, sorumluluk müeyyidesi nesnel değildir. Ve sorumluluğu müsamaha eden üslenmiş gibidir. Müsamahaya makul oluş sorulabilirde hiç sorulmazda. Müsamaha konusu herkese aynı geçerlilikte değildir. Müsamaha edeninde sorumlu olarak müeyyide alacağı kuşkuludur. Halkın müsamahası, öznel kişisel olabildiği gibi, kuşak hiyerarşisi de içerir. Bu nedenle toplumlar arası ilişkiler de, müsamaha içermez. Çünkü toplum müsamahanın sorumluluğunu üslenmez.
İnançsal yapı ve baskı, tarihsel süreçte, yapının içinde çıkan bir yapıdır. Yani yapıdaki yapıdır. Toplumsal süreçte mücadeleler somut ve ilişkiseldir. Toplumun üretimi ve bunun paylaşımındaki süreklilik, insanı ve toplumsal yapıyı, toplumsal yapı üretişinin süreçleşmesidir. Dünyevi yönetimle, uhrevi algılanış, farklı farklı, uyuşmaz düşünsel düzlemsel alanlardır. Bu anlamalarla nedeni iledir ki, inançlar toplumsal işleyişte yoktur. İnançların, toplumsal işleyişte, somut gerekçe olamayışları nedeni ile inanç ve toplumun beliriş alanları, ayrıştırılmaya başlanmıştır.
İnançlar, ilişkisel inanç olmaya, komünden kopuşun başlaması ile tomurcuklanmıştır. Nasıl ışığın nesne ile zorunlu ilişkilenişinde, kendiliğinden, gölge çıkmaktadır. Ve nasıl ışığın amacı, gölge çıkarmak değildir. Işığın kaynağı ve sayısal çokluğu, ışıkların şiddetinin farkına göre oluşu, aynı nesnede, “gölgelerle' de zorunludur. Bu gölge veya gölgeler, ışık-nesne ilişkisinde, aynı andaylıklıdır, bağıntılı beliriştir.
İşte kişinin komünde ve mantıkut Tayr, iletişimi esnasında, var olan “”animist””, “”mana”” yüklemli kanı ve sanı zeminli, inanmaları; zorunlu olarak, insanın kuruntu mistik algılarıydı (çünkü ortada daha henüz, bilgiye dayalı 'dinleşecek' inanmaları yoktur) . Bu algılarla, yeni oluşan hünerli emeğin şekillendiği tezahürler, karışarak vücut bulmaya başladı.
Dinsel, inançsal algılayışlar, önce; ''artık zamanın'' ortaya çıkardığı, ateşin çekiciliğindeki oyun ve seremonilerin alışkanlık yapması ile biçim aldı. Bu seremoniler sosyal birlikteki günü kontrol eden anlamlandırmanın ihdasçısınca beklide, günü kotaran bir geçişme gibi iken tekrarı ve ritüelsel olmak zorundaydı Yani bazıları yapmacık taklitlerin sergilemesi ile başladı. Bunlar öznel yansıtılışlardı.
Sonrada hünerli emek ve araçların, yine zorunlu olarak ortaya koyduğu, özel(eşme) mülkiyetle çıkıp süreçleşecek; hırsızlık, zina, insan öldürme, yalan, aldatma, yoksulluk gibi bir yığın, olumlu olumsuz tutumların sırrının anlaşılamamasının, kanı ve sanıları ile benmerkezci duyguların katıştırılması ile çeşitli değerleme anlayışları, aklında kendi ilişkisel yansıtışı olarak belirdi.
Bu yüzden, bu kanısallık, sonradan ahlaki olacak tutumların çözümüne, inançlarının katılımı olacaktı. Kendinde var bulunan, dış dünya yansıması “”mana”” ve “”canlıcılık”” kavramı, usuldan usuldan, yeni yaşam biçimi olan; “toplumsal yaşayıştaki” bu ahlaksızlıkları, hem çözmeye, hem de yönlendirmeye uzanacaktı. Bu inançsal, büyüsel tavırlar; el vurma, sopaları, taşları birbirine vurma, tepinme, zıplama gürltüleri eşliğinde ki ront hareketleri, hem dansı hem oyunları ortaya çıkardı, hem de dans ve oyunları figürlediler. Dahası bu halkın günlük olağan vaz geçilmez alışkanlık ve istenir tutumu oldu, benimsendi.
Soyutlama ve anlaması, toplumsallıkla; kişi-birey: birey- alet: birey- araç-üretim: ilişkisiyle hızla gelişiyordu. Sonradan da, bu yapıda, bunun “dinleşme' biçim alış süreci, İ.S. ki 7. yüzyıla değin, iyice ve çok çok farklı biçimlerde gelişti.
Bu gelişme içinde, laikleşme süreçleri de, dini gelişmenin yanı sıra, gölge hareketi olarak uç verdi. Yani inançların kendiside, üretimi olan toplumsal halksal anlama olan laiklik ve hoşgörü de, bunlara bağlı bir “”gölge hareket”” olarak farkına varılmasa da, meydana çıkıvermişti. Bu nedenle, bunun, özellikle İsa dönemin de, patlamış bir ifade düşüncesi olarak, görmek mümkündür. İncil’de İsa'nın bir diyalogunda şöyle bir geçiş vardır.
Hz. İsa’nın doğduğu çağda Ortadoğu’da, bilge, rahip, müneccim, rabbi (öğretmen) kişiler peygamber kılığında, birçok insan dolaşıyordu. Aslında Hz. Isa da bunlardan biriydi. Laikliğin belirgin izinin İsa'da olduğu söylenebilir. İsa'yı isyana teşviklikle, tutuklatmak için bir tuzak soru sorarlar. “”Yukarıda Tanrı dururken Sezar'a vergi vermek doğru mudur? ”” demişler. İsa bu kurnazlığı sezdiğinden; “”Sezar'a verdiğiniz parayı gösterin”” der. Para üzerindeki resimi işaretle, “Bu kim? ” der. “”Sezar”” cevabını öğrenince; “”Öyle ise Sezar'ın hakkını Sezar'a; Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya verin””(Matta-İncil) diyerek din ve dünya işini ayırma iradesi belirtmiştir. Bu zemin Hıristiyan teologlarca kilise egemenliğine karşı akılcılığı savunmada dayanak olmuştur.
Tarihsel sürecin ortaya koyduğu Laiklik anlaması, inançsal baskının, en karanlığın yaşandığı yerde, bu oluşumun, bir belirmenin, bir uç verir olmanın; bir ışıma olarak, kendini belli edeceği kaçınılmazdır. Bu ışıyış, laiklik diye addolacak sezgili anlamayı ve somut içlemle içi doldurulacak olan kavramın, yaşantılaştırılmasıdır. En temel olan, toplumsal alanın yeri artık iyice anlaşılmıştır. Temel üzerine oturtulacak inşa süreçle işlenecektir. Bu işleniş ve işlev gen oluş, temeli kemirmeden, ışığın çekeyi ile kendini dayatacaktı.
Hantal ve köhneleşmiş bir yapı, kendi kendinin sorununu, çözümünü; kendisinin içinde üretemez ise, toplumsal yaşam, bazen geniş toplumsal, halksal hareketle aşılacaktır. Üstelik “Fransız ihtilalı “ gibi bir bedelle, iyice olgulaşıp, gözlerde, zihinlerde değer olacaktır. Refleksleri gelişmiş toplumlar için, bu bedeli ağır olan toplumsal devrim, aynı mealde, bir daha tekrarlanması sosyolojik olaya kapanacaktır.
Sürecek 1
Bayram KayaKayıt Tarihi : 5.6.2008 21:05:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!