Bir inanç ister Musevilik, ister İsevilik, ister Mazdekilik, ister Hinduizm, ister Zerdüştî’mi olsunlar. Her biri oluştuğu dönem ve zamanın gelişmişlik düzeyi olan güncelliğin düşünce mantıklarıyla ve gelenek görenekti bilgileriyle, dünyayı yorumlayıcı ve dünyayı yaşantı aşıcı bakış tarzlarıyla, birer kopya kalıp oluşmuşturlar. Bu nedenle inançlar, daralan bir mantıktırlar.
Kalıp olmaları, genel olarak tartışma ve uzlaşma var etmemeleri, içinde muhalefeti barındırmaması hele dini inanma oluşla bir harfinin bile değişmemesi, karşı gelinmemesi basınçlarıyla tam bir otorite ve diktatörlüktürler. Sonuçta inanç; insanların yarar zarar oluşla kullandıkları bir sosyalci avatar yapılaşmadırlar. Oysa birlik düşüncesi karşıtların (olumlama ve yadsımanın) birliği ya da tekliğidir.
Bu dar donmuş hal kalıplarıyla ne zamanımızın hal çaresidirler. Ne de şimdiki öznelliğin düşünce mantık kalıbıdırlar. Bütün düşünce devinimlerini; deve hareketlerinden örneklerden çıkaran düşünce felsefesiyle; günümüzdeki düşüncesini evrensel devinmenin işleyişinde, iyon devinmeli kuantumdan çıkaran düşünce ve mantığın düşünce inanç felsefesi, aynı olur mu?
Hangi inanç olursa olsun, düzeyleri bağlamında ve geleceği taşımamaları bağlamında dar mantıktırlar. Bu darlığın şimdilik iki neden sel özelliğini söylemek konunun anlaşılıp yorumlanması bağlamında inancı yetilerimiz konusunda yeterli olacaktır, kanımca. Birinci neden tarihselliktir.
İnancın Tarihselliği
Tarihsellik bir süreçtir. Süreç, geçmiş olay ve olgularıyla geleceğe doğru uzayan oluşların kesikli sürekliliğidir. Bu oluşlar bağlamda ne Dünya; ne Evren; özelde de ne insan; ne insan yaşantılaşması; ne insan düşüncesi; ne inanç sitemleri; kendi oluştukları dönemlerle; ne tamdılar, ne de tam olması gerekeni söyleyebiliyorlardır.
Yani inançlar geleceğe göre doğal olarak kör ve erken doğumla prematüredirler. İnançlarda sınırlı bir “olmuş olan”, geçmiş vardır. Ama “OLUŞ” yoktur. İnanç, oluşsuz olmakla; tamam olmamakla donmuş bir tarihi dönem parçasıdır. Böylesi bir filim karesinin panoramasıdırlar. İnançların darlığı hem yerel olmasıyla, hem bölgesel oluşuyla ve o kavime dek geleneklerle sınırlıdır. Hem de, kendisinden sonrayı içermemekle sınırlıdırlar.
Hem de kendisinden öncenin çok çok 100-150 yıllık geçmişini yaşantı sal oluşla bilmesiyle sınırlıdırlar. Bildikleri de kendi düzlemlerindeki çağdaş zamanın bildikleri değildirler. Örneğin MS. 7. Yüz yılda Arap kültürü ontolojiyi "KUN" denen OL sözcüğü ile açıklarken; Bundan 1200 yıl öncede MÖ: 6. ve 5. yüzyılda Yunan kültüründe Parmenides ontolojiyi mantıki diyalektikle, değişmezlikle ve özdeşlik ilkesiyle, statikliği (durağanlığı) gerçeklik sayıyordu.
Parmanides Ontolojik düzlemde görünüş ve gerçeği ele alıp işlerken; Epistomolojik düzlemde akılcı olanla duyguya dek olanları güncelin akışı içine katmıştı. Buna karşın Heraklitos Oluş ve devinim her şeydir derken ontolojik olarak biçim ve özü, devinimle açıklıyordu. Karşıtların birliği ve savaşımı olan LOGOS düşüncesini ortaya koyuyordu. Aynı ırmaklara girenlerin üzerinde farklı sular akar diyordu. Daha pek çok filozofların bu konuda şuur açıcı diyalektikleri vardır.
Bundan habersiz olan MS 7. yüz yıl Arap Dünyasına "bu nasıl olur? " diyen bir ontolojik soru sorulduğun da; elbette cevabını size KÜN ile açıklayacaktır! Kûn Fe Yekûn; ol der ve olur. Ontoloji o günün Arap dünyasına, 1200 sene önceki Yunan’ın bildiği kadarıyla da bildirilemiyordu!
Bu nedenle inancı kültürlerin dünya ölçeğine göre bilmedikleri konu, pek daha çoktur. Dünya kültürü geçmişini bilir. Ama yerel kültürler; Yunan örneğinde olduğu gibi geçmişin hayli sonrasında dahi, Dünya kültürü içindeki, o düzeyde kültürleri bilememesi çok olağandı.
Yerel kültürler 100-200 sene uzağında olan geçmişin dışındaki geçmişi pek bilemiyorlardı. Vaki ören yerlerini sapıklıklarıyla helak edilmiş inancı dini milletler olarak tanımlıyorlardı. Şimdi yazara, yerel kültürlerin 2000-3000 yıllık tufanı bildiklerini diyeceksiniz! Asla bilmiyorlardı. Anlatılan tufanı, güncele göre içini doldurup yorumluyorlardı.
Tufan aktarımı da sissi, bulanık ve tamamen muğlak oluşlarla o dönemdeki insan bilgilenmesi içine sunuluyordu. Tufanlar insanlığın ittifakı dönemine dek ilk girişmeli süreçlerinin olaylarıdırlar. Tarihi bir kırılma sürecidirler. Ki bugünkü anlatılan tufanla hiçbir bağıntısı yoktur. Söz gelimi ittifakı dönemin yer gök ehli ile İsrail’in, Hristiyan dünyanın ve Arabın yer gök ehli anlayışı, aynı kavramlar değildiler.
Üstelik temas eden, ittifaka gelenlerin hiç biri insan değildi. Bu hakir görülme anlamına insan değil hayvandılar gibi bir söylem asla değildir. O dönemde ne isimler vardı, ne gruplara isim verilmişti. Ne de gruplar, hemcinsimize insan diyeceği bir sözcüğün üzerinde ittifak etmişlerdi. Bu, grupları ifade edecek kavramın olmamasıdır. Yani hiç bir grup aitine insan denmiyordu. İnsan kelimesi, insan denen dil kavramı dahi yoktu. Kimlik ve aitlikleri grup kavli oluşla totemleriyle anılabilir bir totemiydiler.
Sürecek
Bayram KayaKayıt Tarihi : 14.10.2013 22:02:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Bayram Kaya](https://www.antoloji.com/i/siir/2013/10/14/inanc-1-3.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!