İMKÂNSIZ İSA
Ölümün
Sebepsiz ürpermelerin
Ve her şeyin daha doğusunda
Yüreğimde haç kırıkları imkânsız bir İsa
Kediler üstüne benzin döküp aydınlanan sokaklarda
Yalnızlığı yürüyen kül toplayan adımlarla
Yıkılası yüksek mahkeme koridorlarında
Üst geçit Vakko ve vitrin olursa dünya
Düşerim yükü ağır bir Yahudi’nin geçtiği yola
Ya bir de Yahudi körse
Yol olur yüreğimde erirse
Annem saçlarıma yağlar sürerse
Kaşlarımı keserse yüzümün aydınlığına
Sonra ben hıçkırıklı bir keman sesi olursam
Sonra asılıp öldüğüm olursa
Yenilmişlerin yıkık omuzlarına
Parlayan bir gül gibi umut ve gözyaşına
Konuk olursam yoksul oluşuma
Ekmek ile kan arasına konan
Taşları gibi gurbetçiliğin
Yüzümü silmeye başlayan bu uzun maviliğin
Ey bozgunumun hasadı gurbettir adın senin
Sen hangi dağı yüklesen incelen sırtıma
Ben hep uzakların yakınında
Yenilmişlerin yıkık omuzlarına
Süzülürken akıttığım kanım
Tanrım sana yaklaştıkça kararım
Güvercinlerin kederi gibi
İnce bir dal gibi kırılıyor canım
Yarabbi şükür sıcağı yağan yağmur altında
Gönlümde narlarım parça parça
Kaldığım esrik biçimler içinde
Mumdan gemilerle ateşten denizlerde
Geriye kalan nedir diye sorulsa
Siz değil yağan yağmur sorsa
Burada bir ağaç yanıyor derim
Cebimde mendil diye taşıdığım kefenim
Kolongo da
Karlarla kaplı cami avlusunda
Köpeklerin kemirdiği ayak izlerim
Ankara da Atatürk Bulvarında
Benim sokaklarda yürüyüşüm
Akşam gezmelerim sokaklarda
Gözlerden düşmüş kırık bir kukla gibi
Uçurumlardan zirvelere düşerim
Düşerim zirvelerden uçurumlara
Dayayıp yüzümü ateşlerin aynasına
Bir şiirden çıkardığım mermileri
Gözlerimde kanarken masalımın rengi
Yüzümde çöl tozlarının yağmurla geleni
Geçip giderim bu firavun günleri
Kirli ve sarı bir vitrin önünden
Geçip de gider gibi
Kayıt Tarihi : 18.10.2010 00:03:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)