İlkler - 8 (Hikmet Çocuk 'un İlkleri - 8)

İsmet Barlıoğlu
1529

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

İlkler - 8 (Hikmet Çocuk 'un İlkleri - 8)

İlk Sarsılış

Hikmet Çocuk arkadaşlarıyla birlikte yine oradaydı.
Buranın bir çiftlik işletme müdürlüğü olduğunu ana kapıdaki yazıdan öğrenmiş olduğu halde, nasıl bir yer olduğu konusunda tek bilgisi yoktu. “İşletme” nin anlamını bilmiyor, “Müdürlük” ü ise bir tür başöğretmenlik sanıyordu.
İşletme, Ermeni maşatlığının arkasından başlayıp dağların yamaçlarında son buluyordu. Çevre duvarları arasında ana yapı, yatakhane, yemekhane, çayhane, ekim alanları ile büyükçe bir başka alan ve alanın ortasında da bir pınar vardı.
Pınarın çevresi bir dinlenme yerini andırmaktaydı. Pınarla önündeki üç uzun yalağı yosunlu kaba ağaçlardan yapılmışlardı. Yanında-yöresinde ağaçtan kesme sıralar, ağaçtan kesilme masalar göze çarpmaktaydı. Beyazdan pembeye çiçekli dallarla kuşatılmış olan pınar, cennetten bir köşe gibiydi.
İçinde ikindi güneşinin solgun sarı ışıklarının oynaştığı su dolu ağaç yalaklarda çocuklar, kibritten kişileştirilen atlarını yüzdürmekte ve birbirleriyle yarıştırmaktaydılar. Yarış her defasında anlaşmazlıklarla bozulup yeniden başlıyordu. Su içindeki tartışmalı atyarışları, gerçek atların ahırdan çıkarılmalarına kadar sürüp gitmiş, ancak, onların çıkarılışı, kibrit çöpü atların varlığını, güzelliğini, üstünlüğünü tek bir anda unutturmaya yetmişti.
Atlar Hikmet Çocuk ‘u zor anlatılabilecek bir ölçüde büyülemekteydi. Şaşkınlığından gözlerinin faltaşı gibi açıldığından, alt dudağının aşağı düştüğünden ve bakışlarının hayvanların bedenlerine perçinlendiğinden kendisinin haberi bile yoktu.
Ortada iki at ve başlarında da iki adam vardı. Adamların büyükadam oldukları giysilerinden, davranışlarından, dura dura konuşmalarından belliydi. Birbirlerinin sözlerini hiç kesmiyorlar ve her söze başlayışlarında birbirlerine “Mühendis Bey” diye sesleniyorlardı. Hikmet Çocuk “Mühendis” in ne demek olduğunu bilmemekle birlikte onun çok önemli bir şey olduğunu sezinliyordu.
Atlardan biri kesmeşeker rengindeydi. Obirinin rengi ise, ince bardaktaki demli çay gibiydi. İkisinin de duruşlarında ve başlarını dimdik tutuşlarında insanı büyüleyen birer soyluluk göze çarpmaktaydı.
İkindi güneşinin yorgun ışıkları atların pürüzsüz bedenlerinde dolaşıyor, şuralarında-buralarında görkemli pırıltılar yaratıyordu.
Hikmet Çocuk, öte yandan nasıl göründüklerini anlayabilmek için, çekingen kıpırdanışlarla obir yana sarktı ve atların iki yandan da benzer olduklarını saptadı.
Atların çevresi az zamanda bazı başka adamlarca da sarılmıştı. Demliçay rengindeki atın yelesini okşayan büyükadamlardan biri, yanındaki büyükadama bir şeyler anlatıp durmaktaydı:
- Mühendis Bey, atları çok seviyorum. Başkalarının sevdiklerinden çok daha fazla. Ata sevdalıyım, karasevdalıyım. Ekmeksiz, susuz, uykusuz yaşayabilirim ama atsız yaşayamam. At benim yaşama nedenim. Ayrıcalıksız tüm hayvanlar güzel yaratılmışlardır ama içlerinde en ve en güzel yaratılmış olan sadece attır. At Tanrı ‘sal bir hayvandır. Onun içindir ki; birçok toplumlarda, atın gökten indirildiğine veya deniz köpüğünden yaratıldığına inanırlar.
Büyükadam, cebinden üstü resimli bir Tiryaki kutusu çıkardı, karşısındakine sigara tuttu, sonra kendisi bir sigara aldı, sigaraları tahta kutulu bir kibritle yaktı ve kendi sigarasının dumanını havalara üfürerek sözlerini sürdürdü:
- Sürücüsü öldüğünde; atalarımız onun atını kendisiyle birlikte gömmeyi gelenek haline getirmişlerdir.Bazı eski Türk boylarında, sahibi ölünce, yas belirtisi olarak ya atının kuyruğu örülüp bağlanır, ya da kuyruğu tümden kesilirmiş. Oğuz Türkleri ‘nin, Kazak Türkleri ‘nin ve Kırgız Türkleri ‘nin, islamiyetten önceki şaman törenlerinde at kurban ettikleri bilinmektedir. Atın boynuyla sırtı arasındaki kesime “Cıdağı” denir ve hayvanın boyu, bu kesimin yerden uzaklığıyla ölçülür. Atın yaşı dişlerinden anlaşılır. Ağzında oniki tane kesici iri diş, yirmidört tane iri azı dişi vardır ve erkek atlarda ayrıca dört tane de köpek dişi bulunmaktadır. Doğum süresi onbir aydır. Tek yavru yapar. Altıncı aya kadar atın yavrusuna “Kulun”, üç yaşına gelinceye kadar da “Tay” denir. Damızlık erkek atın adı “Aygır”, damızlık dişi atın adı “Kısrak” tır. Erkek at, dişi eşekle melezlenerek “Bardo” elde edilir. Dişi at erkek eşekle çiftleştirilirse; doğan yavru “Katır” adını alır. Melez erkekler kesinlikle kısırdır. Melez dişiler baba soyundan erkeklerle çiftleştirilirse yavru verirler ama bu yavrular ya doğumdan önce ya da doğumdan sonra kesinlikle ölürler. At normal, rahvan, tırıs ve dörtnal gidebilir ve engellerden atlayabilir. Bu hayvan, günümüzden beş-altı bin yıl önce evcilleştirilmiştir. Bu evcilleştirme, koyunun, keçinin, sığırın, domuzun ve köpeğin evcilleştirilmesinden üçbin yıl sonraya rastlar.
Üüüüh… Hikmet Çocuk at konusunda ne de çok şeyler öğrenmişti. Şaşkınlıktan iri iri açılmış olan gözleri minik kanatlar çırparak atların pürüzsüz bedenlerinde uçuyor, yağlar gibi kayarak dolaşıyor, onların kanatlarını arıyor ve Tanrı ‘sal atların gözlerinden ayrılmak istemiyordu. Gözleri… Gözleri iri iriydi, güzel güzeldi, diri diriydi. Bunların kanatları da olmalıydı ama neredeydi? Demliçay rengindeki atın kirpikleri upuzun ve kapkaraydı. Cıdağası kendi boyundan yüksekti. Beli inceydi, bacakları inceydi. Ağzının ortasına rastlayan ve ağzının altını-üstünü süsleyen beyaz bir lekesi vardı. Aynı beyazlık, dört bacağının toynakları üstünde de yeralmaktaydı. Toynakları, dördüncü sınıftaki Zehra Abla ‘nın saçının rengindeydi. “Iııır…” diye sesler çıkarıp başını her yıkarı doğru dikişinde, yumuşacık yanakları titreşiyor ve görkemli yelesi tıpkı bir gelin sırması gibi yelpirdiyordu. “Don” dan ilk söz edildiğinde; önce kendi külotu aklına gelmiş fakat hemen sonra atların renklerine don denildiğini öğrenmişti.
Sigarasının dumanını havalara savurmakta olan Büyükadam, bir ara gülümseyerek yüzüne baktı ve sevecen bir tutumla mırıldandı:
- Yaklaş çocuk. Korkma; bir şey yapmaz. Haydi, okşa alnını avucunla.
Adamın iki eliyle belinden kavrayıp yukarı kaldırdığı Hikmet Çocuk, içten gelen bir sevgiyle ve eşi-benzeri görülmemiş bir coşkuyla körpe avucunu atın alnında yukarıdan aşağıya gezdirdi. Hayvanın uysal bir biçimde baş salladığını, sonra yüzünü ona çevirip kapkara gözlerle kendisine baktığını görüp iliklerine kadar ürperdi. Yere indirildiğinde, avucunda atın alnının o temiz kaypaklığı ve içini ısıtan o tatlı sıcaklığı vardı. İlk yapabildiği şey; elini önlüğünün cebine sokmak oldu. Sanki o temiz kaypaklığın ve tatlı sıcaklığın kaçıp gideceğinden korkmaktaydı.
Büyükadamlar dizginlerinden çekerek atlarını anakapıya doğru götürdüklerinde, kalabalık pınar çevresine kaydı. Birisi, iş olsun diye, avucunu pınarın oluğuna dayamış, su içmeye başlamıştı. Başkaları birbirlerine sigara sunmaktaydılar.
- At gerçekten soylu hayvan canım. Domuz bir batında yirmi yavru, köpek bir batında sekiz enik yaptığı halde, at tek yavru yapıyor. Ama ne yavru, var bir düşün.
Çocuklardan biri beklenmedik bir atak yaptı:
- Bizim mehlede bir it var, tam on tane enikledi. Zatı memeleri de on tene.
Konuşan adam konuşan çocuğa tepeden aşağı şöyle bir baktı. Çocuğun, eski okul önlüğünün içine zorlukla sığan bir bedeni vardı. Önlüğünün kol ağızları bileklerine zorlukla inebilmekte, omuz yerleri omuzlarına dar gelmekteydi. Kirli, yağlı ve uzun saçları solgun kepinin içinden dışına fışkırmıştı. Bıyıkları bir yıl önce terlemiş olmalıydı. Parmakları kalın, elleri iri, yüzü de delikanlı yüzüne yakın bir yüzdü. Kirli sarı yüzündeki gözleri insana çivit çivit, haylaz haylaz bakmaktaydı.
- Adın ne senin?
- Gocakkelle A ‘med.
- “Gocakelle” neyin? Soy adın mı?
- Yook deil. Arkadaşlarım bana öyle deler. Yaniya, başım az biraz böyük olduğundan.
- Sen öğrenci misin?
- Ey he.
- Nerede okuyorsun?
- Anorda. İnkilâp İlkokulu ‘nda.
- İnkilâp” deme oğlum. “İnkilâb” de. Senin dediğin “Köpekleşme”, benim dediğim “Devrim” anlamındadır.
- He işte orda.
- Kaçıncı sınıftasın?
- Bıldır dördüncü sınıftaydım, bu yıl da ordayım.
- Aferin… Daha bu yaşta çift dikiş gidiyorsun. Sana bin maşallah. Bu çocuklar senin arkadaşların mı?
- E he.
Adam başını çevirdi:
- Senin adın ne?
- Hikmet.
- Senin adının başında da “Gocakelle” var mı?
- Yok.
- Ya senin adın?
- Fahrî.
Adamlardan biri gülmeye başlamıştı:
- Haylaz bunlar, haylaz.
Bir başkası bir kahkaha kopardı:
Mahallede kırılmamış cam koymamışlardır.
İlk adam Hikmet Çocuk ‘a baktı:
- Sen koydun mu çocuğum?
Hikmet Çocuk ellerini önlüğünün önünde kavuşturdu. Çekingen bir tutumla cevapladı:
- Ben koydum efendim.
Yanıtı duyan adamlar gürültülü kahkahalara boğuldular.
- Vay hele şuna da bakın. Bu koymuş canım. Çocuk koymuş bir kez, arkadaş. Kalkıp şimdi “Koymadım” mı desin?
Hikmet Çocuk şaşkın bakınırken adamlar arkadaşına döndüler:
- Ya sen ulan Fahrî? Sen ne yaptın? Sen de koydun mu şöyle bir tamı tamına?
- Ben de koydum amca. Ben hiç cam kırmadım.
Yanıt adamların kahkahalarını daha bir beter arttırdı. Kimileri sadece gülüyor, kimileri ise gülmekten uğunarak elleriyle karınlarını tutuyorlardı.
- Sen, Gocakelle.Aaamed. Ya sen ne haltettin?
- Ne haltedem iyherif. Bu soru yanış bir kerem.
Kahkahalar bu kez göklere yükseldi:
- Soru yanışmış bir kerem. Doğru soru sorsanıza şunlara canım…
Adamlardan biri bir el hareketiyle kahkahaları kesti:
- Peki, durun bakalım biraz. Ben şimdi bunlara yanlış olmayan bir soru soracağım. Yanıtını bilsinler de görelim.
- Sor ulan deve. Nasıl olsa; çekti gitti mühendisler. Ve ortalık kaldı senin gibi inek çobanlarına.
- Konuşma it. Kötü örnek oluyorsun çocuklara. Bırak da yanlış olmayan sorumu sorayım.
- Sor lan hırt. Bıraktık gitti.
- Soruyorum: Bilsinler de görelim. Önce sen söyle Fahrî. Sen nereden geldin dünyaya?
Çocuk, öğretmeninin sorusunu yanıtlarcasına atıldı:
- Beni dünyaya leylekler getirmiş.
- Aferin. Şimdi sana soralım Hikmet. Sen dünyaya nereden geldin?
- Ben dünyaya anamın dizkapağından geldim.
- Aferin. Ya sen, Gocagafa A ‘med. Sen nereden geldin?
Kocakelle A ‘med, büyük insanlar gibi ellerini beline koyarak adama dik dik baktı:
- Benim lakabım “Gocagafa” deil, “Gocakelle” iyherif.
- Ne fark eder. Ha kafa, ha kelle. Sen soruya yanıt ver.
- Leylekler dünyaya insan mı getirir be? İnsan anasının dizkapağından mı doğar, lan? Ne günnere galdık yav. Bunar daha onu bile bilmiyollar. Ben anamın bıppıriğinden geldim dünyaya.
Yanıtı duyar duymaz adamların her biri bir yandan homurdanmaya, bağırmaya, kükremeye başladılar:
- Sus lan, eşşoğlu eşek… İiit. Ahlaksız… Hele şuna bakın Tanrı aşkına… Bir daha buralarda görünürsen; ağzına tükürürüm senin…
Hikmet Çocuk pınardan arkadaşlarıyla birlikte ayrıldığı halde, kendisini yapayalnız sanmaktaydı. bir şeyler onu alıp anılarına götürmüştü. Küçük kardeşi doğduğunda mevsim kıştı. Ortalık karla örtülüydü. Dumanlı bacalarda tek bir leylek yuvası bulunmadığı gibi, tek bir leylek de yoktu. Fahrî ‘yi ve kendi küçük kardeşini hangi leylekler getirmişti öyleyse? Çocukları dünyaya leyleklerin getirdiğini daha yeni duymaktaydı. Sav kendisi için yeni ve çarpıcı olduğu halde, bu düşünceyi hiç de tutmamıştı. Dünyaya anasının dizkapağından geldiği yolundaki bilgisini ilk kez yokluyor, ilk kez sorguluyordu. Bunun artık tek ve doğru bir bilgi olduğundan emin değildi. Aklını, ne olduğunu bile bilmediği bir “Bıppırik” e takmıştı. Buna yol açan tek şey de; adamların kendisiyle Fahrî ‘nin yanıtlarına aferin çekmeleri, Kocakelle A ‘mad ‘in yanıtına ise çok büyük tepki göstermeleriydi. Zira, yanlış bir yanıta tepki göstermek, yanıtın doğruluğunu gösterirdi.
Hikmet Çocuk, çocukları dünyaya leyleklerin getirdiği yolundaki bilgisiyle onların dünyaya dizkapaklarından geldiklerine ilişkin bilgilerini bir yana attığından, dünyanın kapısı ona göre “Bıppırik” olmuştu. Kısacık yaşantısının ilk sarsıntısını yaşamaktaydı. Kısacık yaşantısında ilk kez, yanlışlardan kurtulmak gerektiğini sezinlemekteydi. Kısacık yaşantısında ilk kez doğrulara, yalın doğrulara özlem duymaktaydı.
Vedalaşmaya bile gerek görmeden arkadaşlarından ayrılıp eve içeri girdiğinde, anasına yönelttiği ilk sorusu şu oldu:
- Ana, “Bıppırik” nedir?

(Hikmet BARLIOĞLU (1933-2003) nun
İLKLER isimli Öyküler 'inden > 159-168/219)

Devam edecek...

İsmet Barlıoğlu
Kayıt Tarihi : 5.3.2007 00:14:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmet Barlıoğlu