İlkler - 6 (Hikmet Çocuk 'un İlkleri - 6)

İsmet Barlıoğlu
1529

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

İlkler - 6 (Hikmet Çocuk 'un İlkleri - 6)

İlk Selam

Şebinkarahisar.
Geçmiş yıllarda Giresun ilçesinin iliyken, sonraları Giresun ilinin ilçesi haline getirilen bir yerleşim birimiydi.
Bu topraklarda bir zamanlar Azzi ‘ler yaşadıkları için Hitit ‘ler buraya “Azzi Ülkesi” adını vermişlerdi. İsa ‘dan önceki 13. yüzyılda aynı topraklar Müşki ‘lerin eline geçmişti. Frigya Krallığı ‘na bağlı olan Müşki Ulusu İsa ‘dan önceki 7. yüzyılda, Kimmer ‘lerler İskit ‘lerin akınları sonucu ortadan kaldırıldı. Yöreye yerleşmiş Milet ‘liler buralarda bazı ticaret kolonileri kurdular. Fakat toprakları, İsa ‘dan önceki 6. yüzyılda Pers ‘lerin, daha sonra da Makedonya Krallığı ‘nın egemenliği altına girmek zorunda kaldı. İsa ‘dan önceki 3. yüzyılda burayı, Pontos Krallığı ele geçirdi. Bu krallığın egemenliği İsa ‘dan önceki 1. yüzyılda sona erdi ve yerini Roma İmparatorluğu ‘nun emrine bıraktı. Bizans döneminde İstanbul yani o çaplardaki adıyla Konstantinapolis Latin ‘lerce ele geçirilince Trabzon ‘a kaçan Kommenos Hanedanı burada yeni bir devlet kurdu. Zaman içinde Cenevizli ‘lerin akınına uğrayan yöre, 14. yüzyılda Hacıemiroğulları ‘nın buyruğu altına girdi. Fatih Sultan Mehmet 1461 yılında bu toprakları Osmanlı topraklarına kattı. Aynı yöre 19. yüzyıl sonlarında, Sivas Eyaleti ‘ne baplı bir sancak haline getirildi ve Giresun da Trabzon Eyaleti ‘nin merkez sancağı oldu.
İlçe, göklere yükselen iki kale arasında kurulmuştu. Bunlardan ilki; görkemini hâlâ koruyan bir kale olup yüksek ve sağlam surlarla çevrilmişti. İçkaleye birbirinden dik yokuşlardan tırmanılarak ve büyük, çift kanatlı demir bir kapıdan geçilerek girilmekteydi. İçkalede birçok dehliz, sarnıç ve gözetleme odası vardı. “Öksürük Kalesi” adı verilen ikinci kale, gerçek bir kale biçiminde olmayıp doğal bir kayalıktan ibaretti. İlk kalenin eteklerine serpilmiş olan evler, sokaklar, caddeler ve çarşılar, büyük bir düzlüğü aşa aşa ve tepelerden geçe geçe bu ikinci kaleye kadar uzanmaktaydı.
İlçenin mevsimleri kişilikli mevsimlerdi. İlkbaharın ilkbahar, yazın yaz, sonbaharın sonbahar ve kışın da kış olduğu ancak Şebinkarahisar ‘da anlaşılabilirdi. Şebinkarahisar ‘ın kışı, obir mevsimlerden çok daha kişilikli bir mevsim, başka kışlardan çok daha kişilikli bir kıştı.
O yılın kışı da ilçeye öyle gelmişti. Bastığı yeri bilen aklıyla, yeri ayakları altında gıcır gıcır gıcırdatan adımlarıyla ve “ Ben kışım” diyen erkekçe sesiyle.
Kar akşamdan başlamıştı ve bitip tükenmek bilmeyen bir kararlılıkla yağıp durmaktaydı. Görkemli kale beyazlara bürünmüştü. Kale bedenlerinden düzlüğe inen evlerin kapıları kardan tıkanmış, pencereleri kardan kapanmıştı. Kar, damların üstüne beyaz tiftikten iri bir kalpak gibi oturmuştu. Ara geçitler, sokaklar, caddeler, alanlar tepeleme kar içindeydi. Dükkanlar sabaha kapısız-penceresiz çıkma hazırlığındaydı. Sonbaharda solgun sarı giysilerinden soyunmuş olan ağaçlar, akdan ak, beyazdan beyaz yeni giysilerine bürünmeye başlamışlardı. Akşamın beyazlığı karın beyazlığıyla yer yer aydınlanmaktaydı. Doğu beyaz, batı beyaz, kuzey beyaz, güney beyaz, gök beyaz, yer beyazdı. Gökten yere bembeyaz kuş tüyleri gibi elenmekte olan kar,rüzgarın öfkeyle her yana savurduğu tül perdeleri andırmaktaydı. İlçe ucu-bucağı görünmeyen bembeyaz bir okyanusta düşe-kalka, bata-çıka ilerlemeye çabalayan küreksiz bir sandaldan farksızdı ve görünürlerde kara-mara yoktu.
Fırtına geceyarısı çullandı. Önceleri anasının elinden tutarak uslu uslu yürümeye çalışan çocuklar gibiydi. Çocuk melekliğine sinmiş bir ifrit olduğu sonradan ortaya çıktı. Mızıldandı, öfkelendi, köpürdü, azdı, kudurdu, sınır-engel tanımaz oldu. Yumuşak, iri ve ılık kar topaklarını önüne katıp dağıtmaya, yapraktan yoksun ağaçların dallarını-gövdelerini sarsmaya, mum alevinden medet uman evlerin kapılarını-pencerelerini zorlamaya, yaralı canavarlar gibi ulumaya, sokaklarda-caddelerde doludizgin at koşturmaya, bomboş alanlarda dört dönmeye, cam-çerçeve kırmaya, çatıları sökmeye, çitleri yere sermeye, önüne kattığı karı uzun, beyaz şeritler halinde Avutmuş Bağları ‘na doğru sürüp sürüklemeye başladı. Gece boyunca ilçenin altını üstüne getiren ve her yerini, her noktasını yoklayan fırtına, sabahın ilk ışıklarıyla yoruldu ve Küpeli ‘ye uzanan Ermeni maşatlığını yalaya yalaya Öksürük Kalesi ‘ne doğru yürüdü gitti.
Hikmet Çocuk, evin bahçe kapısından çıktığında fırtınayı yerinde bulamadı.Karşılarındaki Ermeni maşatlığı bir baştan bir başa buz kesmekteydi. Fırtına başını alıp gitmiş, yerine dondurucu ayazı bırakmıştı. Göz alabildiğine uzanan bembeyaz bir örtü soğuk güneş altında parıl parıl parlamaktaydı. Kar yakında beyaz, uzakta kırlangıç göğsü, daha uzaklarda menekşeydi. Komşu bahçedeki erik, elma, ayva, kiraz, vişne, armut, dut ve ceviz ağaçlarının sabahlıkları lekesiz beyazdı. Yola yakın yerlerdeki kiraz ve vişneler bembeyaz ve süslü kollarını bahçe duvarının üstüne atmışlardı. Evlerinin kemerli bahçe kapısı beyaz bir külah giyinmişti. Karlara bürünmüş olan uzaklardaki kale ile eteklerindeki evler, göklere kurulmuş bir masal ülkesini andırmaktaydı.
Hikmeeet… Yavruuum… Diklip durma o kapının önünde öyleee… Al gel ekmeğimizi fırındaaan…Okul vakti geçiyooor, haberin olsuuun…
Karlı dallar arasından güneşin dondurucu ışıkları altın çizgiler gibi görünüyordu. Dallarda ne bir ses, ne bir nefes, ne de tek bir kıpırtı vardı.
Hikmet Çocuk eğildi, karın kabuğunu kırdı, elini içeri sokarak avuçladı ve avucundaki karı yemeye başladı. Kar dilinin üstünde eriyip boğazından aşağı su gibi akıyordu.
- Hikmeeet… Haydi yavruuum… Gecikeceksin, git artııık…
Ermeni maşatlığının karlarla süslenmiş duvarı tepenin üzerinden Cumhuriyet Alanı ‘na doğru inmekteydi. Karşısındaki evlerin ve bahçelerin duvarları da öyleydi. Aralarında kalan yerler, kırışıksız-lekesiz-bembeyaz bir örtüyle örtülmüştü. “Peki, ya yol? ” “Yol nerede? ” ydi. Yol işte önündeydi: O bembeyaz örtü.
- Hikmeeet… Ne duruyorsun oradaaa? .. Haydi akıllığım…
Hikmet Çocuk körpe bir sesle at gibi kişnedi. Sağ ayağıyla şöyle bir eşindi, sonra tıpkı gerçek bir at gibi şahlanmaya çalışarak ileri atıldı.
Karın kabuğu ayakkabılarının altında çapaksız kırılıyor, bir ayağı kabuktan geçip kara gömülürken, obiri karları savurarak dışarı çıkıyor, sonra yeni bir kabuktan içeri gömülüyordu.
Bir ara durakladı. Ayakları karlara gömülü bir biçimde, gövdesini soldan geri döndürüp arkasına doğru baktı. Üstü kabuk bağlamış kar tabakası, bahçe kapılarıyla bulunduğu yer arasında ikişer delik halinde uzanıp durmaktaydı.
Hiç de gerekmediği halde, üşüyen elleriyle beyaz yakasını düzeltti. Güneşin soğuk ışıkları altında, pırıl pırıl parlayan okul önlüğünün eteğini kaldırdı. Pantolonunun arka cebinden ucu açılmamış bir kurşun kalem çıkardı. Kalemi uzunlamasına dişlerinin arasına yerleştirdi. Başındaki tek sırmalı kepinin tereğini kaşlarının üstüne indirdi. Başını aşağıdan yukarı, yukarıdan aşağı kaldırıp indirerek körpe bir tay gibi kısa kısa kişnedi ve sonra tüm gücüyle karlara dalıp çıkarak Cumhuriyet Alanı ‘na aşağı tırısa kalktı.
Alanda bir derin sessizlik, bir derin beyazlık hüküm sürmekteydi. Evlerin, işyerlerinin ve cümle kuş yuvalarının kapıları kapalıydı. Yeri-yurdu belli olmayan fırtına, arkasındaki beyaz karda derin oyuklar, derin çizgiler bırakmıştı. Güneşin ışıkları bu oyukların, bu çizgilerin içlerindeydi ve parıldamaktaydı. Yol kara pes etmişti. Bankanın ve İstiklâl İlkokulu ‘nun önünden çarşıya giden yokuşta bir tek ayak izi bile yoktu. Postahane ‘nin arkasındaki karlı kavak ağaçlarından kargaların sabahı karşılayan sesleri gelmekteydi.
Adamla karlı yokuşta karşılaştı.
Başında tereği yana kaçmış eski bir kasket vardı. Eski, kirli ve rengi soluk bir paltoya sığınmıştı. Paltosunun altından kirli ve buruşuk bir pantolonun paçaları görünmekteydi. Ayaklarına kundura yerine kara lastikler giymişti. Yüzüne kapkara bir hava veren sakalı beş-on günlüktü. Sağ elinin başparmağını burnunun sağ kanadına bastırmış, başını yana çevirmişti ve karlara sümkürmekteydi.
Hikmet Çocuk, dişleri arasındaki kurşun kalemden gemi çıkarıp ivedilikle pantolonunun arka cebine soktu.
Öğretmen ne demişti?
“Büyüklerinize her yerde, her zaman saygı gösterin. Onlara her yerde, her zaman yol verin. Tanısanız da, tanımasanız da; her gördüğünüz yerde büyüklerinizi saygıyla selamlayın.”
Hikmet Çocuk yolu adama bırakıp yana çekildi. Düzeltilmiş kepini, yakalığını bir kere daha düzeltti. Tüküre-sümküre gelen adam tam önünden geçerken körpe yüreğinin tüm sevgisiyle, körpe ruhunun tüm saygısıyla ve soğuktan morarmış körpe yüzünün tüm gülücükleriyle seslendi:
- Günaydın efendim.
Tüküren-sümküren adamın ruhunda ifritler kolgezmekteydi. Nereden çıktığı anlaşılmayan bir öfke fırtınası birdenbire gelip suratına yerleşmiş, yüzünü karartan kara sakalının tüylerini diken diken etmişti. Burnunun deliğiyle uğraşmakta olan parmakları tek bir anda yumruğa dönmüştü. Cücelik karşısında devleşen ruhu tüm zincirlerini koparmış, kapatıldığı demir kafesi parçalamıştı. Karları çevreye savuran kara lastikli ayaklarıyla yoldan çıkıp çocuğun üzerine atılıverdi:
- Seni anasını-avradını ş ‘aptığımın veledi… Seni piç seniii… Orospu çocuğuuu… Zevkleniyor musun benimle sabahın köründe? ..
Karşılık olarak adamdan selam beklediği için Hikmet Çocuk ‘un şaşkınlığı çok büyük oldu. Adamın cüssesi altında ezileceği korkusuyla tüm gücüyle kaçmaya, tüm gücüyle karlara batıp çıkmaya ve tüm gücüyle haykırıp ağlamaya koyuldu. Adam çocuğu yokuşa, inişe, doğuya, batıya, kuzeye, güneye, her yere, her yana doğru eşi-benzeri görülmemiş bir öfkeyle kovaladı, sonra soluğu yakalamaya yetmediği için, karların içinde bırakıp söve-saya uzaklaştı.
Hikmet Çocuk kendisine geldiğinde, bedenini yüksekçe bir kar tepeciğinin içinde buldu. Sadece başı ve sadece kolları dışarıdaydı. Yüzünde, donmuş bir-iki damla gözyaşı vardı. Artık üşümüyordu ve ayaz artık yüzünü ve ellerini kesmiyordu. Yetersiz aklı, kendisiyle öğretmeni ve öğretmeniyle tükürüp sümküren adam arasında gidip gidip gelmekteydi.
Evdekiler boş yere ekmek beklerken Hikmet Çocuk, yaşantısının ilk selamıyla tanışmış olmanın şaşkınlığı içindeydi.

(Hikmet BARLIOĞLU (1933-2003) 'nun
İLKLER isimli Öyküler 'inden > 139-146/219)

Devam edecek...

İsmet Barlıoğlu
Kayıt Tarihi : 2.3.2007 13:26:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmet Barlıoğlu