Nasıl geldi prenses bu karabasanlar?
Bu uçsuz bucaksız çöle nasıl düştük söyle! !
Bir bahçemiz vardı ki zamanında,
Herkese hayranlık, aşka davet veren…
Lilyumlarla bezenmiş güllerle süslenmişti çevren…
Bölündü uykularım,her sabah yalnız kalktım,
Öyle bir dert doldum ki;
Ölümü çare sandım...
Benim azabım yakacak seni,
Birgün öylece kalacaksın...
Yüreğimde düğümlenen bu aşk adına,
Ekşi bir şarap tadında,
Yüreğine varamadığım;
Eskimiş addedilen duygularla,
Sana uyuyorum…
Duyuyor musun?
Seni senin beni sevdiğinden çok sevsem de
Ayrılık diyen benim! ! !
Seni taparcasına sevip özlesem de
Ayrılık diyen benim…
Seni kimsenin sevemeyeceği kadar sevsem de
Bu duygusuz asırda,
Bir ses buğulu gözlerinden buğulu bir bakış,
Aklımda kalandı sıcak bir kış...
Bir mavi gül bir yüzük bir solmuş resim,
Hüzünlü bir vedadan hatıralara son sarılış...
Yıllar olmuş hüzünlü bulutu seyrederken sensiz,
Seviyorum dersin delicesine,
Mavi bulutlar üzerinde hüzünlenirsin...
Yeri gelir ağlarsın hasret yüküyle,
Büyük Aşklar vardır bilir misin?
Ağlamakta güzeldir böyle sevgiyle,
Gün gelecek sende unutacaksın,
Sahipsiz bir gül gibi boşta kalacaksın...
En boş anında biri cıkacak karsına,
İşte o zaman anımsayacaksın....
Seven iki gözü göremeyince karşında,
Arayacaksın...
Yüreğimizi coşturan Ay-Yıldızdır;
İstikbalimize yelken bulutların...
Çelik kanatlı yiğitler varoldukça;
Korkusuzdur pek kıymetli hudutların...
Yine bir gece usulca doğuyor akşama,
Karla kaplı umutlar kara sabahta,
Ve ben hapsolunmuş beyaz ülkelerdeyim...
Nereden bileceksin? ..
Ellerim üşüyor,ayaklarım üşüyor,ruhum üşüyor,
ilker bey ahmet şamil yamana ulaşmaya çalışıyorum bana yardımcı olursanız sevinirim sadece çankırıda büyüyüp büyümediğini öğrenmek istiyorum lütfen...