Başlangıçta bilim, insan ve doğa arasında anlamlı bir köprü kuruyordu. Bu köprü, anlam arayışını ve bilgeliği temsil ederken, doğayla uyumlu bir keşfetme çabasını da içeriyordu. Günümüzde ise bilim, kontrol ve hakimiyet arzusuna dönüştü; insana ve doğaya hükmetme isteği, adeta “Tanrı kompleksi” ile yer değiştirdi. Artık bilimsel arayışın temel dinamikleri, anlamdan çok iktidar, kontrol ve hız peşinde koşan bir mekanizmaya dönüştü. Modern bilim, artık doğaya uyum sağlamaya değil, onu dizginlemeye çalışıyor. Bu dönüşüm, bizi varoluşsal bir yol ayrımına getiriyor.
İslam dünyasında Endülüs’ten başlayan bilimsel hareket, Abbasiler döneminde yoğunlaşan çeviri faaliyetleri ile doruğa ulaşmıştı. Müslüman bilim insanları, bilginin ışığında insan ve doğa arasındaki mesafeyi azaltmaya çalışıyordu. O dönem Müslüman coğrafyasındaki yüksek medeniyet, Batı’ya ilham kaynağı olurken, ne yazık ki İslam dünyası bu bilimsel mirası koruyamadı. Batı, İbn-i Sina’nın, İbnü’l-Heysem’in, Nasreddin Tûsî’nin ve diğer İslam bilginlerinin eserlerinden yararlanarak Rönesans ve Aydınlanma dönemine geçti. Osmanlı’da ise bilimsel gelişmeler iç siyasi çekişmelere ve dini yanlış anlamalara kurban edilerek, gerileme sürecine girildi. Şeyhülislam Ahmet Şemseddin Efendi’nin rasathanenin yıkılması için fetva vermesi, bilimsel ilerlemeye verilen değeri özetliyordu. Oysa bilimsel keşifler doğayı anlamayı ve onunla uyumlu bir yaşam sürdürmeyi teşvik ederken, bilim ile güç arasındaki bu kopukluk, bizi bugünkü krizlerle baş başa bırakmıştır.
Bilimin hızla ilerlemesi, yaşama dair temel kavrayışları zayıflattı. Aydınlanma çağında akıl ve bilim arasındaki bağ, insanları özgürleştirirken, zamanla insanın diğer varlıklarla kurduğu bağları kopardı. Bilim, yalnızca hız ve teknik ilerlemeyle değil, aynı zamanda derin bir anlam arayışına da odaklanmalıydı. 20. yüzyılda bu kopukluğun izleri, Einstein’ın izafiyet teorisinden makineleşmeye, psikanalizden sezgiciliğe kadar uzanan bir eksende görünmeye başladı. Modern insan, bilgiyi hızla üretiyor ancak onu sindirecek ve anlamlandıracak bir zamandan yoksun yaşıyor. Günümüzde bilim ve teknoloji, insana hizmet eden bir araç olmaktan çıkıp, insanın hız ve hazza esir düştüğü bir sistem haline geldi.
İslam dünyasının terk ettiği bilimsel düşünce bize nasıl pahalıya mal olduysa, bugün Batı biliminin ulaştığı yüksek seviyeler de benzer sonuçları doğurabilir. Zira hız ve anlık kazanç peşinde koşan toplumlar, nihayetinde anlam boşluğuna düşerler. Bu hız kültürü, modern yaşamın gerekliliği olarak görülürken, ruhumuzun ihtiyaç duyduğu anlam ve derinlik, yalnızca eski zamanlara duyulan nostalji olarak kalıyor. Nietzsche'nin dediği gibi, karanlığa çok uzun bakarsanız karanlık da size bakmaya başlar; bu durum, çağımızın hızla yükselen bilimsel gücünün insanlık üzerindeki etkisini özetlemektedir.
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.