Dev bir kampananın dişleri arasında sanki göğüs kafesim. Nefes almaya kalksam, içerime batıyor yokluğun ve ben her seferinde ölüme kavuşmak için dualara bırakıyorum kendimi.
Sözlerin geliyor aklıma!
Beni sana doğru iten sesin geliyor kulağıma. Sonra, uzaktan gelen bir esintiyle koklamaya başlıyorum havaya yayılan bahar çiçeklerinin izlerini.
Aylardan Aralık, sen yoksun!
Bense, eksiğim öksüz bir çocuk gibi…
“Gel! ” demeye kalksam, tiz bir çığlık çıkıyor dudaklarımdan. Sadece çocukça bir hıçkırığa yakışıyor, biliyorum…
Sen geldin!
Sen gittin!
Ben büyüktüm eskiden. Şimdi, acıyı yeni öğrenmiş küçük bir kızım…
Özlemek, çok acıtıyormuş sevgilim!
Varken başka, yokken başka şiddette depremler oluyormuş insanın sol yanında, öncüleri ve artçıları birbirinden şikâyetçi olan.
Tüm bedeninden, seni unutmak için yardım dileniyormuş insanın yüreği. Sağ yanı, en çok şikâyet edenmiş bedenin.
“Öksüz bir sevda için, yalnız bıraktın beni! Hatta birkaç başıbozuk yalana verdin sana doğru itelediğim yüreği…”
Sitemkâr tüm hücrelerim yokluğundan ötürü, bilesin sevgili!
Ya “dön! ” diyeceğim sana enikonu toplayıp yüreğini ya da, “sil kendini, hayat adını verdikleri şu defterden de, unutayım cismini ve ismini! ”.
Yaram kanıyor be sevgilim!
Kabuğu kalktı gittiğimizde.
İzmir’in pervasız lodosu aldı bizi bizden. İstanbul, tepelerine bıraktı her birimizi parçalara ayırıp, sonra Ankara griye boyadı aşkı.
Biz kırmızı değil, maviydik oysa!
Deniz ve gökyüzü gibiydik, yakışmıştık birbirimizin yüreğine, sesine…
Yeşeremedik Bursa’nın rengi kadar, büyüyemedik. Gittik!
Yakışmadı bize ayrılık sevgilim…
Yakıştırmadılar…
Dağ, taş kıskanır oldu. Şehirlerin sokakları daraldı, gece gezintileri yapmayalım diye. Çocuklar, top atmaz oldu bize doğru.
Kaçıştılar…
Efsunlandık sevgilim, bittik sonra…
Beli kırık sandalyelerde sabahları bekledik ikimiz de. Pencereden gün ışığı içeri sızdığında, gitmelerin hesabını yaptık ya da kaçmaların.
Bilmedik!
Bildirmediler!
İstemediler birbirimizi kaybetmemeyi öğrenmemizi.
Onlar öyle istedi diye, küstük ağaca, kuşa ve gökkuşağına. Gittik, sırtlarımızı birbirimize çevirerek. Yetim bir aşk bıraktık tam ortamızda, kimsenin saçlarını okşamadığı…
Çok acıdı, acıttık, acıtıldık!
Failinin biz olduğu, pek çok intihara sebep olduk, terk edişi kolumuza takarak. Herkes, öksüzdü zamanın içinden seçtiğimiz o piç saatlerden sonra.
Geldiği ve gittiği yer, belli değildi aşkın.
O yüzdendir belki!
Değil mi? O yüzdendir belki. Bu özlemin tek kabahatlisi, O’dur.
Anasız ve babasız kalmış zaman kırıntısı almıştır bizi bizden.
Bak! Şimdi yine bir deprem olmakta içimde. Özledikçe çatırdamaya başlıyor yüreğim, nefesim yetmiyor adını sayıklamaya. “Ölsem mi? ” diyorum.
Ölsem mi sevgili, mademki gelmeni engelliyor günahların?
Araf’tan sonrası için ilk randevun, benim bilesin!
Kayıt Tarihi : 7.12.2015 20:08:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Edebiyatist Dergisi 2015 Ocak ayı sayısında yayınlandı.
![Funda Kocaevli](https://www.antoloji.com/i/siir/2015/12/07/ilk-randevun.jpg)
Onlar öyle istedi diye, küstük ağaca, kuşa ve gökkuşağına. Gittik, sırtlarımızı birbirimize çevirerek. Yetim bir aşk bıraktık tam ortamızda, kimsenin saçlarını okşamadığı…
Çok acıdı, acıttık, acıtıldık!
Failinin biz olduğu, pek çok intihara sebep olduk, terk edişi kolumuza takarak. Herkes, öksüzdü zamanın içinden seçtiğimiz o piç saatlerden sonra.
Geldiği ve gittiği yer, belli değildi aşkın.
O yüzdendir belki!
Değil mi? O yüzdendir belki. Bu özlemin tek kabahatlisi, O’dur.
Anasız ve babasız kalmış zaman kırıntısı almıştır bizi bizden.
Bak! Şimdi yine bir deprem olmakta içimde. Özledikçe çatırdamaya başlıyor yüreğim, nefesim yetmiyor adını sayıklamaya. “Ölsem mi? ” diyorum.
Ölsem mi sevgili, mademki gelmeni engelliyor günahların?
Araf’tan sonrası için ilk randevun, benim bilesin!
Funda Kocaevli
Çok güzeldi, kutlarım güçlü kalemini, sevgi yüklü yüreğini.
TÜM YORUMLAR (1)