İLK ÖĞRETMENİN KİM SENİN?
Dedesil’de İlk Öğretmenimiz
Ramazan Güner (İman Öğretmen)
*
Tarihi 800 yıl derinlere uzanan köyümüz Dedesil’de (Dedebağı’nda) Köy Enstitüsü mezunu ilk öğretmenimiz Ramazan Güner’dir. Başarıları günümüzde bile dillerden düşmeyen “Köy Enstitülü” öğretmenlerinden canlı bir örnekti bu değerli büyüğümüz.
*
Dedesil’de 1950’li-1960’lı yıllarda onun eğitim çarkından geçmemiş, kulağı çevrilmemiş, tokadının tadını yememiş hiç bir öğrenci yoktur. Yokluk ve yoksulluğun diz boyu olduğu bir çağda, tüm olumsuz koşullara göğüs germiş, özveriyle öğretmenlik yapan Ramazan Güner, 1927 yılında Dedesil’in “Sincan Mahallesi’nde” "Camuzoğulları” adında kalabalık ve köklü bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Camuzoğulları günümüzden yaklaşık 300 yıl önce Afyon “Dombay Yaylasından” Dedesil’e göçüp gelmişlerdir. Afyon’da “dombay” olarak söylenen “manda” sözcüğü Acıpayam yöresinde “camız” olarak söylendiğinden bu adla anılmışlardır. Köy yönetiminde söz sahibi bu soylu aileden resmi kayıtlara göre Çanakkale şehitlerimizden biri de “Camuzoğlu İbrahim” olarak geçer.
*
Ramazan Güner 1930’da açılan, beş sınıflı Dedesil İlkokulunda okumuştur. Denizli’deki “Gazi Mektebi’ne” benzer bu okul zamanında çevrenin sayılı okullarından biridir. Çevrede Darıveren, Yazır, Dodurga ve Kumavşarı gibi köylerden üç sınıflı ilkokulu bitirenler 4. ve 5. sınıfı Dedesil’de okurlardı.
*
Okulumuz, toprak damlı evlerin birbiri ardına sıralandığı Dedesil Köyü’nde kırmızı kiremitli çatısı ve beyaz kireç badanalı duvarlarıyla O yıllara göre heybetli yapısıyla hemencecik göze çarpardı. Bahçe giriş kapısından başlayıp sağlı sollu çam ağaçları sizi yüksek merdivenlere doğru götürürdü. Bir insan boyu yüksekliğinde ters “U” harfine benzer pencereleri okula ayrı bir hava veriyordu. Sınıflar oldukça geniş, yüksek tavanlıydı. Zemini ve tavanı ahşaptandı.
Girişten başlayan çamlı yolun solunda minik uygulama bahçeleri, gece gündüz şırıl şırıl akan çeşmesi; çeşmenin suyuyla beslenen küçük bir havuzu vardı. Havuzun yanında sıralanmış öğretmen masası ve sandalyeler burada görev yapan öğretmenlerin ne kadar ince duygulu, çağdaş kişiler olduğunu gösterir nitelikteydi.
Çamlı yolun sağ yanı toplanma ve tören alanıydı. Bayrak direği ve küçük Atatürk büstü toplanma alanının önündeydi. Bahçe duvarlarına ağmış güller bahar gelince renk renk, tabak tabak açardı. Okulun arka bahçesi oyun alanıydı. Oyun alanının köşesinde barakaya benzer odunluk ve tuvaletler vardı. Biz ilkokula başladığımız 1960’lı yıllarda köyde çocuk bolluğu vardı. Odunluğun yanı başı dersliğe çevrilmişti.
*
Biz I. Sınıflar iki şubeye ayrılmıştık ve derslik olmadığı için bizim şube için Köyiçi Mahallesindeki “Halkevi” sınıfımız olmuştu. Ramazan Güner sınıf öğretmenimizdi. Öğretmenimiz kahveden halkevine yönelince “zil çaldı!” diye bağrışır, birimiz el zilini sallayarak çalar ve sınıfa doluşurduk.
*
Kimse “Bu okulu yıkmayalım, yapısı ve tarihiyle öylece kalsın,” dememiş; okul yapılacak hiç yer yok gibi güzelim okul günümüzden elli, altmış yıl önce yıkılıp yerine iki katlı bir okul yapılmıştır. -Halkevi de okulumuz gibi aynı kaderi yaşamıştı.-
*
Fransa’da görevli olduğum yıllarda yüzlerce yıllık okulların, kiliselerin korunup günümüze taşındığını görünce burnumun direği sızlamıştı bu güzel okulumuz için... Geçmişi geleceğe taşıma kültürü bizim kentlerde, köylerde neden yoktu?
*
Ramazan Güner, tüm Dedesilli çocuklar gibi bu okulda okumayı öğrendi. Yokluklar ve yoksulluk içinde dirsek çürüttü. Cumhuriyetimizin sarsılmaz, aydın ve çalışkan, halkla bütünleşmiş öğretmenleri orada gençliğini verdi; çamlarla süsledi, çeşme akıttı bahçesinin dört yanına kendi elleriyle gülleri dikti. “Mustafa Gülmez, Kâzım Kural, Tahsin Akıncı” gibi idealist öğretmenler yaşam biçimleri, bilgileri ve kültürleriyle köylüye örnek olmuş; yaşamlarına renk katmışlardı.
İkinci Dünya savaşının patlak verdiği yıllarda Ramazan Güner yapılan sınavları kazanarak “İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsünü” kazanan ilk Dedesilli çocuk oldu.(1939) Bu okul, Osmanlı döneminde “Amerikan Koleji” olarak yapılmıştı. Cumhuriyetin aydın nesli bu okulu Amerikalılardan alarak donanımlı bir köy enstitüsü yaptılar. Ancak Enstitüleri kapatan ağalık beylik düzen savunucuları bu okulu 1950’den sonraki yıllarda “NATO Karargâhı” olarak Amerikalılara geri verdi. Ne acı! Ne yazık!
*
Ramazan Güner beş yıl sonra 17 yaşında Kızılçullu Köy Enstitüsünü bitirdi ve çiçeği burnunda öğretmen oldu. Onun köy enstitüsünde okuması birçok Dedesilli çocuğun yolunu açtı, örnek oldu.
Ramazan Öğretmen ilkönce “Darıveren İlkokulunda” görev yaptı. Bir ara “Akalan’da” çalıştıysa da en uzun süreli olarak doğup büyüdüğü “Dedesil’de” öğretmenlik yaptı.
*
Yirmili yaşlarında Zeynep Hanımla evlendi. Köylülerin “Öğretmen Karısı” sıfatını verdikleri "Zeynep Hanım" bilge bir kadın olarak tanındı. Köyün ebesi, terzisi, iş bilir kadını gibiydi. Üçü oğlan, beşi kız sekiz çocukları oldu. Dili peltek, birazca safça olan Koca Rıza adlı bir akrabaları Ramazan diyemez, ona “İmazan” derdi. Bu sözcük “İman” sözcüğüne dönüşerek herkesin dilinde sakız oldu ve “İman Öğretmen” sıfatı Ramazan Güner’in üstüne yerleşti kaldı ve hep öyle anıldı.
*
Benim çocukluğumda öğretmen denilince bizim aklımıza hep o gelirdi. Yolda görsek duvar dibinde sıralanır, heykel gibi dikilir başımızla selamlardık. Bir hatamız, kusurumuz varsa “İman öğretmen geliyor!” diye çillik millik dağılır, kaçışırdık. Kendi ellerimizle yaptığımız çam tekerli, ipten dümenli tahta arabamızı “Tekeliler Deresinde” veya “Garkınlar Beleninde” yokuş aşağı biner, sonra sırtımızda tekrar yokuşun başına taşırdık. “İman Öğretmen” bizi görünce arabayı alamadan kaçardık. O da arabamızın üstünde zıplar “küt! diye belinden kırardı arabayı. “Ben size ders çalışın demedim mi?” der, kulağımızı burgu gibi çevirir, uzun ince elleriyle ensemize ünlü tokadını yapıştırırdı. Hiç birimiz öğretmenden yedimiz dayaktan anne babamıza söz etmezdik. Etsek de iki tokat da babamızdan yiyeceğimiz “Allah’ın emriydi.”
*
Şimdi 60-70 yıl sonra düşünüyorum da teknolojinin olmadığı çağda saman kâğıtlı defter, kitap koyduğumuz bez torbamızla, kaybolmasın diye silgi ve kalemi boynumuza iple astığımız yokluk ve yoksulluk yıllarında bizleri yetiştirmek için Ramazan Öğretmen ve arkadaşlarının katı disiplinden başka bildikleri yol, yöntem yokmuş...
*
Ramazan öğretmen yaşamında en büyük hatayı kendi köyüne atanmakla yapmıştı. Başka köyde “Ramazan Efendi” olan öğretmenimiz köylüyle içli dışlı, yüz göz ola ola yıpranmaktaydı. “Komşu kızı çapaklı olur,” sözünü doğrularcasına her Anadolu köyü gibi Dedesil’de yabancıya gösterilen saygı ve itibar nedense günümüzde bile kendi değerlerinden esirgenir. Ben de köyümüzde bir öğretim yılı görev yaptım. Başka köylerde “Veli Öğretmen, Veli Bey” olan ben köyde birden “Garalların Ali Hoca’nın” oğlu olmuştum. Durumu çabuk kavrayıp köyden ayrıldım ve görev yaptığım başka yerlerde yine “Veli Bey” olmuştum.
*
Ramazan öğretmenim köylüyle yüz göz olmanın; akrabalık, komşuluk ilişkilerinin baskısı altında uzun yıllar köyde öğretmenlik, sonra başöğretmenlik yaptı. Sürekli devamsızlık yapan kızları okula devam ettiremedi. Muhtardan gerekli ödeneği, desteği almada zorlandığını yıllar sonra anladım. Bir kutu tebeşir, bir karton, bir hokka mürekkep parasına muhtaç kaldığını yıllar sonra öğrendim.
*
Her köy enstitülü öğretmen gibi cebinden “Cumhuriyet Gazetesini” hiç eksik etmezdi. Arkadaşları “Kel Mahmut’un Kahvesinde” kâğıt oyunları oynarken o eline geçirdiği gazeteleri okurdu. 27 Mayıs 1960 askeri darbesiyle muhtar görevden alındı ve bizim köye seçimlere kadar muhtarlık Ramazan öğretmene verilmişti. Biz çocuklar için önümüzde iki öküz, bir inek “Karakova Çayırında” hayvan otlatırken başında köylü şapkası, yanında iki kır bekçiyle ovada, merada öğretmenimizin dolaştığını görmek bizi şaşırtan, inanılası bir olay değildi.
Ona teklif edilen Acıpayam Maarif Müdürlüğünün onunla aynı dünya görüşünde olmayan yakınları tarafından engellendiği yıllar sonra öğrendim. Biz beşinci sınıftayken (1964-65) okula akşamdan içtiği içkinin sersemliğiyle salına salına gelen bir sınıf öğretmenimiz vardı. Bir gün başöğretmenimiz Ramazan Güner sınıfa girdi. Onun meşhur, değişmez bir matematik problemi vardı:
“Veli, Bekir ve Suphi üç arkadaş ortaklık kurmuşlar. Veli 100 lira, Bekir 200 lira ve Suphi 300 lira koymuş. Yıl sonunda 1200 liraları olmuş. Bu parayı üç arkadaş nasıl bölüşmelidirler?”
Biz parayı üçe bölerdik. O zaman Ramazan öğretmen benim, Suphi’nin, Bekir’in ve Reşat’ın omuz başından bakar cevaplardan memnun olmazdı. Bir gün yüzünü ekşiterek sınıf öğretmenimize çıkıştı:
“Efendi, efendi, bu çocuklar gelecekte okuyacak çocuklar. Bunlar bu problemi çözemiyorlarsa suç onlarda değil, suç sizde!” diye söylendiğini ve öğretmenle tartıştığını dün gibi anımsarım.
Mesleğinin son yıllarında kimlerine göre kız öğrencilerin devamsızlığına göz yumduğu, muhtar ve velileri zorlamadığı gerekçesiyle, kimilerine göre de okuduğu gazeteden yorumlanan siyasi düşüncesiyle -siyasi tartışmalardan uzak duran halim selim bir yapısı vardı.- Acıpayam “Alaattin İlkokuluna” sürüldü. Oradan emekli oldu.
•
1973 yılında “Dedebağı Kasabası” belediye başkan adayı oldu. Ancak onun kendilerini zorlayacağını anlayan “Uzun Ali Dayı” ince bir “Demirel oyunu” oynamış. Köyde ilk okuyan öğretmenlerden olan “Hüseyin Ali Öğretmeni” de Denizli’den çağırtarak el altından başkan adayı gösterilmesini sağlamış. İki köy enstitülü arkadaş birbiriyle uğraşırken “Otbattıoğlu Uzun Ali” aradan sıyrılıp ikinci kez belediye bakanı olmayı başarmış. Ramazan ve Hüseyin Ali öğretmenler bu ince oyunu neden sonra anlamışlar ama “atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişti.”
*
1977 yılında hasta yatağında ellerini öptüm. Zarif, uzunca burunlu aydın yüzü solmuş, gözlerinin ışığı sönmüştü. Çok geçmeden bir zaman köyümüzün geçmişine iz bırakmış, alçakgönüllü öğretmenimiz biraz da değer bilinmemenin verdiği kırgınlık içinde sonsuzluğa göçtü. Cebinde gazetesi, gülümser yüzü ile gönüllerimizde yaşıyor ve yaşayacaktır “İman Öğretmenimiz!”
Veli Aykar
23.11.2025.
*
Aykar Veli
Kayıt Tarihi : 24.11.2025 01:24:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!