İLK KAMP SEFAMIZ
Babam her zamanki gibi öğle yemeğine geldiğinde çok neşeliydi. Annem güzel yemekler pişirmiş, masayı hazırlamıştı. Babam masaya oturdu ve anneme seslendi:
“Hanım sana çok güzel bir haberim var” deyince annem merakla yanına geldi:
“ Hayırlı haber olsun inşallah”
“Bugün Hakkı enişte iş yerime uğradı, Eskişehir’den gelip‘İncir Dibi’ ne askeri kamp kurmuşlar. Kendisi bugün Eskişehir’e görevli olarak gidiyormuş. Muammer hanım sizi yarın kampa davet ediyor dedi, gideriz değil mi?”deyince annem: “Gitmeye gidelim ama hazırlık yapmamız lazım. Gündüzden yemek yapsam yarına kadar sıcaktan ekşir. Çocuklar orada acıkır, nasıl yapalım bilemedim.” Deyince babam:
“Hemen telaşlanma, ben akşam gelirken kıyma, iki kalıp da buz getireyim. Köfte yaparsın, sabah erkenden yanına patates, patlıcan, domates kızartısın. Bir tencere de pilav yaparsın olur biter. Buzların üstüne koyarız hiç bir şey olmaz. Ekmekleri, meyveleri, diğerlerini giderken alırız” deyince annem biraz rahatladı. O zamanlar mahallemizde (1955 ) kimsenin evinde ne buzdolabı, ne fırın, ne de diğer elektronik eşya vardı. Yaz aylarında buzcular, Uludağ’dan kalıp kalıp buz getirir, erimesin diye talaşlarla sarar ve satarlardı. Babam her gün yemeğe gelirken iki kalıp buz getirirdi, suyumuzu ve meyvelerimizi soğuturduk.
Annem börek, çörek yaptığı zaman, babam yanında çalışan adamlarından birini gönderirdi. Adam koca tepsiyi, başının üzerinde taşıyıp çarşı fırınına götürürdü. Pişene kadar orada bekler, tepsiyi tekrar eve getirirdi. Kampa öğlene yakın gideceğimiz için bunları yapmaya vakit yoktu.
Kampa ilk defa gideceğimiz için o kadar sevinçliydim ki tarif edemem. Kamp nasıl bir yer acaba diye çok merak ediyordum. Yedi yaşındaydım, yaklaşık iki ay sonra okula başlayacaktım. Bizim zamanımızda (70 yıl önce) yedi yaşında İlk Okula kayıt yapılırdı.
Babam işine dönünce annem telaşla hazırlık yapmaya başladı ve yanımıza geldi: “Çocuklar beni iyi dinleyin. Yarın kampa gideceğiz, uslu durun, beni üzmeyin. Kardeşinize güzel bakın” deyip mutfağa gitti. Ben de peşinden gidip bir kenara oturdum. “Anne kamp nasıl bir yer biliyor musun?”diye sordum. Annem: “Ben de kampa ilk defa gideceğim kızım, yarın gidince görürüz. Çadır kuruyorlar, denizde yüzüp güneşleniyorlar. Arkadaşlarla tanışıp oyunlar oynuyorlar. Gece çadırda yatıp tatil yapıyorlar işte, değişiklik olsun diye .”
Annem büyük bir şişeye zeytinyağı, bir torbaya sele zeytini, iki kavanoza da yeni yaptığı şeftali ve vişne reçeli hazırlamış, onları gazetelere sarıp bir sepete yerleştirdi. Önce pirinç ayıkladı, pilav ve kadınbudu köfteye koymak için ve baharatları hazırladı.
Daha sonra kampa giderken giyeceğimiz bizim kıyafetlerimizi, havluları ve yedek kıyafetlerimizi çantalara yerleştirdi.
Babam akşamüzeri erken geldi, annemin istediklerini almış: “ Hanım istediğin her şeyi getirdim, ben biraz gazete okuyup dinleneceğim deyip kanepeye uzandı.
Annem hemen kadınbudu köfteleri yaptı, tepsiye dizdi. Onları buharda haşladı ve soğumaya bıraktı. Kazanın içinde keserle buzları kırdı, su şişesini ve soğuyan köfteleri bir kabın içine koyup sıcaktan bozulmasınlar diye buzların üzerine yerleştirdi. Ben annemin telaşlı halini seyretmekten çok zevk alıyordum. Annem dönüp bana baktı:
“Kızım burada beni seyretmekten sıkılmadın mı sen?” diye sordu: “Hiç sıkılmadım anne, köfteler ne zaman pişecek ?”diye sorunca: “Onları sabah erkenden una ve yumurtaya bulayıp kızartacağım. Patates, patlıcan, biber kızartması ve pilav yapacağım. Hadi sen ablanın yanına git biraz dinlen kızım” dedi.
Gerçekten annem erkenden kalkıp hepsini yapmış. Kalaylı bakır tencereleri filelere yerleştirmiş. Sonra yanımıza gelip bizi ve küçük kardeşimizi giydirdi, kendiside hazırlandı. Saat tam 11: 00 de fayton kapımıza geldi. Abdi ağabey önce bizi bindirdi, sonra kapıya çıkardığımız her şeyi boş yerlere yerleştirdik. Kıyafet çantalarını kucaklarımıza aldık. Annem kardeşimizi kucağına aldı ve yola revan olduk.
Kamp yeri Mudanya iskelesine, yaklaşık on dakika uzaklıktaydı. O zamanlar oranın ismi ‘İncir Dibi’ ydi. Etrafta bulunan incir ağaçlarından almış ismini. Bursalılar oraya piknik yapmaya ve yüzmeye gelirlerdi. Biz ilk kez gelmiştik, hepimiz küçük olduğumuz için piknik yapmaya gidemezdik.
Faytonla kamp yerine gelince, faytoncu Abdi ağabey yere indi ve atları tutarak bizim inmemizi bekledi. İlk kez bir kamp görüyordum ve burası adeta cennetten bir köşeydi. Kamp denize sıfır, denize dökülen derenin kenarına sıralanmış, askeriyeye ait haki renkli ve iki odalı çadırlardan ibaretti.
Babamın amcasının kızı olan Muammer halam, oğlu Taner ağabey ve kızı Hüner’le bizi güler yüzle karşıladılar. Ben halamı ve kuzenlerimi ilk kez görüyordum. Annemler daha önce görüşmüşler ama ben hatırlayamıyorum. Faytondan eşyalarımızı indirdik ve çadırın önündeki masanın etrafına oturduk.
Deniz billur gibi durgun ve hava çok sıcaktı. Ablam Güzide ve ben bir an önce denize girmek için sabırsızlanıyorduk, ablamla çok güzel anlaşırdık. İlk defa yüzecektik ve çok heyecanlıydık.
Kamptaki çocuklar mayolarıyla yüzüyorlardı, bizim mayomuz da yoktu. Annem hepimize yedek kıyafet getirmiş, biz de elbiselerimizle denize girdik, kıyıda yüzme öğrenmeye çalıştık. Kardeşimiz Neşe’nin de ayaklarını, kollarını deniz suyuyla yıkadık. Annem de kardeşimle ilgilendiği için denize sadece ayaklarını soktu. Hüner’in mayosu vardı, halam dikmiş. Hüner’le aynı yaştaydık ve bana yüzmeyi öğretmeye çalışıyordu.
Doğanın bizlere sunduğu güzellikleri, çocuk gözüyle keşfetmek beni çok mutlu etmişti. Kendimi adeta harikalar diyarına gelmiş gibi hissediyordum. Çünkü ilk defa denize girmiş, çakıl taşları toplamış, kumdan kuleler yapmıştım. Dalgaların sahil boyuna bıraktıkları köpükleri, avuçlarıma almak ayrı bir zevkti.
Yüzme öğreneceğiz diye denizde bir hayli yorulduk. Üşümeye ve dudaklarımız morarmaya başlayınca annem denizden çıkmamızı söyledi. Dişlerim birbirine vuruyor, titriyordum. Kuzenimle çadırın içine girince hamama girmiş gibi oldum, çadırın içi sıcacıktı. Annem gelip havlu ve yedek kıyafetlerimi getirdi. Üzerimi değişince üşümem geçti. Çadırın içinde ilk gözüme çarpan, yatakların üzerinde asılı olan, beyaz tülden dikilmiş cibinlikler oldu. Dere kenarı ve kır yeri olduğu için sivrisinekler, böcekler ısırmasın diye her yatağın cibinliği vardı. O yatakta, cibinliğin içinde hemen yatıp uyumak istedim ama yemek yiyeceğimiz için dışarıya çıktık.
Öğle vakti babam yine Abdi ağabeyin faytonuyla geldi. Gelirken kavun, karpuz, mısır, sıcacık simitler ve iki kalıp da buz getirmişti. Hepimiz masaya oturduk, annemin pişirdiği yemekler çok beğenildi. Halam da çok hamarat, becerikli bir hanımdı. Halamın yaptığı yemekler de çok nefisti. Deniz kenarı iştahımızı açmıştı, her şeyin tadına baktık, iyice doyduk.
Yemekten sonra Hünerle ikimiz, dere boyunca yürürken gözlerim incir ağaçlarının üzerinde incir arıyordu. Ne yazık ki bir tane bile incir göremedim. Her halde daha önce pikniğe gelenler toplamış diye düşündüm. Daha sonra birden deredeki kurbağaları gördüm, suyun içinde hoplayıp duruyorlardı. Biraz ileride yuvarlak bir şeyin bize doğru geldiğini görünce korktum, Hüner’in elini tuttum. Hüner yanına gitti ve sırtını sevmeye başladı ve beni yanına çağırdı. “İnci korkma, kaplumbağa hiç zarar vermez” deyince ben de sırtını sevdim. Bizden ürken kaplumbağa, başını ve kollarını kabuğunun içine çekerek saklandı. Kurbağa ve kaplumbağayı ilk defa görmüştüm. Çadırların hepsi doluydu ve biz kendi çadırımıza döndük. Bir baktım halam gaz ocağı yakmaya çalışıyor ama değişik bir ocak. Bizim iki tane fitilli gaz ocağımız vardı, modelini değişik görünce halamın yanına çömeldim. Ocağın nasıl yakıldığını öğrenmeye çalıştım. Meğer pompalı ocakmış, daha hızlı yanıyor ve is çıkarmıyordu. Bizimkiler is çıkarıyordu, annem tencere ovmaktan bıkmıştı. Ocak yanınca halam bir tencere getirip üzerine koydu. Babamın getirdiği mısırları soymuş onları haşlayacak. Kapağını kapattı ve bana “Düdük ötünce bana haber ver kızım” dedi. Pompalı ocağı ve düdüklü tencereyi ilk kez orada gördüm ve çok beğendim. Ocak ve tencereye odaklanmıştım, başka bir şey görmüyordum. Nasıl yakıldığını hemen öğrenmiştim. Babamın yanına gittim:
“Baba ne olur bize de bu ocakla, düdüklü tencereden al, çok güzeller. Ben nasıl yandığını öğrendim” dedim. Babam gülümseyerek:
“Olur kızım alırım” dedi”.
Tencerenin düdüğü öttü, mısırlar pişti. Deniz kenarında insanın karnı çok çabuk acıkıyor. Daha sonra halam çay yaptı, bu sefer simitler, reçeller, zeytinlerle kahvaltı yaptık. Mısırları yedik, artık gün geceye dönmeye başlamıştı. Hepimiz çok mutluyduk, çok güzel bir gün geçirmiştik. Annem, kamp bitmeden bize gelmeleri için halamları yemeğe davet etti. Biraz sonra bir baktım uzaktan fayton bizi almaya geliyor. Çok üzüldüm, hiç gitmek istemiyordum. Teşekkür edip ayrılırken gözlerim doldu, Hüner’e sarılırken gözyaşlarım akmaya başladı. Hüner de çok duygulandı, halam bizi öyle görünce babamdan beni bırakmaları için izin istedi:
“Hüner’e arkadaş olsun” deyince babam halamı kırmadı.
“ Peki kızım, çok istiyorsan kal. Yarın öğlende gelip seni götüreceğim” dedi.
Faytona bindiler ve el sallayıp mutlu bir şekilde gittiler. Ailem gidince halam mayosunu giyip denize girdi. Hiç unutmadım, hala gözümün önünde çok güzel bordo yünle örülmüş mayoydu ve ilk kez mayo modeli ve mayolu bir hanım görmüştüm.(Halam kendisi örmüş).
Hava kararmaya başlayınca halam, çadırın önüne yine değişik bir şey daha çıkardı. Pompalı ocak gibi onu da yakmaya çalıştı ve birden etraf gündüz gibi aydınlandı. Meğer bu lüks lambaymış, çadırın önündeki kancaya astı. Onu da ilk kez görüyordum. Diğer çadırlarda lüks lambaları asınca her taraf ışıl ışıl aydınlandı. Evimizde elektrik olduğu için lüks lambayı özenmedim. Babaannemin gemici feneri ve karpuz lambaları vardı, elektrikler sönünce hemen onları yakardı.
Hava iyice kararınca Taner ağabey ve kamptaki (12- 14 yaş arası genç arkadaşları, dere kenarındaki sazlıktan kestikleri, ucu kahverengi kadife sünger gibi sazların (Şeytan mumu, Typha latifolia) ucunu gaza batırıp, meşale gibi ellerine alıp kampın etrafında hep bir ağızdan:
“Dağ başını duman almış, gümüş dere durmaz akar, Güneş ufuktan şimdi doğar, yürüyelim arkadaşlar” diye marş söyleyip ellerindeki meşalelerle kampın etrafında dolaşıyorlardı. Kamptaki herkes önlerinden geçen gençleri alkışlıyorlardı. Ben bu marşı biliyordum, mahallemizde biz de bu marşı söylüyorduk. Hiç eksilmeyen çocukluk sevinciyle ben de marş söylemeye başladım.
Dere de lüks lambaların ışığıyla gerçekten gümüş gibi parlıyordu.
Geceyi ilk defa evimizden ve ailemden uzakta bir çadırın ve cibinliğin içinde geçirmek beni biraz tedirgin etse de yeni ve iyi huylu, sevecen bir arkadaş kazanmak, bana her şeyi unutturmuştu. Cibinliğin içinde, kuzenimle uyumak çok hoşuma gitmişti.
Kamp hayatı herkes için farklı anlamlar ifade etse de bana göre, güneşin ilk ışıklarıyla, kuş cıvıltılarıyla, dalgaların şırıltılarıyla uyanmak, doğa ile iç içe yapılan harika bir tatil diyebilirim.
Ertesi gün babam öğle tatilinde yine faytonla gelip beni aldı. Çok mutluydum, adeta bulutlarda uçuyordum. Ve babacığım, bir ay sonra İstanbul dönüşü iki büyük karton kutuyla geldi. Birinde pompalı ocak, diğerinde düdüklü tencere vardı. Annem çok mutlu oldu, ilk kez kullanırken anneme yardımcı olmuştum. Bir günlük kamp gezisinde neler görmüş neler öğrenmiştim.
Yüreğimizde saklanan anılar, yüreğimizin hiç soğumayan külleri ve yaşantımızın bir özetidir. Anılar tekrarı olmayan dünlerin, bize bıraktığı en değerli mirastır. Biliriz ki her yolun sonu bir anıya çıkar.
İnci Germenliler
Kayıt Tarihi : 24.8.2025 12:01:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!