İLK HAMAM SEFAM
Biz çocukken Mudanya’da bir tane kadınlar hamamı vardı(NUR HAMAMI).1950 li yıllar. Annem senede üç, dört sefer bizi hamama götürür, yıkardı. Diğer zamanlarda evimizin odun sobalı, mermer kurnalı banyosunda yıkardı. O zamanlar, şimdiki gibi sıcak sulu, doğal gazlı, şofbenli, kaloriferli, kombili evler yoktu. Hamama gittiğim ilk günü çok güzel hatırlıyorum. Sanırım beş yaşlarındaydım, henüz okula başlamamıştım. Belki annem daha önce de götürmüş olabilir ama ben onları hatırlayamıyorum. Hamama gideceğimiz zaman annem bir gün önceden, valizi hazırlamaya başlardı. Önce hamam takımlarını sonra çamaşırlarımızı ve giysilerimizi, hamam taslarını, kese, sabun ve sabunlukları koyardı. Onları ütülü en güzel bohçalara sarar, hiçbir şeyin eksik olmamasına dikkat ederdi. Bu hiç de kolay bir iş değildi, o zaman henüz üç kardeştik. Kimseden yardım almadan üç çocuğu, giydirip doyurmak, çamaşırlarını hazırlamak bir hayli zaman alıyordu. Annem çok telaşeli bir kadındı. Zaten çocuklarla şaşkın tavuğa dönmüştü, böyle günlerde ne yapacağını iyice şaşırırdı. Ben ve ablam hamama gideceğiz diye sevinç içindeydik. Annemiz sinirlenip üzülmesin, hamama götürmekten vazgeçmesin diye bir köşeye çekildik ve sessizce küçük kardeşimizle ilgilenmeye başladık. O gün kardeşim biraz hasta gibiydi, annem onu babaannemlere bıraktı. Sonunda annem valizi, çantaları alıp kapıya çıktı: “ Beni hamamda kimseye mahcup etmeyin yoksa sizi bir daha hiçbir yere götürmem” diye tembihledi. Yürüme mesafesinde olan hamama yürüyerek gittik. Hamamın giriş kısmı çok güzeldi, ben her tarafı merakla inceliyordum. Bir tarafı kafesle bir kaç tane localarla ayrılmış, diğer yanları açıktı. Annem, hamamcı teyzeden bir loca istedi ve cüzdanını ona emanet etti. Locanın içinde tahta kerevetler vardı. Annem valizi açtı önce kerevetin üzerine dantelli hamam yaygısını yaydı daha sonra hepimizin havlu ve giysilerini ayrı ayrı dizdi. Natırı çağırıp sırayla hangi havluları getireceğini gösterdi ve hepimiz soyunduk. Annem peştamalla biz iç çamaşırlarımız ile hamamın içine girdik. Önce buhardan bir şey göremedim, gözlerim alışınca ortada mermer göbek taşı, mermer kurnaların başında peştamallı teyzelerin şakır şukur yıkandığını gördüm. Kubbeli tavanındaki pencereyi çok beğendim. Annem teyzelerle selamlaştı ve bir kurna seçip mermerleri yıkadıktan sonra bizi yanına oturttu ve yıkamaya başladı. Bizi güzelce keseleyip sabunluk yaptı, küçük hamam taslarımızla annemin başına su dökmemize, ablamla şakalaşmamıza ses çıkarmadı. Annem hepimize kaşar peynirli gumuç (sandviç) hazırlamış, kimse özenmesin diye soğukluğa çıkardı. Torbadan sandviçlerimizi verdi, hiç unutmam onları öyle bir iştahla yedik ki anlatamam. Bakır tasla ayvayı kırdı (Bıçakla kesilirse buruk olurmuş, o ayvanın tadını hiç unutmadım) portakalı da bölüşüp yedikten sonra tekrar sıcak yere girdik. Annem bizi tekrar yıkadı ve natırdan havlularımızı getirmesini istedi. Havlulara sarıp locaya götürdü. Üşümeyelim diye hemen giydirdi, başımıza da gümüş pullu tülbentler bağladı. Çoraplarımıza, ayakkabılarımıza kadar uğraştı. Biz de annemizin elini öptük: “Sağlık sularınız olsun” deyip o da bizi öptü. Daha sonra bize hamamcı teyzeden Uludağ gazozu aldı ve ortada yanan sobanın arkasına oturduk. Aynı bayram çocukları gibi süslemişti annem bizi. Annem tekrar yıkanmaya içeriye giderken: “Ben de natıra kese yaptırıp biraz sonra geleceğim. Sakın sobaya değmeyin” deyip gitti. Hamama yeni gelen teyzeler, sıcaktan kızaran yanaklarımızı görünce hamamcı teyzeye: “Bu cici kızlar kimin?” diye soruyordu: “Emine hanım’ın kızları”. Başımızda beyaz tülbentler, elimizde gazoz şişeleri, hamama gireni, çıkanı seyrediyor ve çok eğleniyorduk. Nihayet natır teyze, locadan annemin havlularını alıp içeriye götürdü. Sonunda annem kızarmış yanaklarıyla yorgun bir halde locaya girdi. Biraz dinlendikten sonra giyindi ve valizi toplamaya başladı. O zamanlar bir de hamam kültürü vardı. Kadınlar göz ucuyla herkesin bohçalarını hamam takımlarını incelerdi. Beğendikleri bir şey olursa hemen örneğini isterlerdi. Onun için annem hamama giderken en yeni ve en güzel giysilerimizle götürürdü. Annemin patiska ve poplin kumaşlardan dikip ördüğü dantellerle süslediği, Jiponlarımızın, çamaşırlarımızın modelini kızları olan, komşular isterdi. İki, üç saat sonra hamam sefamız bitince ablamla el ele tutuşup annemin arkasından, yürüyerek eve geldik. Annem kapıyı açtı, bir de baktık evin içine dumandan ve yanık kokusundan girilmiyordu. Annem bir çığlık atıp içeriye daldı: “Aman ALLAH’ ım evimiz yanıyor!”. Meğer annem telaşeden, pişirdiği soğanlı et ( yahni )yemeğinin altını, kapatıyorum diye gaz ocağını kısmış. Tencere ve yemek simsiyah kömür olmuş: “Gitti güzel tencerem, gitti canım yemeğim. Emeğime mi yanayım, akşama ne yiyeceğiz, hangisine yanayım” diyerek pencereleri, kapıları açtı ve ağlamaya başladı. Annem ağlayınca bizde korkudan çığlık atıp ağlamaya başladık. Annem bizim korktuğumuzu görünce bize sarıldı: “Korkmayın yavrularım, sağlık olsun. Ya evimiz yanıp kül olsaydı ne yapardık? Şimdi babanıza telefon ederiz, akşam için bize yemeklik getirir” deyip sakinleşti. Çok güzel başlayan bir gün kötü bir sürprizle son bulmuştu. Hamam sefamızdan eser kalmamıştı.
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız