Birinci Bölüm
Çocuk gözüyle bakılıyordu köyde ona hala. Köy kahvesine girmesine izin veriliyor fakat akşam üzeri altı olunca kahveden çıkarılıyordu. Benimsediğini sandığı durum dokunmaya başlamıştı Ömer’e. Ne de olsa on beş yaşındaydı artık ve kocaman adam olduğunu düşünüyordu. Yine böyle bir akşamüstü oynadıkları okeyin tamamlanmasına izin verilmemişti Ömer ve arkadaşlarının. Hakan ve Tümer evlerine gitmeleri gerektiğini söyleyerek ayrılmışlardı Ömer ve Murat’ın yanından. Akşam karanlığında iki arkadaş ne yapabileceklerini, nereye gidebileceklerini düşünerek yürümeye başlamışlardı köyün toprak yolunda. İlkbahar gelmişti köye. Havalar ısınmaya başlamış, ayva ağaçları şimdiden çiçeklerini açmıştı. Kışa nazaran yapılabilecek birçok şey vardı ama yine de sıradan bir köy yeriydi işte… Akşam olunca hayat durur, herkes evlerine çekilirdi. Hava karardıktan sonra kahveden başka gidilebilecek başka yer yoktu. Yürümekten yorulan iki arkadaş ertesi gün buluşmaya karar vererek evlerinin yolunu tuttular.
Gürbüz bir çocuktu Ömer. Girişken, lider ruhlu bir yapıya sahipti. Arkadaşlarıyla bir araya geldiklerinde oynayacakları oyun hakkında veya yapabilecekleri başka şeyler konusunda herkes fikrini söyler fakat Ömer’in istediği olurdu her zaman. Kavgacı, önüne geleni döven, serseri ruhlu birisi değildi ama akranları hatta yaşça kendinden büyük olan çocuklar bile korkarlardı ondan. Bir kere kızmaya görsün Ömer; kaşlarını bir çatar, dişlerini, yumruklarını farkında olmaksızın öyle bir sıkardı ki, Ömer’i bu haliyle bile görmek istemezdi arkadaşları.
Murat, tüm çocuklar arasında en sevdiği arkadaşıydı Ömer’in. Okula birlikte giderler, okul dışındaki öğleden sonraki zamanın tümünü birlikte geçirirlerdi. Okula başladıkları ilk günden beri böyleydi bu.
Ertesi gün, bir cumartesi öğleden sonrasında iki arkadaş yine buluşmuşlardı. Köyün uç noktasında bulunan mezarlığın biriketlerle örülmüş duvarına oturmuş ne yapmak isteyip istemedikleri hakkında konuşuyorlardı. Çocuklarla maç yapabilirlerdi, ava çıkabilirler veya kahveye gidebilirlerdi ama bunlardan hiç birisi o an için çekici gelmemişti. Önemli bir fikir ortaya atarmışçasına, heyecanla “kızların peşine takılalım mı? ” diye sordu Murat. Her ikisinin de şimdiye kadar sevgilileri olmamıştı. Bluğ çağına henüz giren iki çocuk, sevgilinin anlamından bile habersizlerdi yaşadıkları bu köy yerinde. Aşık olmak, sevgili edinmek gizli bir tabuydu buralarda; ayıp karşılanırdı. İki kişi arasında ilişki yaşanacaksa bile bu gizliden gizliye olurdu. Aşk ve sevgi kavramları henüz Ömer’in kafasına yerleşmediğinden kızların peşine takılmak fikri anlamsız gelmişti. “Neden? ” diye sordu Murat’a. “Geçen hafta gördüm; Hasan Dayının kızı var ya, abim onu yukarki bağa götürdü. Kızın elini tuttu sonra onu öptü.” dedi. “Sonra n’oldu? ” diye sordu merakla Ömer. Oturdukları duvardan atladı Murat. Dudağını bükerek “hiç” dedi önemsiz bir olay olduğunu vurgulamak istercesine ve yürümeye başladı. Ömer’de atladı duvardan ve Murat’a yetişti. “tamam, hadi takılalım.” dedi, değişik bir şey yapacak olmalarının heyecanıyla.
Köyün dağa doğru olan çıkışında kavak ağaçlarından oluşturulmuş bir alan vardı. Köyün gençleri buraya muntazaman gelirler, konuşurlar, eğlenirlerdi.
Murat ve Ömer bir ağacın gölgesine oturmuşlardı. Neredeyse yarım saat olmuştu iki kafadar geleli ama henüz kimsecikler yoktu. Beklemekten sıkılan Ömer; “gidelim hadi” dedi oturduğu yerden kalkarak. “Kız mız yok burada.”
“Paşaya kelle mi yetiştireceksin? Otur da bekle, birileri gelir elbet! ” dedi Murat yayıldığı kavak ağacının altından. Cümlesini henüz tamamlamıştı ki iki kızın bulundukları yere doğru seğirttiğini gördüler. “Kızlar geliyor, hadi kalk! ” diyerek heyecanla sert bir tekme çıkardı Ömer uzanmakta olan Murat’ın bacağına. “Çüş! Ne vuruyorsun ya..” diyerek kalayı bastı Murat, acıyan sol bacağını ovuşturarak. “N’apacağız ya, koşup boyunlarına sarılacağız? ”
Sevda ve Handan’dı gelenler. Biri Şükrü, diğeri de Cüneyt Amcanın kızlarıydı. Evleri yan yana olan iki komşu kızı...
Önlerinden geçip gitmekte olan kızlardan kendisi gibi yapılı ve hemen hemen kendisiyle aynı boyda olan Şükrü Amcanın kızı Handan’ı kestirmişti Ömer gözüne. Sarı saçları, yuvarlak bir yüzü vardı kızın. Küçük, kısık gözleri, sanki sık aralıklarla döşenmişçesine küçük ama çokça çilleri vardı. Önlerinden geçerken utangaçvari gülümsemesinde gördüğü kızın dişleri sarımtraktı. Çok uzun sayılamayacak saçlarını at kuyruğu şeklinde bağlamış olan kız, güzel diye tanımlanabilecek bir yapıya sahip değildi ama ne hikmetse Ömer’in dikkatini çekmişti. Kızı daha önce de bir çok defa görmüş ama alıcı gözüyle bakmamıştı hiç. Önünden geçerken pür dikkat kesildiği kız Ömer’i heyecanlandırmış, hatta heyecanın dışında garip duygular hissetmesine sebep olmuştu. Bu duyguyu bilmiyordu Ömer.
Ayağına bir tekme daha sallayacaktı ki, Ömer’in niyetini anlayıp bir adım ileriye attı kendini Murat can havliyle. Ömer, çekirge gibi sıçrayan arkadaşına bakıp gülerken, “kalk hadi,” dedi. “Gidiyor kızlar… baştan anlaşalım, sarı olan benim! ”
Canına minnetti Murat’ın. Kendisi gibi zayıf olan Sevda, Handan’dan çok daha güzeldi.
On dakikadır peşlerinde yürüyorlardı ama utangaçlıklarından henüz konuşmamışlardı onlarla. Kızlar ara sıra dönüp kendilerini takip eden çocuklara bakıyor, sonra da kendi aralarında kıkırdıyorlardı. “Daha ne kadar yürüyeceğiz böyle? ” diye sordu Ömer Murat’a. “Git konuş,” dedi Murat’da. “Sen konuşmayacak mısın? ” dedi Ömer. Murat çekingen yanıtladı: “Sonra konuşurum ben.”
Adımlarını sıklaştırıp kızlara yaklaştı Ömer. Henüz yanlarına varmamışken, arkalarından bağırdı: “Hey, baksanıza…” duymazdan gelen kızlar gülüşerek yürümeye devam ettiler. Kızların sessiz kalmasına sinirlenen Ömer sesini biraz daha yükselterek bir kez daha bağırdı. Ömer’i bir kez daha cevapsız bırakınca koşarak yetişti kızlara. “Size bağırıyorum, duymuyormusunuz? ” diye sordu Ömer, kızların önüne geçip onları durdurarak. İlk konuşan sevda oldu: “Sağır değiliz, herhalde duyuyoruz.” dedi ciddi bir ifade takınarak.
“Neden cevap vermiyorsunuz o zaman? ” diye sordu bu sefer Ömer. Soruyu cevaplayan yine sevda olmuştu. “Biraz nazik olsan belki cevap verirdik, ne o öyle hey baksanıza falan…” Ömer’in yanından geçip yürümeye başladılar tekrar. Önce çekip giden kızlara sonra da kendilerini yirmi metre geriden takip eden Murat’a baktı. Kızların peşinden gidip konuşmak için ısrar mı etmeliydi yoksa Muratı’da alıp oradan uzaklaşmalı mıydı? Murat’ın, peşlerinden gitsene dercesine eliyle yaptığı işaretle koşup kızlara yetişti ve Handan’ın yanında yürümeye başladı. Handan’a sürekli sorular soruyordu fakat Handan’ın cevap vermesine fırsat tanımadan söze karışıyordu sevda ve Ömer’i tersliyordu. “Ben Handan’la konuşuyorum, sussana sen” dedi sonunda dayanamayıp. “Sen de gitsene” diye karşılık verdi Sevda. “Handan gitmemi istemiyor, sanane. Hem o söylesin giderim.” diyerek meydan okudu her ikisine de. Meydan okumuştu okumasına ama sonra da bin pişman olmuştu söylediğine. Ya Handan git derse diye geçirdi aklından… Handan’ın kal demesini diledi. Gözlerini yere dikmiş sessizce yürüyordu Handan. Ömer daha fazla beklemedi konuşmak için: “Bak gitmemi istemiyor” dedi zafer kazanmış kumandan edasıyla. “Söyle şuna gitsin kız, yapıştı sakız gibi” dedi bu sefer Sevda Handan’a dönerek. Handan hala sessizdi. Belli ki gitmesini istemiyordu Ömer’in ama kadınsı bir dürtüyle “kalsın” diyemiyeceğini de biliyordu. Sevda’nın yanında Handan’la konuşamayacağını anlayan Ömer gitmeye karar verdi. Handan’ın kulağına eğilip, “sonra konuşuruz,” diye fısıldadıktan sonra koşarak uzaklaştı oradan.
İkinci Bölüm
Günlerdir evden çıkmıyor, gelen hiçbir arkadaşıyla görüşmek istemiyordu. Annesi üzülüyordu Ömer’in bu haline; derdine çare olacak hiçbir çözüm bulamıyor olmanın sıkıntısını da içinde taşıyordu. Dolu dolu yaşadıkları üç yıllık ilişkileri boyunca Handan yüzünden bir çok defa babasıyla karşı karşıya gelmişti Ömer. Babasından çok dayak yemiş, her şeye rağmen yine de sevdiği kızdan vazgeçmemişti. Evlenmeyi düşünüyorlardı.
Önce askere gidecekti Ömer; gelişinin hemen ardından düğün dernek kurulacaktı.
Ömer’in babası gibi Handan’ın babası Şükrü Amca da onaylamıyordu iki gencin arasındaki ilişkiyi ve köye geçen sene gelen gelen öğretmenin Handan’ı istetmesi üzerine kızının başını bağlamaya karar vermişti. Handan’ın, babasına karşı durması pek mümkün değildi. Ömer ise olayların gerçekleştiği ilk günden beri, son bir aydır için için kendini yiyip bitiriyor, kabullenemiyordu sevdiği kızın bir başkasıyla evlenecek oluşunu. Handan’a bir çok defa kaçmayı teklif etmiş, fakat her defasında red cevabı almıştı. Yaşadığı korkunun sonucu muydu Handan’ın bu ayrılığı kabullenmesi yoksa bir öğretmenle evlenecek olmanın heyecanı mı? Handan’ı ve üç yıldır yaşadıkları ilişkiyi düşünüyor, cevabını veremediği sorular karşısında her geçen gün eriyip tükeniyordu.
Alış veriş yapmak için kasabada kurulan pazara gitmişti anne ve babası. Çıkarken bir şey isteyip istemediğini sormuştu annesi Ömer’e. Ömer’de bir şey istemediğini söylemiş, çıkarken odasının kapısını çekmesini rica etmişti annesinden.
Haftalardır çıkmadığı odasında, yatağına sırt üstü uzanmış tavanı seyrediyordu öylesine. Başı çatlayacakmış gibi ağrıyor, şimdiye kadar hiç yaşamadığı derin sancıları hissediyordu yüreğinde. Eski Ömer değildi artık; yaşamanın eskisi kadar bir anlamı yoktu onun için. “Anlamı olmayan bir hayat…” diye geçirdi aklından. Handan’la yaşadığı ilişkisi babası ile aralarının bozulmasına sebep olmuş ve tüm bu yaşananların üstüne de sevdiği kız kendisinden vazgeçmişti. O halde Ömer de vazgeçmeliydi Handan’dan… babasından, yaşadığı hayattan…
Vazgeçmeliydi, evet! Yavaşça ayağa kalktı uzandığı yatağından. Olduğu yerde sendeledi kalkar kalkmaz. Doğaldı bu; günlerdir yemek yemiyor, doğru dürüst uymuyordu bile. Ayaklarını sürüyerek banyonun yolunu tuttu. Aynanın hemen yanında bulunan jilet kutusundan bir jilet çıkarıp oturdu yere. Daha doğrusu oturmaya bile gücü olmadığından düşen bir pamuk balyası gibi çöktü yere. Sırtını duvara verip ayaklarını uzattı. “Hayatın bir anlamı yoksa…” diye başladığı cümlesini bitirmek gereğini bile duymadan elindeki jiletle sol bileğini kesiverdi. Canının yandığını hissetti önce ama elinden akan kan tatlı bir ılıklığa bıraktı yerini. Tepeden tırnağa tüm vücudunun karıncalandığını fark etti önce. Sonra derin bir boşluk kapladı içini. Hatırladığı son şey gözlerinin kararmasıydı…
Gözlerini açtığında soğuk bir hastane odasında buldu kendini. Gözleri uykusuzluktan ve ağlamaktan şişmiş olan annesine bakarken üşüdüğünü hissetti bir an. Oğlunun gözlerini açtığını gören annesi hemen boynuna sarıldı oğlunun. Öyle bir sarıldı ki, bir an nefes alamayacağını düşündü Ömer. Biraz önceki üşüme hissi birden bire gitmiş, yerini ciğerlerini kavuran bir ateş almıvermişti aniden. “Anne, su..! ” diyebildi konuşmaya takatı olmayan cılız sesiyle. Komodinin üzerinde duran sürahiden su doldururken annesini seyretti. Hüzünle mutluluk, acıyla sevinç arasında birbirine karışan duygularıyla annesinin sık aralıklarla hıçkırığını fark etti.
Bileğini kestiği o an ve yaşadığı derin boşluğu anımsadı birden. Gözlerinin yavaş yavaş kapanışını hatırladı. Sonra Handan geldi aklına… uğruna ölümü göze aldığı kız yanında yoktu. “Olsaydı da bir anlamı olmazdı” diye geçirdi aklından. Gözünden akan bir damla yaşı silerken biten bir aşkın ardından mı ağlıyordu, yoksa kendisini canından çok seven annesini üzdüğü için mi, anlayamadı…
Kayıt Tarihi : 6.12.2007 14:57:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)