O küçük romanla yıllar evvel sevdiğim bir yazarın köşesinde tanıştım. Sonradan denemeler kitabına da girecek olan yazıyı yazan kıymetli şahsın ismi Ahmet Altan. İsmi size bir yerlerden tanıdık geliyor, değil mi? Hani şu okuduğunuz gazeteyi ayakta tutabilmek için mücadeleyi seven bir ekiple günde on sekiz saat çalışıp, haftanın altı günü memleketin ve gazeteciliğin sorunlarını herkesin anlayabileceği basit bir lisanla anlatan, haber toplantılarından vakit bulduğunda ‘finans müdürü’ olarak sokaklarda koşturan tek yayın yönetmeni olarak tarihe geçecek romancı. Aslında bir zamanlar kendisi sadece yazar olarak anılmak istediğini söylüyordu ama sanırım hayat ona biraz kötü davrandı. Şimdi o çok özlediği sakin, huzurlu yazı hayatına dönmek için anlaşılmaz bir ‘deli inadıyla’ yarı açık cezaevinde gün sayarken, her türlü saldırıya karşı gazeteyi savunmak için gece yarılarına kadar kalesinde nöbet tutuyor. Aslında onun yazarlığı hakkında şahane fikirlerim var elbet lakin Türkçeyi onun gibi incelikli kullanan özel bir yazarı Turgenyev’in yanına sıkıştırıp, durduk yerde harcanmak istemem doğrusu. Ne de olsa aynı zamanda yayın müdürüm olur kendisi.
İHTİYARLIĞA İLK ADIM…
Söylediğim gibi o denemeyi okuyana kadar Turgenyev’in onu şöhrete kavuşturan Babalar ve Oğullarisimli romanıyla, Bir Avcının Notları başlıklı hikâyelerini okumuştum sadece. Özellikle nihilist Bazarov’u çok sevdiğimi hatırlıyorum. Ama İlk Aşk başka türlüydü sanki. Masumiyeti pek hırpalanmamış, el değmemiş duyguları naif bir üslupla anlatan, okuyanda mutlaka iz bırakan çarpıcı bir hikâyeye benziyordu. Ahmet Altan, yazısına “Akşamüstüne doğru, hiddetli küçük bir kız gibi tıpırtılarla camlara vuran nisan yağmurunun bende bir cam kadehin içinde oturuyormuşum duygusu yaratmasıyla eğlenip kendimce hülyalara daldığım sırada posta geldi ve içinden Turgenyev’in ‘İlk Aşk’ romanının eski baskılarından biri çıktı” diye başlıyordu. Kitabı biraz karıştırmış ama okumamış. “On üç yaşındayken okunmuş bir kitabın içimde bıraktığı izleri kırk altı yaşında aynı kitabı bir daha okuyup da çiğnemek istemedim; o kitabı ilk okuduğumda kendimi kitabın kahramanına yakın bulmuştum, şimdiyse kendimi babaya daha yakın bulmak gibi bir tehlike vardı, bunu göze alamadım’ diyordu.
Tuhaf bir şekilde kitabı ilk okuduğumda ben de onun gibi kendimi romanın genç kahramanı Vladamir’e yakın bulmuştum. Bu yazı vesilesiyle tekrar okuyunca klasikleri yıllar sonra karıştırıp neler kaçırdığını fark eden ‘hafızasız’ okurlar gibi gençlikten ihtiyarlığa doğru atılan ilk adımın sancısını derinden hissettim. O ‘ilk aşk’ın ürpertisinden, kaotik heyecanından ‘son şans’ın can çekişen bezginliğine uzanan sisli yolculukta gördüğümüz bulanık rüyaların içinde dolaştım bir süre.
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta