İlk Aşk Şiiri - İlhami Bulut

İlhami Bulut
417

ŞİİR


20

TAKİPÇİ

İlk Aşk

Kâinatın tek sahibi hükmünü verdi.
İnsanı yaratacağım, sırtına da aşk yüklenip göndereceğiz:; dünya denen dönenceye.
Bir velvele koptu cennet-i ala da, cennet sakinleri bizden daha üstün biri mi yaratılıyor diye, gerçekten de meleklerden daha üstün vasıf taşıyabilecekti insan.
İnsana; aşkın ayrımına varma özelliği taşıyan kalp denen bir cihaz takılacaktı, takılan bu cihaz aşkın ayrımına varacak değildi elbet o kalbi taşıyanın seçimine bırakılmış demokratik bir serüvendi velhasıl.
Meleklerin hocasının etekleri tutuşmuş ateş püskürüyordu hırsı, kibri galipti, nihayet sınavlardan geçemedi, insana ihtiramda bulunmadı iblis ruhsatını alıp karıştı karanlıklara.
Hüküm yerine gelecekti elbet, Adem’i topraktan bir kalıba döktüler, cennet kapısının önünde melekler 40 yıl başında nöbet tuttular.
Can giriyordu burnundan usul usul bu arada kendisine dendi ki Adem başını kaldır bak. Adem başını kaldırıp ilk göz ilk ışıkla baktı kendi bedenine henüz can ikmal olmamıştı, beden sadece topraktı.
Bir tılsım nem olarak karışmıştı bu toprağa, çamur kesti beden, bedene yürüdü bütün organlar, mide ve bağırsaklar, dalak, safra kesesi ve diğerleri sol yanına da kalbi imparator özel hediye olarak taktı gönderdi bu cevelana.
Velhasıl uzun hikâye vasıl oldu dünya denen dönenceye.
Topraktan mamul takılan organlarla Adem olup elhamdülillah (yeryüzüne düşen ilk söz) deyip gözlerini açtı bu garip aleme.
Kalabalık mı tenha mı, bu nasıl bir yer diye diye, tanışarak ayla güneşle, denizlerle, dağlarla, beliren ihtiyaca göre yöneliyor, yiyecek seçimini yaparken, incirin tadına bakmış, iyi bir yemiş oldu kendisine yaprakları da işe yaramıştı, libas yaptı üzerine.
Belki de tombul memeli koyunları damlayan sütten fark etti, kuşlarla dostluk kurdu, karnını doyurdu, bağrını rüzgârlara verdi, büyük bir kayayı da yastık olarak seçmişti.
Yiyip içiyordu ama isimlendiremediği bir şey arıyordu sanki ne denizlerin suyu yetmişti ona ne güneş ne ırmaklar ne de diğer yaratıklar.
Sol yanı küt küt atardı ya, mide gibi, el ayak gibi, kaş göz gibi bir şey zanneder, arada üzerine elini koyardı, kendi lisanı ile zikrini dinlerdi derin derin.
Bir gün yine maişet peşinde koşarken, bir karartı göründü, içi ışık doluydu hiç görmediği bir ışık ne güneş ona benziyordu ne ay ne de ırmaklar hatta tavus kuşu ve kumrularda dâhil benzeri yoktu. Yıldızlardan daha güzel kokuyordu.
Görür görmez irkildi, yönelimini bir heyecan bürüdü, nedir bu diye, yaklaştıkça belirlemelerinin ayrımına varamadı yaklaşıyordu usul usul, o da yürüyordu Adem as.’a doğru.
Mesafe belki de 300 metreye kadar düşmüştü, ne acıkma ne susama ne de, diğer ihtiyaçlara karşılık bir şey değildi bu.
Yaklaşıyordu ateşe sokulurcasına ihtiyaç ve temkinle.
Yenir mi içilir mi bu ne yarabbi, ne kuzu, ne keklik ne balık, ne buğday, ne su bu ne bu.
100 metre kala. Kendine benzer biri olduğunu gördü, benzemeyen yönlerini göz göze gelince, kendisine emanet edilen kalbine düşen o ilk mesajı okumaya başlayınca anladı.
Sol yanında sanki saç kurutma makinası son gazla çalışıyor incir yaprakları mendil gibi uçuşuyordu bağrında.
50 metre kala dizleri titremeye başladı anlamadı anlamadı.
Meğer bütün evlatları adına aşka yürüyordu.
Gözlerinde biraz nem oluştu, rüzgâr türküye başlamıştı bile, sanki bütün yaratıklar alkışlamaya hazır gibi, cüssesini aşan bir şey dolaşıyordu içinde bir inkılap bir ayaklanma sessizce sürüp gidiyordu.
Dudakları uçuşmaya başladı, eliyle yokladı ne oluyor bana, kimyası değişiyor, kendisi aşka, aşkta kendisine yürüyordu.
Ne ağlıyor ne de gülüyordu.
İkinci dünya kelamı sadır olmuştu
Belki de;
Merhaba; ben Adem dedi.
Deli mi ne diyerek
Ben de Havva diye cevap aldı.
Ne kız isteyecek, ne kız verecek ne düğün kuracak ne ana ne baba ne de başka biri vardı.
Kibirle ihtiram secdesini reddeden meleklerin hocası iblis; kör şeytan olarak nal toplarken.
Hatasından dolayı Rabbinden özür dileyerek; sevgiye diz çöken Adem ve Havva
Aşkı bulan ilk aşıklar olarak; insan kimliğinin ebeveyn hanesine aşkla isimlerini yazdırıyorlardı.
İşte bizim de kaderimiz Adem’le birlikte düştü bu cevelana.
Hani daha sonra demiştik ya; İKİMİZİN SÜRECİ
*
Aşktan emdiğimiz bu haz; bu kimin ikramı!
Adem’den beri dönüp durduk; bu çevristanı;

Bu pıtraklı diyar kurulmuş: tam bizim için,
Her gün her gün aşık olup; son gün ölmek için.

İnsanı bir insana cezbeden; bu ne cevher,
Felekle birlikte; başımız döner de döner.

Döne döne aşkın girdabında bir hal oldum.
Tutuldu, bülbül gibi dilim; şimdi lal oldum.

Nice sevimiz karıştı ılık iklimlere,
Çok sevda tükettim ama dökmedim yerlere

Şiir mi olurdu! sende ki bu naz olmasa;
Damla damla biriken; yaşlar gözden akmasa.

Bana mı kaldı! kırların karlı, kaplı kışı;
Kime gönderdin, mavi hızmalı son bakışı,

Mehtaplı dalların hışıltılı arasında,
Buluşalım bir akşam; senin doğal raksında

Sökelim şafakları kurşunlanmış yerinden;
Namert olsun kim dönerse, aşkın seferinden

Kopardın; kahkahamı tenimden oldu mu bu!
Ben şairim; dönmem sözümden, benim işim bu!

Tutar çekerim saçlarından; bir daha bir daha! ! !
Çarkıfelek; çark kursun isterse bin sabaha

Bir sürgün yedim; Adem’in bir tek hatasına;
Yeter! bir de sen sürme; yeter Allah aşkına...

İlhami Bulut
Kayıt Tarihi : 16.3.2017 09:38:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!