Ilgar Şiiri - Aşıti Uzun 2

Aşıti Uzun 2
29

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Ilgar

I

alnımdaki padişah son sözü söyleyecekti
hangi şehrin kalelerine saldırmam gerektiğini
orta asyadan bir yudum at sütü sürüyorum yüzüme
hazırdım savaşa ve bıçağımın tadı soğuk
tüm emirleri yerine getirmeye hazır bir er artık bakışlarım
yontuyorum dağlarının zirvelerini kederli coğrafyaların
annemin ellerini öpüyorum usulca
nasırlı gözlerinde kardeşlerimi görüyorum

sür artık atını doğuya diyor padişah
ellerim derisinde soluklanıyor gibi
parmak uçlarım çocukluğuma dokunuyor
nasıl yumuşak
nasıl yabancı
gözlerine bakıyorum ılgar atının
ben de ağlamak istiyordum çırılçıplak
kaçıp bir yerlerden
kırbaç izlerini saklamıyor artık
burnundan öpüyorum ürkütmeden
merak etme
sen değil
ben taşıyacağım bu yükü diyorum
anlamış olacak ki
başını kaldırıyor göğe
selam verir gibi güneşe

yol almaya başlıyoruz bir gece vakti
dışarıda tek bir kul yok
herkes evinde
perdeler örtük
yıldızlara danışıyoruz
selamını getirdim diyorum
tahrandan bir kraliçenin
beni bekliyormuş uzun zamandır
yeni gelebildim kendime
uykudaydım ne çoktandır
daha da parlıyor bir tanesi
yol gösterir gibi
avuçlarımı gösteriyorum
yaşam çizgimden tanıyor beni diğerleri
fısıltılarını duyuyorum arştakilerin

bakıyorum gözlerine ılgarın
çeşit çeşit simalar arasından
bulmaya çalışırken gözlerimi
nefesini hissediyorum avuçlarımda
içimdekilerin
toprak canlanıyor sanki elimin altında
bir koku daha önce koklamadığım
inceden konuyor saçlarıma ürkek
bir de görüntüler daha net artık
geçiyoruz iki büyük nehri
varınca büyükçe bir ovaya
diz çöküyoruz hep beraber
içimdekiler artık dışımda
solukları tükenmek üzere
bakışları tek bir yöne takılı
görmezden geliyor gibiler beni
dışım nerede bilmiyorum

sırtımda yüzyıllık bir yük
gözlerimin kamburu görünmesin diye
göğe bakıyorum hep
bıçağım tuzlu
gözyaşlarımla boğuyorum binlerce ağıtı

II

bir iç ovada dinleniyoruz
yanımda ılgarın nefesi
kalbimle aynı ritimde
içimdekiler intiharın son deminde
derince bir çukurun hemen yanında
affediyorum diyorum fısıltıyla
derince bakıyorlar ilkin sonra
telaşla terk ediyorlar ovayı
içimde kocaman bir boşluk doluyor
ney’le doluyor nasıl doluyor sükûtum anlatır mı bilmem
an olur bir koca evrene sığmam
bir pirinç tanesinde dudaklarıma saklanırım
an olur bir karış toprağa gömülürüm
milyonlarca kelimeyle beraber
heybeme atıyorum birkaç kelimeyi
nasırlarım toprağa değerken
sunmak için kraliçeye
severmiş aşk sözcüklerini farklı dillerden

kaç zamandır yoldayız bilmiyorum mevsim hiç değişmemiş gibi
ömrüm yetmiş mi yetmemiş mi farkında değilim
on yıl desem az gelir teraziye
bin yıl desem çok
nasırlarının kalınlığından anlaşılır göz kapaklarımın
ılgarın gözlerinde görebilsem kendimi
anlayacağım hangi yılda olduğumuzu

III

atınızla içeri giremezsiniz diyor içlerinden biri
atım olmadan alamam ben tek nefes
koca bir kapı önünde
yüz bin orduluk adam
bense donkişot gibiydim başımda çanağım eksik

padişahın emriyle geldim buraya
bin kitabın
bin buğdayın
bin evrenin sırrını almaya kraliçeden
ılgar olmazsa taşıyamam ben gözlerimi bile

hayır diyor bir çocuğa kızar gibi
giremezsin gülistana atmadan hırkanı üzerinden
öpüyorum alnından ılgarı
ben taşırım bu yükü diyor bakışlarıyla
göremiyorum hâlâ gözlerinde benden bir nokta bile

IV

tahranın ortasında çamur kokuyor her tarafım
kusacağım
insan satan bir manavın önünden geçiyorum
herkes ılgara bakıyor ben yokmuşum gibi
yaşlıca bir kadın elini uzatıyor ona
çocukluğuma dokunacakmış korkusu sarıyor her yerimi
toprak yemem lazım hemen şimdi
bir de bıyık çizmeliyim bunları söküp

yazgını sev evladım diyor yazgını sevmelisin
ürküyorum bakışlarından derin bir kuyuya bakıyormuşum gibi
babam da ürkerdi mutluluktan
çok gülmeyin başımıza bir iş gelir derdi annem hep

ehrimene git
ehrimene
irevanda araratın hemen yanında
mor denizi gördüğünde dur
sakın bakma suya asman kızar yoksa
karanlığı görmeden aydınlanamazsın
ne benziyorsun araya
uzun saçlarını topla da git
semiramisin ihtiyacı var sana
pişmanmış yaptıklarına

ılgarın gözlerinde takılı kalmıştı gözleri
ceylan derisinden bir hırka uzattı
giy bunu
tak bu muskayı da
yolun uzun ve çetin
yanlış gelmişsin ilkin ehrimen
sonra hürmüz
selam söyle padişaha
atına da iyi bak dedi yürümeye devam etti

ha unutmadan kraliçe kelimeleri sevdiği gibi
ispergamı da çok sever dedi
sesi kulaklarımda ipeksi bir dokunuşa dönüştü
kulaklarımda binlerce melodi dirilmişti
tek bir dokunuşla

V

içimdekiler tekrar dışımdaydı
ceset kokuyor her yer
insan eti yiyen kelimeler
çığlıklar ve bir o kadar anlamsız bakışların pençesinde çaresizdim
gecenin sancısıydı belli ki
her yerde ben
manavın çırağıydım
satıyordum kendimi dalımdan koparmadan
bir başka dükkânda ustura altında olan da bendim
usturayı tutan da
bir diğerine bakamıyorum
modern zamanların kusmuğunu yutuyormuşum gibi
aynı anda farklı farklı aynalarda
tükürmem lazım
göz kapaklarım sancıyor
nasırlarımdan sızan irin parmak uçlarımı parçaladı
kaplumbağaları öldürüyorlar
durun diyemiyorum
donup kalarak bakıyorum
kendime kendimden uzak bir o kadar yakın
ılgarın nefesi hâlâ eskisi gibi
kalbim ise deli çarpıyor
kaburgamı sökesim var
ciğerlerimi parçalayan kelimeler
soyunuyor anlamlarından
kaburgam kocaman bir defter
bilmediğim bir dilden
bilemediğim bir dinin kutsal kitabı gibi
oyunun en huysuz sahnesinde
salgınla mücadele eden
gelişmemiş bir ülkenin yardım çığlığıydı kalbim
her şey aniden gerçekleşmişti

VI

yeraltı mahallesinde her şey serbestti
bıçağımı çıkarmanın vakti gelmişti
anne oğlun birini öldürecekti
lağım kokuyordu her yer soluk boruma
takılan et parçası ayak serçe parmağım
damağımda küflenmiş gözlerimin tadı
avuçlarımdaki damarlar çatlıyor
omurlarımdan akan ilik boğacak beni
nefesim dilimde çok tanrılı bir dinden
tek tanrılı bir duaya dönüşüyor
içimde bir can çekiyor beni
can çekişirken her şey
kendimi tüketmeden öldürmeliydim
ölmeden evvel ölmeyi başaranlar kurtulacak
bıçağımın tadı sıcak

manavdaki benin gözlerine takılıyorum
ılgarın nefesini hissediyorum omzumda
elinde kocaman deri kaplı bir defter
saman kâğıdından biraz hırpalanmış
yaklaşıyor yavaş yavaş
bunu gören diğerleri de farkıma varıyor
onlar da bırakıyor tüm işlerini
içimi bir korku seli kaplıyor
ılgar beni terk etme
nefesini hissetmiyorum omuzlarımda
etrafım onlarca ben
ben ben değilim gibi
avuç içim yanıyor parmak uçlarımdaki irin canımı acıtıyor
açıyor defteri sakince
çevirdikçe sayfaları dökülüyor yapraklar dalımdan
kalbim gözlerimde atıyor sanki
damarlarım kirpiklerime yapışmış
sesini duyuyorum çocukluğumun uzaktan
çok uzaktan topacımın üstünde
dönen dünyanın göğünde
bana ait olan karanlığı tanıyorum
döküyor önüme yüzlerce kelimeyi
her birini ayrı ayrı dinliyorum
utanıyorum kendimden biraz da tedirgin
ayaklarımın altı kan gölü
yapış yapış parmaklarımın arası
kanım mor
kanım sodalı
kanım korku
kanım aslında ceviz ağacından kocaman bir ayna

hırkam yapıştı derime bir ceylan yavrusunun
ürkekliği dolanıyor tenimde
bıçağımın tadı gözyaşı
tekrar kınına yerleştiriyorum
manavdaki ben gözlerimin içine bakıyor
diğerleri de aynı şekilde
yaşlı kadın yalan söylüyor diyerek bağırıyor
hepsi bir ağızdan
onu dinleme
onu dinlersen geçemezsin eşikten
yüzyıllardır kandırıyor uyduruk hikâyelerle
bütün zevklerin de gidecek
yok olacaksın bengi dönüşte
ayağımın altındaki mor denize bakmamaya çalışıyorum
göktekini kızdırmamak için

VII
arafta yalnızlığın kokusunu duyuyorum
ağzım lehimli kelimelerim pas tutmuş
gözyaşlarımla anlatamıyorum
dilim terk edilmiş bir karınca yuvası
içimin kokusunu hissettikçe
midemde bir ülke yıkılıyor gibi

nerede olduğumu biliyorum
bir koca dehliz
iki düşman ülkenin tam sınırında
tarafımı seçmem lazım
ruhumu teslim etmem için
mor denize bakmıyorum hâlâ
gözlerimin sancısı azalmaya başladı

manavdakine doğru yöneliyorum
adımımı atar atmaz geri çekiliyor
biraz daha yaklaşıyorum usulca gözlerinde göremiyorum kendimi
sarılıyorum
hızla diğerine
diğerine diğerine
gözyaşlarım sınır kapısı açılmış da avrupaya göçmek için
yıllardır bekleyen bir orta doğulunun feryadı gibi
dökülüyordu dış dünyamdan iç dünyama

VIII

uyandım
bir perdeyi çekmişim de gün ışığını
odama alıyormuşum gibi hissediyorum
ılgar nereye gitmiştin
sana en çok ihtiyacım olan zamanda yoktun
yine aynı ritimle nefes alıp veriyordu
fesleğen kokusu sarmıştı her yanı
hey genç adam al şu elmadan ye dedi
bıyıklı adam mavi önlüğüne sürüyordu elmayı
kaç saattir burada uyuduğunun farkında mısın
kıyamadık uyandırmaya
saçın başın dağınık
böyle mi çıkacaksın kraliçenin karşısına dedi güleç bir ifadeyle
kaldırdı beni olduğum yerden
parmak uçlarım yerindeydi
gözlerim daha net görüyordu
mavi daha mavi
sarı daha sarı
insan daha insandı artık.

gel bakalım evlat, kaç zamandır kesmiyorsun şu sakalını
salgın günlerinde eve kapanan zengin kesimine
benzemişsin diyerek güldü
kısa boylu kahverengi saçlı adam

fesleğen kokusu yerini limon kolonyasına bırakıyordu usulca
küçük dükkâna girer girmez ayna aradı gözlerim
ayna yok mu
gülerek bakıyordu gözleri gülüyordu
duvar da bir aynadır yavrum görebilirsen kendini dedi

ılgar tıraşım nasıl olmuş

Aşıti Uzun 2
Kayıt Tarihi : 26.5.2020 23:45:00
Aşıti Uzun 2